Ahlak / Yakup Yaşar

İsmim Marco de Stefano değil. İspanya’nın gizemli bir kentinde yaşamıyorum. Size yaşamadığım bir şehirde başımdan nelerin geçmediğinden bahsetmeyeceğim. Kasap değilim. Et satmam; ama onurunu satan insandan nefret ederim. Bir nefretin..

Ahlak / Yakup Yaşar
355 views

İsmim Marco de Stefano değil. İspanya’nın gizemli bir kentinde yaşamıyorum. Size yaşamadığım bir şehirde başımdan nelerin geçmediğinden bahsetmeyeceğim.
Kasap değilim. Et satmam; ama onurunu satan insandan nefret ederim. Bir nefretin öyküsünü anlatmayacağım; hayır.

Akıl verecek denli akıllı; sizlerin aklına güvenmeyecek ölçüde akılsız değilim. Hiç yaşamadığım bir ülkede hiç yaşanmamış bir olayı aktarmayacağım; fakat yalan da söylemeyeceğim…

Hiç kimsenin anlamadığı bir yerde duruyorum. Yalnızım. Bu yalnızlığa insanları imrendirecek afili yakıştırmalar yapmayacağım. Osho’nun kutsadığı tek başınalığa sığınmayacağım.

İnsan tek başınayken de yalnızlığın soğuk tarafıyla yüzleşmek istemez. Yalnızlığımdan bir kahraman çıkarmak değil derdim. En zayıf tarafımla sesleniyorum size: Güçlü olmaya çalışmaktan yoruldum.

Bir yol var. Herkesin kendine ait yolu gibi bir yol. O yolda mücadele vermekten yüksünmüyorum; ama mücadelemin engellenmesinden, art niyetli insanların kötülüklerinden, iyi niyetsiz insanların sahteliğinden ve kötü niyetsizlerin sessizliğinden yoruldum.

Bir mücadeleyi ilke edinmeyenlerin anlam veremediği onurlu duruşumu korumak için sürekli daha çok çaba sarf etmek zorunda kalmaktan yoruldum.

İnsanlarda garip bir ruh hali hâkim. Birini yalnız bırakmak onlar için çok keyifli bir histir. Fakat o kişinin o yalnızlığında tek başına güçlü bir varoluş elde etmesinden hiç keyif almazlar.

Ne zaman bir mücadele yürütsem ve o mücadele başarıyla sonuçlansa hemen oracıkta bir ruh hastası mantar gibi belirip o başarıyı ileriye götürmemin önünde engel oluyor. Allah bana ne zaman bir başarı hediye etse, ruhunu şeytana satan birileri çıkıp her türlü zulmü kendilerine hak görüyor.

Ben bunlarla cebelleşirken zihnimde oturduğum bankta gözlerim açık düşe düşmüşüm. Hiçbir ânın gerçek olmadığı bir anda bitiverdi yanımda bir ihtiyar. Yoksa bilge mi demeliyim bilmiyorum.

Ne zaman yalnızlığım boğazıma düğümlese sözlerimi o beliriverir yanı başımda. Kimdir ya da kim değildir emin değilim. Merak da etmiyorum doğrusu. Çünkü varlığı beni yalnızlığımla baş başa kalmaktan kurtarıyor.
Onu görünce şaşkınlığın en ufak emaresi belirmedi yüzümde. İlk sualimi sordum.

Ben: Ahlak nedir?
İhtiyar Bilge: İlk soruyu yanlış yerden soruyorsun evlat! İlkin ‘Ahlak ne değildir?’ diye sormalısın. Ahlakın ne olmadığını bilirsen ahlakın ne olduğunu da öğrenirsin.
Ben: Cevaba dolambaçlı yoldan gitmek neden?
İhtiyar Bilge: Cevaba giden tek yol o da ondan. Bazı şeylerin ne olmadığının tespiti ne olduğunun tespitinden daha önemlidir. Ahlak da bunlardan biri. Varlığına anlam yükleyen çok olur; ama yokluğuyla ilgilenmez kimse. Kimse kendine yakıştırmaz ahlaksızlığı. Ve ahlaksız, aslında ahlaksızlığı deşifre olana denir. Ahlaksızlığı gizli kalan elinde kılıç asıp keser; ahlak pazarlar. En büyük ahlaksızlığın failidir belki; ama gizliliğinden güç alır ahlaksızlığının. Açığa çıkan küçük bir ahlaksızlık; gizli kalan büyük ahlaksızlıktan daha büyüktür. Toplum bilineni sevmez. İnsanlar gizli kalandan utanmazlar.
Ben: Sorumun cevabını verdin işte. Ben de tam bundan mustaribim. Komedi türünde bir oyun yazıp yönettim. Dindarlığıyla nam salmış yönetici oyunda erkek oyuncum şort giydi ve 120 dakikalık oyunun birkaç saniyesinde kaba güldürü kapsamına bile girmeyecek birkaç espriyi gerekçe göstererek bana ahlak dışı tutum ve davranıştan disiplin cezası verdi. Ona göre oyunum toplumun ahlakını bozuyormuş.
İhtiyar Bilge: Dindarlık değil dinidarlıktır o. Önce onu düzelteyim. Sonrasına gelince şaşırmadım. Sana cezayı veren kişi güçlünün adaletsizliğine, haksızlığına, zulmüne ses çıkarıyor mu?
Ben: Hayır!
İhtiyar Bilge: Düşük puanlı birini, birinin tanıdığı diye işe alıp yüksek puan alanı eleyenlere karşı koyuyor mu?
Ben: Hayır!
İhtiyar Bilge: Makamını, makamındaki konforunu kaybetme pahasına onurlu duruş sergiliyor mu?
Ben: Hayır!
İhtiyar Bilge: Bunlara da hiç şaşırmadım. İnsan böyle bir varlık evlat. Güçlünün kölesi güçsüzün efendisidir. Güçlünün her haltında hikmet arar; güçsüze ahlak dağıtır. Sen de kalkmış yazarlık yapıp bu insanları değiştirmeye çalışıyorsun; öyle mi?
Ben: Evet!
İhtiyar Bilge: Yazma! Yazar toplumu düzeltemez. Yazar toplumun aynasıdır. İnsana aynada kendine bakma fırsatı sunar; o kadar. Bunun ötesine geçemezsin. İnsanlar o aynaya bakmak istemiyorsa neden yazacaksın ki? Yazma!
Ben: Elimde değil!
İhtiyar Bilge: Ne güzel işte! Elinde olmayana karşı koymaya çalışmak daha iyi değil mi? Sürekli içinde beliren yazma isteğini yazmayarak susturmak… Yazma. Öyle yazma ki en iyi yazmayan sen ol. Yazmazsan bedel ödemezsin.
Ben: Bedel ödemek ya da ödememek değil ki derdim. Hak etmediğimle anılmak ağırıma gidiyor sadece.
İhtiyar Bilge: Yazma diyorum! Yazma ki ahlaksızdan ahlak dersi alma! Cahilin sofrasına meze olma! Seni anlamazların arasında yutkunup durma. Bu toplum düzelmez. Vicdanıyla yüzleşmeyeni, kalben dertlenmeyeni ve korkunun köleliğinden kurtulamayanı düzeltemezsin.
Ben: Yazmazsam çıldıracağım!
İhtiyar Bilge: Sait Faik Abasıyanık Haritada Bir Nokta adlı öyküsünün sonunda buna benzer bir cümle kuruyor. O cümlenin üzerinden 67 yıl geçti. Ne değişti? Gene delirmemek için yazan bir yazar ve düzelmeye tövbeli insanlar yığını…
Ben: Sana hak veriyorum; ama yazmayı bırakmayacağım.
İhtiyar Bilge: Biliyorum!
Ben: Peki neden sürekli yazma diyorsun?
İhtiyar Bilge: Çünkü ben de çok yazdım. Benim yaşıma geldiğinde aslında yazmaman gerektiğini anlayacaksın evlat. Fakat o yaşa kadar yazmayı bırakmayacaksın. Bırakamayacaksın. Ben de bırakmadım zira. Bırakamadım.

Mendil satan çocuğun kendi dilinde bana seslenmesiyle irkilip doğruldum. “7 yaşlarında bir çocuğun mendil satışını kanıksayan bir topluma derdimi nasıl anlatabilirim ki?” sorusu beynime zamk gibi yapıştı. Ondan mendil almadım. Bir çikolata olsa verirdim yanımda. Yoktu.

Zaman gün batımına ramak kalaydı. Her gün aynı zamanın içerisinde gün batımına ramak kala kalkıp eve gidişimi tekrar ettim gene.

İçeri girip lambayı yakmadım. Karanlıkta ilerlemeyi öğrenmiştim. Evimi tanıyordum çünkü. Yatağa attım kendimi. Bir düş kurdum sonra. Çocukluğuma gittim. Bir kenarda durup çocuk halimi izlemeye koyuldum. 7 yaşımdayım. Mahallede top oynarken yorulmuş soluğu annemin yanında almışım. O sessizce bir köşede örgüsünü örerken usulca dizlerine başımı yaslamışım. “Ne oldu kuzum?” sorusu dillerinden dökülünce “Çok yoruldum anne!” deyip uyumuşum.

37 yaşımdayım şimdi. Gözlerimde beliren yaşları sildim. Yastığa sessizce yasladım başımı. O söz gene dilimin ucunda… Yutkundum ve uyudum.

Yakup Yaşar

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Yorum yapabilmek için buradan üye girişi yapınız.

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.