ÖYKÜ
Bir bankın üzerine oturmuş, önünden geçenleri izliyordu. Geçip giden insanlar kentin sabırsız telaşıyla oradan oraya savrulan insan kalabalığıydı. İnsanlar, arabalar ve uzun bir kış mevsiminin ardından baharın gelmesini bekleyen hız tutkunu motorsikletli gençler zamanla yarışıyorlardı. Zamanın bile takip etmekte zorlandığı her şey, gözlerinin önünden hızlıca akıp geçiyordu. Herkesin bir yere yetişme telaşı vardı. İnsanlar bir yerlere/şeylere yetişmek için sanki geç kalmışlardı. Arabaların kornaları susmak bilmiyordu. Kimsenin durup etrafına baktığı yoktu. Kaldırımlardaki ayak sesleri, telefon görüşmeleri, kahkahalar ve bağırışlar tek bir uğultuya dönüşüyordu. Ama o şimdilik farklıydı.
Bugün yine bir yere yetiÅŸme kaygısında olmayacaktı. Araba veya motorsiklet sürmeyecekti. Sabah uyandıktan sonra ilk önce, “Bugün kendimle baÅŸabaÅŸa kalacağım.” demiÅŸti. Ara sıra böyle yalnız kalmayı tercih ederdi. Evden dışarı çıktığında ÅŸehirden biraz uzakta olan deniz kenarına gelmiÅŸti. Bir anne ve çocuÄŸu aÄŸacın gölgesinde denize bakıyorlardı. Çocuk arada bir elleriyle oynuyordu. Parmaklarının arasında sanki görünmez karakterler vardı. Sıradan bir oyuna benzemiyordu. Çocuk, ellerini birbirine çevirmiÅŸti; bir eli konuÅŸuyor diÄŸer eli ise sanki dinliyordu. Çocuk, parmaklarını tiyatro oyuncuları gibi oynatıyor, başını öne eÄŸerek bazen söylediklerini onaylıyor bazen ise onaylamıyordu. ÅžaÅŸkın ÅŸaÅŸkın çocuÄŸa baktı ve garipsedi; lâkin, buna bir anlam vermeye ihtiyaç da duymadı.
Cep telefonunu ve kulaklığını beraberinde getirmiÅŸti. Cep telefonuna dinlemek için hip-hop müzikler yüklemiÅŸti. Bugün, kendisini hayattan soyutlamak için yüksek sesle müzik dinleyip dolaÅŸacaktı. Ne de olsa hava çok güzeldi. Bugün gezmenin tadını çıkarmak ve kendisine zaman ayırmak için güzel bir gündü. Bir süre daha oturup denizi seyretti. Denizin üstünde de hızlı bir telaÅŸ vardı. Vapurlar, deniz otobüsleri ve balık yakalamak için ava çıkmış balıkçılar… Bu esnada yanına bir genç yaklaÅŸtı. O da bankın üzerine yerleÅŸti. İnsanların hep önlerinden giden ÅŸeyleri yakalamak için nasıl koÅŸuÅŸtuklarını gözlemliyordu. İnsanların kendilerine sunulan her ÅŸeyin arkasından gidiÅŸlerini defterine not ediyordu. Not defterine, “Hayatı istediÄŸimiz gibi ve gerçek anlamıyla yaşıyor muyuz?..” sorusunu son olarak not düştükten sonra birlikte getirdiÄŸi Albert Camus’un “Yabancı” isimli eserini okumaya baÅŸladı. Genç kız yanındaki genç erkeÄŸe doÄŸru döndü. Böylesine güzel bir günde not defterine bir ÅŸeyler karalamak ve ardından kitap okumak tuhafına gitti. Genç adamın sessiz ve sakin duruÅŸundan cesaret alarak ona sordu: “Özür dilerim. Sizi belki rahatsız ediyorum. Bir soru sorabilir miyim?” dedi. Genç adam, “Rica ederim buyrun.” diye karşılık verdi. “Bugün güzel ve güneÅŸli bir gün fakat siz gezip tozmak yerine bir ÅŸeyler yazıp, kitap okuyorsunuz.” Genç adam, “Kendimle baÅŸ baÅŸa kalıyorum. Yazıp okudukça kendimle konuÅŸuyorum, kendimle yüzleÅŸiyorum.” diye cevapladı. Genç bayan bu cevaptan hiçbir ÅŸey anlamadı. TuhaflaÅŸtı! Kalkmak üzereydi. Telefonu çaldı. Arkadaşı aramıştı. Bu akÅŸam bir eÄŸlence tertiplediklerini söyleyerek gelmesini söyledi. Çok mutlu oldu. Bir süredir sabahlara kadar eÄŸlenmekten uzak kalmıştı. Bu davete giderse; yine gün doÄŸana kadar kulakları sağır eden müziÄŸin ritmine teslim olup sadece o ânı hissedecekti. Büyük bir sevinçle arkadaşına, “Harika… tamam akÅŸam görüşürüz.” dedikten sonra kulaklığını takıp yürümeye baÅŸladı.
Karşısına mendil satan küçük bir kız çocuÄŸu çıktı. GüneÅŸ tepede acımasızca parlıyordu. DikiÅŸ yerleri yer yer sökülmüş, bazı yerleri yamalı bir elbise giymiÅŸ küçük kız çocuÄŸu mendil satıyordu. GiydiÄŸi terlikler ayaklarına iki numara büyüktü. Kızın saçları darmadağınıktı. Saçlarındaki tutamlar terden dolayı alnına yapışmıştı. Elindeki mendilleri önünden gelip geçenlere gösteriyor. “Mendil alır mısınız?” diye sesini yükseltse de ÅŸehrin gürültüsüne sesi yenik düşüyordu. Bazıları ona hiç aldırış etmeden geçip gidiyor; kimileri ise onun dünyalı mı olduÄŸundan şüphe edercesine göz altından süzüyordu. Ama o bunlara aldırmadan aynı soru cümlesini tekrarlıyordu. GüneÅŸ alnını kavuruyordu. Ter içinde kalmış parmaklarıyla mendillerini sımsıkı tutuyordu. Çünkü, mendiller bazen onun için yalnızca bir ekmek, bazen insanların dikkatini çekmeyi baÅŸardığında bir akÅŸam yemeÄŸi ama her daim yaÅŸam kaynağıydı. KarşılaÅŸtığı küçük kızı tıpkı yeÅŸilçam filmlerinde gördüğü sokak çocuklarına benzetmiÅŸti. Mendil satan küçük kız, onun içinde bulunduÄŸu mekâna, sinema nostaljisi gibi bir hava katıyordu. Küçük kız dağınık ve bakımsız saçlarıyla, ufacık boyuyla, kirli olan elleri ve yüzüyle ona çok tatlı gözüküyordu.
AkÅŸam baÅŸlayacak olan eÄŸlencenin mutluluÄŸuyla ve sevimli bulduÄŸu kızın kendisinde uyandırdığı bir anlık sevecenlikle, küçük kızın elinden bir paket mendil aldı ve cebindeki bozuk paraları ona uzattı. Parayı farkında olmadan fazla vermiÅŸti. Mendili alıp uzaklaşırken küçük kız arkasından seslendi: “Abla bekle!..Parayı fazla verdin. Paranın üstünü al.” Fakat o duymuyordu. Hip- hop müziÄŸin yüksek sesi ona enerji veriyor, o da bu enerjiyle eve doÄŸru adımlıyordu.
Heybet AKDOÄžAN
Yazarın diÄŸer yazıları için tıklayınız…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.