ANLATI
Küçük bir delikten hayatı izlemek ne demek biliyor musun? Güneşi görmüyorum lan ben. Suçlu da değildim üstelik…
Dostoyevski’nin bitiremediği romanının yazılmayı bekleyen son sayfası gibiyim. Benden sonra başka sayfalar da var elbette; ama ben bitmediğim için diğer sayfalara da geçemiyor yazar.
Aleksander Puşkin’in Büyük Petro’nun Arabı gibi bitmeden yayımlanan bir eser olur mu bu? Bilmiyorum. Bilmiyorum; çünkü Dostoyevski’nin yazılmayı bekleyen öyle bir eseri yok. Beni yazsa yazsa o yazar diye düşündüm.
Hayır hayır kendimi ve yaşam öykümü yücelttiğimden değil. O öyle bir yazardı ki… Benim gibi basit birinin yaşadıklarını herkesin kalbine dokunacak şekilde anca o kaleme alırdı.
Rutubet kokusu… Derin bir sızı var burnumda. Çocukluğuma yolculuğa çıkarıyor bu koku beni. Hiçbir şeyden haberimin olmadığı yaş aralığıma… Henüz insanların gözünde gizli hisleri tanımadığım yaşlarıma…
Bir sobanın etrafında kemiklerimiz ısınırken neşeyle düşler kurduğumuz zamanlardı. Ekranı karıncalı tüplü televizyondakilerin kurgudan gerçeğe 4K görüntü kalitesinde dönüşüm yaşamadığı zamanlar…
Gerçeğe umarsız hayal mahsulü programlara gözyaşı dökmeyle vakit öldürmediğimiz anlara… Yalanların doğruları karanlığa gömmediği anlar…
Televizyonun masumiyetini henüz kaybetmediği dönemlerdi. İzliyorduk. Eğleniyorduk. Öğreniyorduk. Daha iyi olmanın derslerini ediniyorduk her bir programda.
Herhangi bir yerde olan bir hadisenin bize ulaşmasını sağlayan mekanizmalar yoktu. Her şeyi kanıksayan varlıklara dönüşmemiştik biz de.
İnsan ne tuhaf bir varlık. Bütün iyi özellikleri içinde taşıdığını sanır. Sonra iyi özelliğinin açığa çıkmasını gerekli kılan bir olay anında var olduğuna inandığı o iyi tarafının aslında içinde yer almadığıyla tanışır.
Milan Kundera’nın ‘var olmanın dayanılmaz hafifliği’’nden kastettiği de bu işte: İnsan var olur; hem de en hafif haliyle… Ve varoluşuna ağır anlamlar yükler; sonra da o ağırlık altında ezilir.
İnsan çok hafif bir var olandır oysaki! Bu hafifliği onuruna yediremeyecek kadar gururlu; o gurura layık onurlu bir karakter inşa edemeyecek kadar sefil bir varlık…
İnsanın içinde ne varsa dışa o yansır. Yüreği güllük gülistanlık olanın dışına kalbe huzur veren sözler akar; kalbi zift kaplı olanın sözleri lağım kokar.
Beni tanıyanın çok sevdiği; tanımayanın ise düşmanca duygular beslediği kişiyim. Küçücük bir delikten izliyorum herkesi. Beni tanımayanların öfkesi, ağzı lağım kokanların sözleri değil dostların sessizliği mahvetti. Bosna Hersek eski Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç’in deyimiyle “Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey, düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.”
Karanlığın içinden usulca geçen bir ışık hüzmesi süzülürken içeri… Bir umut çalıyor kapımı; bir de o umudu ürküten görevli. Küçük delikten hayata bakmaya ara veriyor gözlerim.
Gün geçtikçe lağım kokusu her yeri saran garip bir yaygınlık kazanıyor. Yalanlar, iftiralar, beni tanımayanların kanmakta tereddüt etmedikleri… Hepsi… Hepsi burnumun direğini sızlatan hüzne dönüşüyor sanki.
Hiçbiri… Hiçbirinden yüksünmedim dostların sessizliğinden yüksündüğüm kadar. Bu yük öyle ağır geldi ki… Taşımaktan yoruldum. Ben o suskunun hapishanesine mahkûm oldum.
İnsan kendini yücelttiğinde elindekinin kıymetini bilmez ve hep daha fazlasını ister. Bu isteme hâli hiç bitmez… Ve elinde olanı büyütmek ister. Bunu başaramadığında ise mutsuzlaşır.
Mutsuzluğu onu daha iyi olandan haset etmeye sürükler. Hasetler, öfkeler, lağım kokan ağızlardan çıkana sessiz kalan dostlar… Hasetlerine yenik düşenler… İçinin yağları erircesine itildiğim gayyayı izlemekten haz duyanlar… Bitmezler… Bitmeyecekler… Ben biteceğim… Yeniden… Yeni varoluş yansımalarımla… Yeni kimliklerimle…
Kafka’nın uzun öyküsünün başkişisi Gregor Samsa gibi bir gün uyanacağım ve kendimi böceğe dönüşmüş göreceğim. Dönüşümden önce sahip olduklarımın esasen çok büyük olduklarına hayran gözlerle bakan bir varlığa…
Kendimi küçük gördüğüm bir delikten onlara bakacağım. Allah’ın bir böceğe nasip ettiklerine hasetle bakan gözlere… O gözlerde bir insanın bir böceğe yenilişini izleyeceğim. Büyük hazla… Büyük onurla…
Ağzı lağım kokanların kursağından geçip midelerine oturacağım. Bana bir böcek gibi bakan gözlerin elde edemediklerine bakışında büyüyecek varoluşum.
Bir böceği kıskanmama yanılsamasına düşerken dost görünümlüler… Ve tanımayanlar artık acıyarak bakarken bana… Ben yeni bir kimlikle yeni mücadelelere yelken açmış olacağım. Ağzı lağım kokanların ortaklaştığı kötülüğün bitiremediği biri olarak hem de!
Yakup Yaşar
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.
Canım abimin kitaplarını, inşaallah birgün kendisinden imzalı şekilde alırım:)