Muzaffer Oruçoğlu yazdı: EHMEDÊ XANÎ (AHMED-i HÂNÎ)

İNCELEME

Muzaffer Oruçoğlu yazdı: EHMEDÊ XANÎ (AHMED-i HÂNÎ)
Yayınlanma: Güncelleme: 1.622 views

Bağımsızlık tutkusu ile pastoral aşkı aynı edebî kanonda birleştiren mutasavvıf bir şairdir Ehmedê Xanî. Kürt klasik şiirinin de beş büyük ozanından biridir. Hem engin edebî kemalinin hem de Kürdistan’ın prangalı halinin etkisiyle kendinden sonraki aşk ve özgürlük simalarının üzerinde derin etkiler bırakmıştır.

Kimilerine göre Xanî 1651’de Doğubayazıt’ta, kimilerine göre de Behdinan şivesine yakın bir dille konuşan Pinyanişi aşiretinin Xânî kabilesine mensup birisi olarak, kendi deyimiyle de “günâhkârların öncüsü” olarak, Hakkâri’nin Han köyünde doğmuştur. Aynı dönemde yaşayan, Osmanlı seyahat edebiyatının seçkin palavra incisi Evliya Çelebi, Pinyanişi aşiretini bizlere şu şekilde karakterize ediyor:

Pinyanişi Kürtleri aklı gözünde, sadıklık özünde, kılıç belinde, hançer elinde, ateş parçası insanlardır ve gayet zengindirler hile ve aldatmadan uzak yaman ve yiğittirler.

Xanî’nin doğduğu kültürel ortam, medreselerde ve halk arasında, melaların, feqîlerin tartıştığı; mevlit, kandil ve yasların dinsel müzik eşliğinde icra edildiği; yani yaşamın Şafiî bir iklim içinde, yorum ve kuşkuya yer vermeyen vecibelerle zikir âlemine sokulduğu bir ortamdır. Bu ortam aynı zamanda, dengbêj, çîrokbêj, stranbêj gibi sözlü halk edebiyatçılarının destan, masal ve menkıbe okuduğu, düğünlerde dans ve şarkılardan oluşan “cergebez”lerin yaşama renk kattığı bir ortamdır.

Xanî’nin baba tarafı Osmanlı ile çatışma geçmişine sahiptir. Celalî isyanları döneminde, küçük amcası öldürülmüş, aşireti ise sürgün edilmiştir. Babası, zamanın medrese kültürüne vâkıf olan ve Kissa Şem’un adlı Kürtçe eseri yazan Şeyh İlyas, anası ise Doğubayazıt Beyi Karahan’ın kızı Gulnigâr’dır. Xanî adı, atalarının mir olmasından kaynaklanıyor. Bu bakımdan, Kürt soylu sınıfına mensup olan ana ile “âlim ve fâzıl” olarak nitelenen baba, çocuklarına medrese eğitimi kapısını açmak, Kürtçeye, Arapçaya, İslami ilimlere hâkim bir insan olma olanağını sağlamak durumundaydılar.

Dönem, Osmanlı boyunduruğunun ağırlaştığı çetin şartlara sahiptir. Yavuz ile başlayan ve Kanuni ile de gelişen Osmanlı Kürt ilişkileri inişe geçmiş, Beylerbeyi aracılığıyla zapturapt altına alma siyaseti, IV. Murad döneminde zirve yapmış, Kürt mirlerinin ekonomik, sosyal, siyasal ve askerî gücü çökme noktasına gelmiştir. Merkezî devletin askerî ve sivil bürokrasisi, fütuhat ağaları, iri ribahorları (faizcileri) Kürt mirlerinin elindeki yurtlukları, ocaklıkları ve sancaklardaki idari yetkileri zorla gaspetmiş, karşı koyanları idamla cezalandırmış, Kürt varlığını bağımsız bir güce dönüştürebilecek ana yapıların bir bölümünü dağıtarak Kürdistan’ın merkezî otoriteye bağımlılığını pekiştirilmişlerdir. Bu durum etkisini medreselerde, dilde, kültürde de göstermeye başlamıştır. Dil kendi içine doğru kıvrılmış, kültür yok olma psikozu içine girmiştir. Xanî’nin deyimiyle, “Bu devirde herkes kendi duvarının mimarıdır.” Devirde büyük şairler, baskıdan dolayı kendi dilini terk eden, genellikle güçlü yerleşik uygarlıkların diline, bilim ve sanatına açılan şairlerdir.

İlk eğitimine babasından fıkıh dersleri alarak başlayan Xanî, “ben kendi kendimi eğittim” der. Bunun nasıl olduğunu bilemem ama onun Kuzey Kürdistan medreselerinden, Bağdat, Şam, Halep ve İran medreselerine doğru çok yönlü bir eğitim açılımı içine girdiğini, öğrendiği dört dil ile İslam ve antik Yunan felsefesini kavrama şansını yakaladığını söylüyorlar. Gördüğü iyi eğitim, şiir, gökbilim ve tarih bilgisi, halkın onu velilik mertebesine çıkarışında önemli rol oynamıştır.

Güçlü ırmak, güçlü kaynaklardan doğar. Xanî, hem Kürt sözlü edebiyatından, hem de Eliyê Herîrî, Melayê Cizirî, Feqiyê Teyrân gibi Kürt klasik edebiyatının önemli kaynaklarından beslenmiş, buradan Firdevsî, Ömer Hayyam, Mevlana ve Molla Câmî gibi İran edebiyatının âb-ı hayât kaynaklarına yönelmiştir. Hiç kuşku yok ki bu yöneliş asıl gücünü onun Kürt, Ermeni, Fars, Nasturi ve Osmanlı kültürlerinin iç içe geçtiği çokkültürlü bir zeminden almaktadır.

Xanî, felsefi olarak Platon, Aristoteles, Farabî, Muhyiddîn-i Arabî ve Şihabeddin Sühreverdî çizgisinde görünüyor. İnançta Zerdüşt ve Mani etkileri taşımasına rağmen, Eş’arîliği, onun inanç aurasını dıştalamıyor, kendine yakın hissediyor. Evrenin yaratılışını, insanın konumunu ve sorumluluklarını şiirleriyle, yarı ezoterik bir biçimde açıklamaya çalışıyor. Varlık âlemindeki çelişkilerin hem şeylerin anlaşılmasında hem de insanla şeyler arasındaki ilişkilerin kurulmasında tayin edici rol oynadığına dikkati çekiyor. Maddenin sonsuza kadar bölünemeyeceğini, bölüne bölüne giderek bölünemez bir noktaya geleceğini savunuyor. Görünüşle gerçeklik arasındaki çelişkiden söz ediyor ve insanı hem karanlık hem ışık olarak niteliyor. Ona göre söz konusu olan değişimdir ve hiçbir sonuç sorunsuz, mükemmel değildir. Yaratıcının tanınmasında belirleyici unsur ise akıldır. Sevgili ile Kâbe’yi özdeşleştirmesine rağmen, Allah’ın kadın peygamber göndermediğine inanıyor. Ama dünyevi aşkı ve kadını yüceltiyor. Ona göre “Aşk, Tanrıyı gösteren aynadır / Güneş gibi ışık sahibidir.” Aşkta kadını öne çıkarıyor. “İlahî nur ve güzelliğin yansıdığı yer çoğu kez bir kadının yüzü olur,” diyor.

Lokman’ı ve İskender’i peygamber olarak gören Xânî’nin en önemli özelliklerinden birisi, Kürt dilinin, kültürünün ve devlet kurma hakkının boyunduruğa vuruluş sorununu, Kürt halkının bir varoluş sorunu olarak görmesidir. Ona göre, Kürtler yetim ve desteksizdir, devletsizdir. Herkes kendini düşünüyor, ilim ve hikmete değil, maddi menfaatlere daha çok değer veriyor. Bu durum, Kürtlerin kadim köleliğini besliyor. Ölenler, çekip gidiyor. Geride kalanlar ise “Hızır ve yetimler duvarı” macerası olarak hayata tutunuyor. Şair, kader gibi görünen bu kördüğümün, topyekûn bir dayanışma, bilgilenme, donanma ve yetkin bir lidere sahip olma ile çözülebileceği kanısındadır. “Bir şey elde etmeden sakın ömrünü tüketme, uyan!” diyor. Fazla iyimser olduğunu söyleyemiyoruz. Baba Tahirê Uryân gibi gamlıdır. “Sevinçler senin, gamlar benim olsun,” diyecek denli benimsiyor gam yükünü. Xanî’nin kaleme aldığı, Cizre’de, 13. yüzyılın ortalarında yaşanan Mem û Zîn destanı, 60 bölüm ve yaklaşık 3.000 beyitten oluşuyor. Bu destan bana göre, klasik Kürt edebiyatının en güçlü üç eserinden biridir. Diğer ikisi, Baba Ṭahirê Uryân ile Melayê Cizîrî’nin divânlarıdır.

Ozan, Mem û Zîn’i yazma amacını açıklarken, Kürtleri dert edinir. Ona göre “insanlar eksik ve unutkan yaratılmışlardır”. İnsanlara Kürtleri anlatmak gerekir. Kitap sahibi olan ve Kürtleri kitapsız, nasipsiz bilen başka milletler, demesin ki, “Kürtler irfansız, asılsız ve temelsizdirler.” Bu destan, bu yanlış anlayışı yıkmakla kalmayacak, diğer milletlerin düşünürlerine, Kürtlerin aşkı amaç edinen bir millet olduğu gerçeğini de göstermiş olacaktır. Doludur, kararlıdır. Kürtlerin kemalsiz olmadığını ama öksüz, mecalsiz, sefil, sahipsiz, “yaralı, zayıf ve ürkek gönüllü” olduğunu bilmesine rağmen, “Elli savaşçıya ekmek verebilecek kimse yok içimizde,” demesine rağmen kararlıdır. “Başkası ateşi suyla öldürür / Ben ise ateşle suyu öldüreceğim,” diyecek denli kararlıdır. Kararlılığında, Tanrıya karşı bir sitem vardır. Körlerin önünden perdeyi kaldırmasını ister. Büyük ve yakıcı sorusunu sorarken, sitemini şöyle açığa vurur:

Ben Allahın hikmetinde şaşakaldım:
Kürtler dünya devletinde
Acep ne sebeple kalmışlar boynu bükük
Hepsi birden niçin olmuş mahkûm?

Kürt halkının içinde bulunduğu durumu yalın bir şekilde ifade eden şair, Mem û Zîn’i, kalbinin emrine girip yalnızlaşarak, akıl ve vicdan inceliği ile Cizre’de kaleme almıştır. Bu onun en güçlü eseridir. Destanda Mevlana ile Molla Câmî’nin, insanı arındıran ilahi aşkından, Kâbeleşen sevgili kültünden; Nizâmî-i Gencevî’den, Fuzûlî’den renkler var. Cizre’nin ekonomik ve sosyal ilişkileri, Xanî’nin aşka, beye ve düşmüş insana bakışı eserde ete kemiğe dönüşüyor. Ozan, bir Kürt, bir dağlı olduğunu söyleyerek, Kürt tarzına has destanının, garaz sahipleri de dahil, lütufkâr davranılarak “insaf kulağıyla” dinlenilmesini ister. Fazla uzatmak da istemez. “Ey kalem yazıyı hayli uzattın! / Ak kâğıdı bana çok karalattın!” der.

Destanı 44 yaşında, “Yalnızlığın sermayesi deliliktir,” anlayışına uygun olarak, deliliğin aşkıyla tamamlar.

Xanî gibi bir ozan için çocukların anadillerini tüm incelikleriyle öğrenememesi, ana sütünden mahrum kalmasından daha acıdır. Dil acısıdır bu. İnsan, akıl ve duygu deryasını, kendi özünden kaynaklanan güçlü bir dille ifade edebilir ancak. Bu, insanı insan eden şeydir. Bu anlayıştan kalkarak, 1683’te, çocuklar için her biri farklı vezinde olan, 13 bölümlük Nûbahârâ Bıçûkân (Çocukların Baharı) adlı ilk Arapça-Kürtçe manzum sözlüğü yazdı. Sözlükte bin civarında Arapça sözcük ve bunların Kürtçe karşılıkları vardı. Bir önsöz, 13 kıta ve 220’ye yakın beytin yer aldığı bu eseri, revaç sahibi, seçkin kimseler için değil, Kürt çocukları için yazdığını şöyle belirtiyordu:

Bu eser seçkin olanlar için değildi
Belki küçük Kürt çocukları içindir
Kur’an-ı bitirdikleri zaman onlar
Gözleri açılıp bilgi sahibi olmalıdırlar.

Eserlerinin yazımında onu hareket geçiren asıl dert şu beytinde gizlidir bence:

Ne kadar millet varsa hepsinin kitapları vardır
Sadece Kürtler kitaptan mahrum kalmışlardır.

Dillerin kardeşliğini savunan evrensel bir şairdir Xanî. Rubailerden oluşan ve her bir dizesi dört ayrı dille (Arapça, Farsça, Türkçe, Kürtçe) yazılan ve aşk, ayrılık, kavuşma gibi temalara yer veren Çârkûşe adlı eserinden ne yazık ki beş rubaisi kalmıştır günümüze. Gönlü, çokdilli şiirlerden “Fate Umri Fi Hawake”lerden yanadır.

Xanî’nin, Eş’arî anlayışını kendine özgü görüşlerle açığa vuran ve seksen beyitten oluşan bir diğer eseri de Eqida Îmânê (İman Akidesi) adını taşıyor. Ana yapısı Eş’arî olan eser, bünyesinde Mâtürîdî, Zerdüştî ve sufî renkleri de sisli bir şekilde taşıyor.

Xanî, 1707’de Doğubayazıt’ta vefat etti. Türbesi, Ağrı dağının eteğinde bulunan İshak Paşa Sarayı’na 500 metre uzaklıktadır. Halkın sonradan yaptırdığı bir kümbet içindedir. Hani der ya, “Bazıları canları için ister cananı / Bazıları da cananları için verir canını.” Ömrünü kalemine, kalemini de canan olarak gördüğü Kürdistan’a hasreden bu büyük ozanın türbesi, yapımı 99 yıl süren 366 odalı muhteşem İshak Paşa Sarayı’na, bir zamanlar kâtip olarak çalıştığı bu saltanat abidesine Zîn gibi seslenir:

Mem benim olsun ve merhamet de senin
Gam benim olsun ve saltanat da senin

Muzaffer Oruçoğlu

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.