FELSEFE
Türkiye’de 20. yüzyıl başında, filozof veya feylozof olarak bilinen kavramın neden “felsefeci” kelimesine evrildiği de, konuşmalar sırasında açıklamasını buldu. Pisagor’un mütevaziliği, Türkiyeli aydınların ise öztürkçeci eğilimlerinin altı çizildi. Sıklıkla sistem eleştirisi yapıldı. Bilim başta olmak üzere bazı konuların kutsal sayılması gerektiği ve eleştiriden muaf görünmesi çok şaşırtıcı geldi bana. Kutsallık, eleştiri ve komünizm teorisi üzerinde bir kez daha düşünmek gerektiği hasıl oldu. Bu konular üzerine bazı tecrübe ve kanaatlerimi yazmak istiyorum.
23 Kasım 2024 tarihinde Bakırköy Eğitim Sen’de yaptığımız buluşmada benim kısa bir sunumum da oldu. Sunumda felsefeyi diğer disiplinlerle karşılaştırıp farkını göstermeye çalıştım. Aynı karşılaştırmayı politika ve sanat ile de yaptım. Felsefenin, akademilerde olduğu gibi halk içinde de çok yaygın olan eleştiri, sorgulama, akıl, mantık, itiraz gibi klişelerle açıklanmasının yanlış olduğu üzerinde duruldu.
Sunumda bunlarla ilgisi olsa bile, felsefe deyince esasen “kavramsal düşünme” üzerine vurgu yapılması gerektiğini hatırlattım. Çünkü filozof denilen kişi, sanatçı, bilimci ve politik teorisyen veya aktivistten farklı olarak kavramlarla düşünür. Bu şekilde yapılan entelektüel faaliyete de felsefe denilir. Buradan hareketle felsefe yapan kişiye de filozof diyoruz.
Buraya kadarki felsefeye dair söylenenler tüm felsefe aktivitelerinin ortak paydasıdır. Bu aktiviteden yola çıkarak dünyanın çeşitli görünüşlerini bilgi nesnesi yaparak, açıklayarak, yorumlayarak, felsefesini yapanlara “ana akım filozof” veya günümüzde yaygın olduğu tarzıyla “akademik filozof” diyebiliyoruz. Dünyanın, uygar ya da modern toplumun değiştirilmesi için yapılan felsefeye tarihsel materyalizm demek yanlış olmaz. Keza böylesi bir felsefeyi inşa eden, etkin kılan, kitlelere taşıyan kişilere ise “toplumcu – gerçekçi filozof” veya “Marksist / komünist filozof” demek uygun görünüyor.
Sunumda Marx ve Engels’in felsefeden ne anladıkları üzerinde de biraz durup sınıfsız bir dünyada felsefenin de son bulacağını dile getirdim. Sanırım bu varsayımım pek ilgi görmedi. Toplantı dışındaki tecrübelerimi de dikkate alarak söylüyorum ki, günümüzün insanlığı gelişmelere, ütopyalara, yeniliklere çok açık ve yatkınmış gibi görünse de son derece muhafazakardır. Sağcısı solcusu, dincisi dinsizi, tutuculukta oldukça benzerdir. Hatta komünist ve Marksist dediğimiz kesim bile belli bir oranda bu tutucu eğilim içindedir.
Dünyada 60 yılı aşkındır komünist iddialı bir devrimin gerçekleşmiyor oluşu, sanırım tutucu eğilimi, değişmezlik psikolojisini tetikliyor ve etkin kılıyor. Bu çağın, devletin, ailenin, hukukun, eğitimin, dinin, caminin, kilisenin, felsefenin, ordunun, polisin, öğretmenin… Tüm bunların uygar dünyayla ilgili olduğu, uygar dünya son bulursa bunların da sönümleneceği görüşü kabul görmüyor; tersine bunlar, “böyle gelmiş böyle gider” mantığı içinde görülüyor.
Günümüzde toplumun çok büyük bir kesiminde umutsuz, kötümser, kaygılı, güvensiz bir ruh hali söz konusudur. Böylesi bir halin, tarihsel materyalizm, sınıf teorisi veya Marksist ideoloji içindeki kesimlerde de görünmesi düşündürücüdür. Ütopik de olsa sınıfsız bir altınçağın gerçekleşeceğine inanç zayıflayınca toplum eleştiriye sınır getirmek istiyor ve gerçekleşebilir (modern / uygar) değerlere yöneliyor!
Mesela sunum sırasında en fazla itirazı, bilimin de son bulacağı tezi alması garip geldi bana. Bu varsayımın, birçok ortamda daha tepkiyle karşılandığını burada da paylaşmış oluyorum. Sanırım bilimin de diğer kurum ve disiplinler gibi bu uygarlığa ait olduğu unutuluyor. Yerçekimi yasasının, geometrinin, uzun ömürlü olmanın, sınıflı toplum uygarlığına içkin olduğu dikkatlerden kaçıyor. Bir arkadaşın “tüm kurum ve düşünsel, estetik disiplinler son bulsa bile bilim varlığını sürdürür” demesi çok kışkırtıcı oldu. Yanlışlık şuradaki, böyle bir argüman bile, içinde yaşadığımız uygarlığın mantığı ile kurulmaktadır. 11. Tez’de önerildiği üzere, dünya değişirse arkadaşın önermesi de lüzumsuz hale gelebilir.
Tartışma böylesi bir itirazıma rağmen elbette bitmedi. Bu bilim ve zulüm uygarlığı, bilinçleri belirlediği müddetçe bitmez de. Şu söyleniyor: Felsefe son bulabilir ama bilim asla! Böyle söyleyenlere göre bilim günümüzde bile felsefeyi etkisiz ve gereksiz hale getirmişmiş! Bana sorarsanız, bu söylenenler aslında yeni değil, eskiden beri “bilimsel felsefe” söylemiyle ileri sürülen spekülasyonlar. Beni şimdilik ilgilendiren nokta şurası ki, kullanım değerinin geçerli olduğu farklı bir uygarlıkta felsefenin de, bilimin de, yukarıda sayılanların da sönümleneceğidir. Hiç değilse anlam değiştireceğidir.
Tartışmada bilimi kutsallaştıran dostlara ise şunu söylemekle yetindim: Bilim var olduğu sürece, salt onun felsefesini (bilim felsefesi) yapmak için olsa bile felsefe de var olacaktır. Hatta siyaset ve sanat da varlığını sürdürür. Keza bunlardan birisinin (bilim deniliyor) varlığını sürdürmesi durumunda hukuk, din, eğitim, aile ve benzer kurumlar da varlığını sürdürür. Bu anlamı ise devlet de, sınıflar da hep var olacak demektir. Çünkü bunlar birbirine bağlı unsur ve yapılar olarak doğmuşlardır. Sönümlenmeleri de ancak birlikte olabilir. Bunların yerini genel bir düşünsel – duygusal faaliyetler ile pratik yaşam süreçleri alır.
Tutuculuk, değerleri ve her türden alışkanlığı sürdürme eğilimi çağın özelliğidir dedik. Dinciler her şeyi dinden giderek açıklıyor, dil bilimciler bilimi bile dilden giderek izah ediyor. Her şeyi ideolojilerin belirlediğine inananlar da az değil. Liberalizm mülksüz insan ve toplum düşünemiyor. Mülkü kutsal görüyor. Marx, yaşamı üretim ve üretim güçlerinin belirlediğini söylemişti. 300 yıllık burjuva çağında bilimin kral ve Tanrı gibi algılandığı görülüyor. Her olgu, gelişme, yenilik sermayenin hareket tarzı ile değil, bilim ile açıklanıyor. Sınıf mücadelesi yerine “bilim mücadelesi”ni koyanlar da az değil. Proletaryada bundan önemli ölçüde etkileniyor. Oysa bilim, en büyük hizmeti sermayeye ve savaş sanayisine yapıyor. Üstelik sermaye tarafından sevk ve idare ediliyor. Salt bu yüzden olsa bile eleştirilmez değildir.
Modern burjuva toplumuna karşı en sert eleştiriyi de Marx ve Engels yapmıştı: Bizim için katı, mutlak ve kutsal hiçbir değer yoktur. Oysa “bizimkiler”, Marksizmi bile eleştirmeye izin verdiği halde bilimi, felsefeyi, sanatı, hukuku vs eleştirmeye mesafeli duruyor. Böyle olunca komünizm tasarımı da bulanıklaşıyor, belirsiz hale geliyor.
Komünizm deyince bazı soruların akla gelmesi kaçınılmaz oluyor. Yeni bir dünya kurmak mümkün mü? Sol düşünceler ve bilhassa Marksist teoriler buna genellikle evet diyor. Yeni dünya, yeni toplum ve yeni insanın sınıfsız bir yaşam tarzına tekabül ettiği de savunuluyor. Peki kastedilen yenilik birkaç cümleyle betimlenecek olsa neler söylenebilir? Bilimde, felsefede, dinde, ahlakta, sanatta, siyasette, hukukta, devlette, ailede, yenilik mi kastediliyor?
Sorulara devam edelim. Yeni, sınıfsız bir dünya derken ilerici reformlar mı kastediliyor yoksa devrimler mi? Çoğumuzun bildiği gibi Marksizm, reform ile devrim arasında diyalektik bir ilişki görse de esasen devrime vurgu yapar. Reform nicelikle ilgilidir, iyileştirir; devrim ise nitelikle ilgilidir, tersine çevirir. Nitekim Marx, Hegel’e karşı çıkarken “benim diyalektiğim Hegel’inkinden yalnızca farklı değil, onun tam tersidir? denemiş miydi?
Demek ki Marx açısından yeni bir dünya, yeni bir yaşam tarzı, yeni bir bilim ve düşün dünyası denildiğinde bugünkünden nicelik olarak sadece farklı ve ileri olan, biraz daha adil ve özgür olan bir dünya kastedilmiyor. Marx’tan ve Marksizmden benim anladığım, (ütopik, metafizik olsun olmasın), bütün uygar kurumların, bilim, düşün ve estetik disiplinlerin nitelik değiştireceği, son bulacağı ya da sönümleneceğidir.
Oysa Marksist kimliğiyle tanınan kişilerin yazıp çizdiklerine bakıldığında, konuşmaları ve söylemleri izlendiğinde yeni dünyanın ya da komünist toplumun, şimdikine oranla yalnızca biraz daha adil, biraz daha aydınlık ve biraz daha özgür bir dünya düzeyinde tasvir edildiği görülüyor. Böylesi tasvir edilen dünyaların gerçekleşmesi de elbette mümkündür. Ne var ki komünizm olarak betimlenen dünya, nitelik bakımından bugünküne ve onun iyileştirilmiş bilcümle türevlerine karşıt bir konumda yer almaktadır.
Mehmet Akkaya
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.