ÖYKÜ
Kendimi çok yalnız hissediyorum. Öyle bir yalnızlık ki bu… İçinde herkesin olduğu bir yalnızlık…
Birini arıyorum sürekli. Beni bu histen uzaklaştıracak birini. Bir kalabalığın içindeyim sanki. Üzerime dikili gözler var etrafımda. Bana kusurlarımı hatırlatan gözler…
O bakışlar gözlerimi kör edecek güçte zehirli bakışlar atıyorlar bana. Gülümseyen yüzlerde… Evet gülümseyen yüzlerin üzerindeki oyuklarda gömülü gözler var.
Belki de maskeler… Gözleri açıkta maskeler var karşımda. Tamamı mütebessim halde maskelerin oyuklarındaki gözlerin sahipleri ve duyumsadığım yalnızlık hissi…
Bir çocuk beliriyor sanrıya eş değer bir varsayım yansımasında. Kendi çocukluğum geliyor aklıma. Ne tuhaf! Her çocuk kendi çocukluğuma götürüyor beni.
Ne zaman bir çocuk görsem zamanda yolculuğa çıkıyorum sanki. Market reyonunda tadını merak ettiğim keke ilişmeye utanırken ellerim, etrafımı saran gözler değiyor bakışlarıma. Ürperiyorum. Geri çekiliyorum.
Çalmaya utanmak değil bu. Tadını merak ettiğimin tadının belirsizliğinin bana dayattığı merak hissine duyduğum mahcubiyet. “Bir şeyi elde etmenin ilk yolu merak etmektir.” derdi öğretmenimiz. Ben merak etmiş; ama elde edememiştim.
Sonra bir gün aynı kekin tadını merak eden bir arkadaşım o keki çaldı. Utandı mı bilmiyorum. O, keki yerken ben bu sefer de çalınan bir şeyi yemeye utandım. “Çalmak kötü bir şeydir!” derdi çünkü babam.
Öğretmenim ve babamı dinledim. Fakat o keki yiyemedim. Tadını merak ettiğim kekin tadını alamamak, dinlediğim nasihatlerin bir bedeliydi sanki. Öğretmenim bana başarılı, babam ise iyi bir insan olmanın yolunu göstermişti.
Arkadaşım merak ettiğine çalarak ulaştı. Başardı yani. Lakin iyi biri olarak yapmadı bunu. Demek ki hem başarılı hem de iyi olmak gerek. Her iyi, başarılı olur mu bilmiyorum; ama her başarılının muhakkak iyi biri olması elzem.
Çocukluğumun travmalarını biriktiren bilinçaltımın odalarından birinde bekleyen o kek, bir gün markette gezinirken pat diye çıkıverdi bilinç sahneme.
Aradan yıllar geçmişti. Yapmakla övündüğüm mesleğimden kazandığım parayla aldım o keki. Marketten çıktıktan sonra bir çocuk gördüm. Yardımsever insanların çocuklarına artık küçük gelen eski kıyafetlerinden bir kombin yapmış hali vardı.
Montu pantolonuyla, pantolonu kazağıyla, kazağı ise çizmeleriyle uyumsuzdu. Çizmeler belli ki ona aitti. Koyu gri lastik çizmeler… O çizmeleri çok iyi tanıyorum… Çizme dışındakiler üzerinde emanet duruyordu. Market camından içeri bakan gözlerini bana çevirmesini sağlayacak dinginlikte seslendim ona.
Bana baktı. Utandı biraz. Hiçbir şey demedi. Hiçbir şey diyememenin ne demek olduğunu bilirim ben. O keki ilk gördüğümde bana bakanlara hiçbir şey diyememiştim ben de.
Market poşetinden çıkardım keki ve ona uzattım. Alıp kaçarak uzaklaştı yanımdan. Ben o kekin tadının belirsizliğiyle yürürken yolda, aklıma annemin “Merhamet en güzel giysidir oğlum!” sözü geldi.
Sürekli aynı giysileri giymekten utandığımı anneme dert yandığım zamanlarda söylerdi bu sözü.
Bana o günlerimi anımsatan bir yalnızlık hissi var içimde. O gözleri arıyorum: Merhametli, iyi ve başarılı birini seven insanların gözlerini…
Bir kibir tıklarken kapısını kalbimin. Ben o kibre kulak tıkıyorum… Ya da tıkamaya çalışıyorum. Ben çok sevdiğim insanların nasihatlerine uyma yolculuğumda kibrin bana bol gelen giysisini giymezken bana bakan gözlerin ısrarlı kusur arayan bakışları ve o bakışların maskeyle gizleyemediği kompleksli suretler, isli bir his sisi yayıyor yüreğime. Daralıyorum.
Ve bu yalnızlığı hiç sevmiyorum. Bize kimlik kazandıran ne varsa hepsi bir giysi değil mi üzerimizde?
Bütün giysilerden sıyrılmış çıplak bedenlerimizle var olurken küçük bir bedende… O beden o giysilerde kendini kaybediyor sanki. Birbiriyle aynı bedenlerin giysilerden kazandığı kimlikleriyle kibir büyütmesi içinde… Tuhaf değil mi?
Bir çocuk bir yerde bir kek yiyemezken içte büyütülen o kibirle yaşamak tuhaf değil mi?
Ve ben artık o kekin tadını hiç merak etmiyorum. Onun tadına merak, bana o gözleri anımsatıyor çünkü… Maskeli yüzlerin örtemediği gözlerin sahibi kibirli suretleri… Bana yalnızlık hissini kanıksatanları… Ben o yalnızlığı hiç sevmiyorum.
Yakup Yaşar
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.
Merhaba hocam gecmişe takilirsaniz kederli, geleceği düşünürseniz endişeli olursunuz anı yaşayın hayatın dadini alın..