İNCELEME
Kapitalizm, Kentler ve Sokak Hayvanları Kapitalizm için ister hayvani ister bitkisel olsun, doğal varoluş mutlak tehlikedir. Yaşamın mimetik modelinin geçerli kabul edildiği kapitalist sistemde, sömürü tarifsiz modellerle hayatın her alanında uygulanır. Patriyarkal öncesi çağların bütün izlerini insanlık hafızasından silmiş kapitalist yaşam modeli, modern şehirleri bir ideolojiye dönüştürerek, hayvanların yaşam alanlarına karşıt mimariler geliştirir. İnsan- hayvan ilişkilerini; kentsel orta sınıflı bir toplumla ortadan kaldıran kapitalizm, yoksul ve burjuvazi sınıfının hayvanlarla olan ilişkilerinide farklı bir perdeden sınıflandırarak yönlendirir.
Yoksul kesimleri, kendi yaşam koşulları içinde boğarak, orta ve üst sınıf burjuvazi gruplarını doğal olan her şeye karşı duyarsızlaştırarak, toplumsal sistemini kurgulayan kapitalizm için, sokak hayvanlarının varlığı ilkel yaşamın bir kalıntısı olarak tarif edilir. Bu nedenle sokak hayvanları, gittikçe modernize olan toplumsal sistemde, geri kalmışlığın bir alâmeti olarak kabul görüyor. Kapitalizmin bu anlayışından dolayı birçok hayvanın yaşaması, insanların avcılık sporu yapmasıyla şartlandırılmıştır; ya da hayvanat bahçelerinde, insanların eğlenmeleri için, yaşamalarına müsamaha gösterilmektedir. Modern şehirlerin alternatifsiz yaşam mekânlarına dönüşmesiyle birlikte gelişen bu bakış açısı, insanların yalnızca maddi olan şeyleri görmesine müsade ediyor. Bu bakımdan toplumların gıda ihtiyacı, hayvanlardan karşılandığı için, hayvanlar bir meta olarak, varlıksal bir değer taşıyorlar. Ancak, gündelik kent hayatında, sokak hayvanları bir meta olarak faydacı olmadıklarından dolayı asla yaşam hakkına sahip olamıyorlar. İnsanların gerek evcil, gerekse vahşi hayvanlarla olan ilişkisi sosyolojik açıdan formüle edilmesine rağmen, modern toplumsal hayatın bu kuramın çok uzağında gelişerek yaşam bulması, bu formülasyonu hayatın merkezinden kaldırıyor. Özellikle mekânı fetişleştiren modern kapitalizm, insanların ve hayvanların doğal konumlarını değiştirerek; insanı mekânın tek öznesi kılıyor.
Mekânın yani sadece tek yaşam olanağının bulunduğu kentler, emek sömürüsünün örgütlendiği ve bürokratik ussallığın sistemleştiği yerleşim alanları olarak, insanın niteliğini; niceliğe indirgediği gibi aynı zamanda, insan haricindeki diğer birçok canlının, özgül varlıklarının bir ürüne indirgendiği eko-politik mekânların alternatifsiz barınma alanları oluyor. Antroposantrizmin bir türcülük mantalitesi olarak yaşamın yegane ölçüsü olması, insan türüne münhasır bir hayat akışını esas alıyor. Bu temelllendirme ise modern şehircilik planlamasında, insan merkezli bir tutuculuk halinde beliriyor. Kentsel form ve işlevin ekolojik düşünceden bağımsız bir şekilde ilerlemesi, zamanla insan- hayvan ikiliğinin mutlaklığına evrilerek, şehir ve toplum ideolojisinin kaynağı oluyor. Söz konusu bu mutlaklıkla birlikte insan, hayatın tek ölçüsü olarak, kapitalizm tarafından yeni ihtiyaçlara göre tasarlanıyor. Bu amacın neticesi olarak hayvanlar yalnızca sayılabilen artefaktlar olmanın ötesinde bir anlama kavuşamıyorlar. Sanayi devriminden beri kendisini sürekli yenileyen ve içsel çelişkilerini, krizlerini biriktirerek ilerleten kapitalizm, evrimleşmesinin her aşamasında yeni toplumsal modeller üretmeye devam ediyor. Bu modelin, çağımızla eş zamanlı olarak gelişen modern şehirleri, tüm gerilimleri ve çatışmalarıyla, insan- hayvan ilişkilerinde; sokak hayvanlarının azaltılması yönünde bir bütünleyene doğru yapısal ivmeler kazanıyor.
Kapitalist yaşam felsefesinin kent mekânları ile hemhali, gelinen noktada insan-hayvan birlikteliğini muğlaklaştırarak, varlık krizine doğru yol almaktadır. Kapitalizmin içsel krizlerine eklemlenen varlık krizi, hayvanlarıda toplumsal statü içerisinde sınıfsal ve siyasal eksenli bir konuma oturtarak, yok ettiği doğal yaşamla birlikte, egemen kentsel ideolojinin, sosyo-mekânsal iktidarı olarak güç devşirmeye devam ediyor. Kentlerin, metaların üretimi ve dolaşımı ekseninde kurulması, bir yandan insanı sömürürken, diğer yandan mekânın üretimini ve yaşamın devamını, sermayenin birikim sürecine endeksliyor. Üretim mekânlarının, yeniden üretim mekânlarına sıçrayışı olarak telaffuz edebileceğimiz bu döngü, sermaye sınıfının tahakkümünü pekiştirmesi ve sermayenin sömürdüğü insan emeği haricindeki diğer canlılarla, olumlu( iktisadi) anlamda hiçbir alâkasının olmadığını bizlere bir kez daha hatırlatmış oluyor. Dolayısıyla sokak hayvanlarının failliği kapitalist sistemde, kendisine tanzim edilmişlerle sınırlandırılmaktadır.
Failliği, kelimenin tam anlamıyla izah edecek olursak: İnsan ve hayvan ilişkilerinin mülkiyet esaslarıyla sınırlandırılarak kentleşmeyle birlikte gelişmesi, insanların hayvanlara yönelik duyarlılığını, insanbiçimlilik üzerinden formüle etmesidir. Bu durumda insan, üretken bir canlı olarak ampirik yöntemlerle, yaşadığı mekânın sınırları dahilinde, türcülük hakikatiyle, kapitalizm tarafından üretilmiş bir kimliğe ait kılınmaktadır. İnsanın sahip olduğu bu kimlik; insan, doğa ve hayvan birlikteliğinden arındırılmıştır. Bu nedenle bireyin yaşama adapte olması, biyolojik ve ruhsal bakımdan sadece üretim ve emek sömürüsü süreciyle hesaplanmıştır. Haliyle, doğaya ve hayata bağlı olan her şeye karşı, yabancılaşan kapitalist insan modeli, doğanın tüm varlıkları arasında, kapitalizm tarafından hedefteki merkeze oturtulmuştur.
Literal anlamda, “Homo Economicus” olarak ifade edilen yeni insan karakteri, doğal olgulardan bağımsız bir halde, kent yaşamını kapitalizmin arzuladığı biçimde sürdüren birey olmanın yanında, insanmerkezci bir mantıkla ve hedonist bir psikolojiyle, nesneler uzamından özneler uzamına; yaşamayı insanbiçimcilik algılayışla sürdürür. Ortaya çıkan bu toplumsal statü içerisinde sokak hayvanları, modern hayatın özerkliği içerisinde, ölüme terkediliyorlar. Çünkü kapitalizm yeni bir toplum sûreti ortaya çıkarmıştır. Bu prototipin kodları arasında sokak hayvanları, kent yapısının holistik kurgusuna uymayan fazlalıklar olarak konumlandırılıyorlar. Kapitalizmde insan aklı doğa ve toplum karşıtı yetkinlikler kazanmış bir irade olarak tarif edildiği için, kapitalist yaşamda doğa ve topluma aykırı yetkinlik kazanma yetileri bulunmayan sokak hayvanları; doğayı ve toplumu sömüremedikleri için, kapitalizm nezdinde yalnızca sermayenin ihtiyaçlarını karşılayan bir metadan fazlası değildirler.
Kapitalizmin sömürüyü envai çeşit yorumlarla maskelemesi, sokak hayvanlarınında neden sokağa terkedildiklerini gölgeliyor. Toplumsal bilinçte varoluşun ve hayatın kaynağı, kapitalist zihniyet tarafından sürekli tersine çevrildiği için, tabiî olarak hayvan ve insan eşitliği, sosyal yaşamın varlık kaynağı prosesine dönüşemiyor.
Heybet AKDOĞAN
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.