Feramuş* / Uğur Ünen

/ 13 Mayıs 2023 / 59 views / yorumsuz
Feramuş* / Uğur Ünen

Bir tan vakti. Anılar dolu olmuş, öfkeyle cama çarpıyor. Çünkü unutulmak istemiyorlar. Oysa yaşlı zihin her şeyi usul usul unutuyor. En kötü şey unutmak değil mi? Sorusuna cevap vermeyi unutuyor. Tanıdığı insanlar tarafından terk edildiği günden beri bu hastalıktan muzdarip adam. Adı Feramuş. Adının anlamına uygun olarak ona uzun süredir seslenilmemiş. Yatağından kalkmaya mecali yok. Gündüzmüş geceymiş farkında bile değil. Öylece bekliyor. Neyi? O da bilmiyor. Eskiden olsaydı “Hatırlanmak,” derdi. Belki de derinlerimizde saklanan tüm sevdiklerimizi bir gün kaybedeceğimiz korkusu onu bu hâle düşürmüştür. Doğrusunu isterseniz bu tam anlamıyla bilinemeyecek. Süresinin azaldığını hissediyor. Zaten insanı yalnızlık hep hisli yapıyor. İnsanın ömrünü terk edilmek azaltıyor. Bu terk ediliş kimi zaman sözledir, kimi zaman özle. O her ikisini de yaşamış. Umudu takatsiz. Yüreği bitkin. Ruhu pır pır uçmaya hazırlanıyor. Bekleyişlerinde kaybolmuşken kapısı çalıyor.

“Evde kimse var mı?”

Aslında yok. Epeydir kendini bir kimse olarak bile görmüyor. Yataktan kalkası da yok. Yine de öfleye püfleye kalkıyor. “Kim o,” diyor yorgun sesi. “Yük taşıyan,” diye bir yanıt geliyor kapının diğer tarafından. Feramuş düşünüyor. Herhangi bir yük istememişti. Yeterince görünmez yükü vardı zaten. Bir de görünen yükü kaldıramazdı. “Ben yük mük istemedim, ne yükü yahu,” diye yakınıyor. “Artık sizden alınması gereken bir yük,” diyor ses. Nasıl yani? Yükü vermeyecekti, üstelik ondan alacak mıydı? Sevinir gibi kımıldıyor ağzı. Yüzüyse aynı ifadesini bozmuyor. Yıllardır aynı ifade yüzüne yerleşmiş ve gitmeye niyeti de yok. “Peki, bekleyin açıyorum,” diyor sese. Karşı taraftan yeni bir ses duyulmuyor. O an sessizliğe ait. Kapıyı açar açmaz kendi gençliğine çok benzer bir yüzle karşılaşıyor. Masum yüz ışık gibi parlıyor, hafiften gülümsüyor. Samimi bir gülüş. En yakın dostunu hatırlıyor o gülüşte. “Seni tanıyor muyum çocuğum,” diyor. “Hayır, tanımıyorsun ama biliyorsun. Ben ise seni yıllardır tanıyorum. Gelmemin nedeni yükünü vermeye hazır olmandır.”
Yine sessizlik.

İçeri girebilir miyim? Size sormam gereken birkaç şey var.”
“Tamam da neyle ilgili?”
“Tamamlanması gereken evraklar için üç soru.”
“Ne evrağı o, üç soru mu?”
“Geçiş için gerekli evrak. Sonra anlatırım. Evet, üç önemli soru.”
“Tanımadığım birini eve alamam çocuğum. Kusura bakma. Hadi sana iyi günler.”

Tam kapıyı kapatacakken genç sesleniyor.

Tanımadığına emin misin?”
“Doğrusunu istersen tanıyor gibiyim. Çıkaramadım.”
“Anladım. Gireyim mi?”
“Ne evrağı olduğunu bile anlamadım ki. Yaşlı bir adamım ben çocuğum. Ne işim olur evrakla? Gözlerim bile iyi görmüyor artık. Hem dediğim gibi seni çıkaramadım.”
“Peki, iyi günler.”

Bir gülümseme. Kapı kapanıyor. Feramuş arkasını döner dönmez gençle karşı karşıya geliyor. Eli ayağı titriyor. Korkusu kalbini avucuna alıp sıkıveriyor sanki. Ani gelen bir acı. İğne batar gibi bir his. Ardından yaşlı adamın içi boş bir naylon gibi yere yığılışı…

Feramuş kapının hemen önünde hareketsiz. Kapının ardında kimse yok. Komşuların kapıları kapalı. Koridor serin. Feramuş’un bedeni koridordan daha serin ama özü yalnız değil.

Genç mimiksiz bir şekilde Feramuş’un bedenine doğru eğiliyor. “Hoş bulduk,” diyerek kulağına fısıldıyor.
Kendini özetle.
İçin derinlerinden bir ses yükseliyor gencin bulutsu zihnine. “Yalnız.”
Neden yalnızlığı seçtin?
Korktum.”
Başkası için ne yaptın?
Ses yok.
Sevgi ektin mi, büyümesi için?”
“Denedim. Sevilmedim. Vazgeçtim.”
“Yardım ettin mi bir muhtaca?”
“Ettim.”
“Kime?”
“Kendime.”
“Peki ya başkasına?”
“Güvenemedim.”

Evin içinde hareketsiz beden tek başına kalıyor. Genç artık yok. Belki de orada hiç olmamıştı.
Hayat denilen yük Feramuş’un üzerinden alınıyor. Hafifliyor. Mutlu. Yeryüzünden havalanarak bir kuğunun üzerindeymişçesine süzülüyor. Hiç olmadığı kadar huzurlu. Tam ve bir olacağı yere doğru ilerliyor. Bundan böyle unutmayacağı ve unutulmayacağı yere. Süzülüyor sonsuzluğuna.

*Unutma

Uğur Ünen

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız...
Benzer Konular
Başkaldırıyorum / Erinç Büyükaşık
Gecenin sarı, ölü ışığında bir gölgeye dönmüştü. “Aynı tas, aynı hamam.” Kocasının horultusuyla uyandı. Yol patlasa uyanacak değil besbelli. Evin içinde başörtüsüz dolandı iki oda arasında. Derin bir iç çekiş...
Dile Gelmek / Mert Happy
Tost makinesi içindeki artık ekmek kırıntılarını tezgâhın üstüne atmaya çalışıyordu. Tost Makinesi: Yahu ne pasaklı bu kadın beni bu halde bırakıp gitti. Bunu alanın vay haline. Kahve Makinesi: Sen yine iyisin ya..
Yarım Kalan Düşler / Yakup Yaşar
Santiago’nun üzerinden geçtiği çölün bir yerinde ilerlemeye koyuldum düşümde. Bir çocuktum ben… Babamla kitap okurken dalakaldım. Okumaya doyamadığım Simyacı’nın en heyecanlı yerinde hem de… Kişisel Menkıbe’min peşinde de değildim üstelik...
İzler / Yakup Yaşar
Her okur kendi romanını yazar. Kendi hikâyesine ayna tutar yazarın yazdıkları. Bir kitapta gözleri sürekli kendi geçmişine yolculuğa çıkar. Her yazar kendinden izler taşır sözcüklerinde; ama hiç kimse yazarın kendisiyle..
Suçlu / Uğur Ünen
Suçluyum Seninle daha fazla vakit geçirmediğim Ellerini yeterince tutmadığım için Mutsuzum Sana daha fazla sarılmadığım Seninle yeterince görüşmediğim için Düşüncelerini görmezden mi geldim Seni sen olarak kabul mü etmedim Susturdum..

Yorum yaz