Fatih Oto yazdı: İNANCIN ONTOLOJİK-METAFİZİK ÇÖZÜMLENMESİ

FELSEFE

Fatih Oto yazdı: İNANCIN ONTOLOJİK-METAFİZİK ÇÖZÜMLENMESİ
Yayınlanma: Güncelleme: 606 views

Metafiziğe kaçan konularda problemin çözümünün neye dayanılarak yapılacağı konusunda şüphe, analiz, eleştirel bakış, sorgulama önem kazanmaktadır.

Temelde inançla düşünce arasındaki ilişkinin incelenmesi gerekir. Dinlerin temel argümanı inanç üzerine kurulu olduğu için bu ilişkinin ne olduğunun anlaşılması probleme temelden bir yaklaşım getirmiş olacaktır. Öncelikle dini inançla kanaat ve niyet taşıyan inancı birbirinden ayırmak gerekir. Örneğin “A. bu işi başaracağına inanıyor” dendiği zaman buradaki inanç dini inançtan farklıdır. Söz konusu olan inanç bir Tanrıysa o zaman işin rengi başka bir hal alıyor demektir. Tanrı tanımlanması mümkün olmayan bir kavramdır. Aristoteles’in iddiasının aksine formsuz bir kavramdır. Zaten Aristoteles’in kendisi de bu formun nasıl bir şey olduğunu söyleyemez. Üstelik herhangi maddi bir veriye de sahip değil. Adeta bir boşluğun, yokluğun tarif edilmeye çalışılması gibi. Kimi zaman güç deniyor ama güç de anlaşılabilir maddi bir potansiyeldir. Örneğin bataryanın, akünün gücü potansiyel olarak onda saklıdır ve uygulamada kendini mekanik bir aracın çalıştırılmasında gösterir. Yani duyumsanan bir şeydir. Tabii güç yalnız doğa olaylarında değil sosyal hayatta da kendini belli eder. Siyasi yönetim bir güç taşır. İnsanların işlerinin yapılması sosyal türden bir gücü gerektirir. Bazen bu güç kötüye de kullanılabilir. Doğanın kendi gücü vardır ve determinizmle ilerler. Beslenme zincirinde yırtıcılar en üstte yer alıp otçullarla beslenirken vahşi doğa denilen şey en acımasız biçimde kendini gösterir. Dünya savaşları çıkar, dünyada bir yığın kötülükler, vahşet olurken Tanrının eline ilişkin hiçbir iz bulunmaz. O zaman en üstün belirleyici güç olarak atfedilen Tanrı kaos ve vahşet mi istemiştir, sorusu akla gelir. Kimileri insanları Tanrıyla korkutur ama asıl korkulması gereken yerin nereden geldiği belli değil midir? Bu durumda inanç ve Tanrı kavramlarının mahiyeti nedir, diye yanıtlanması gereken bir soru ortaya çıkar.

Tanrı maddesel bir özelliğe işaret etmeyen bir kavram olduğundan ve bilme ediminin dışında kaldığından ancak inançla açıklanabilir. Tanrı varsayımı dünyevi gerçekliğin karşısında aşkın metafizik bir düşünce anlayışını da ortaya çıkarmıştır. Bu anlayış dinlerin ortaya çıkmasından önce de ilkçağ toplumlarında göksel doğa olaylarının ruhani bir güce karşılık geldiği şeklinde yorumlanmıştır. Karanlık çağlarda bunun böyle olması normal karşılanabilir. Çünkü o zaman bilim, felsefe ortada yoktu. Doğa olayları çeşitli kültürlerce Tanrı adı verilen bir güce bağlanmıştı. Hatta Tanrı inancına bakıldığında onun da değişik inanç yaklaşımları tarzında aşamalardan geçtiği görülür. Çoktanrıcılık böyle bir şey. Daha sonra bu inançlar kendilerini kurumlaştırarak bir kutsal kitap üzerinden sabitlemek istemiştir. Tanrı gibi maddesiz bir kavram, temsilci olduğu ilan edilen bir peygamber ve kutsal kitap üzerinden kanıtlanmaya, yasa haline getirilmeye çalışılmıştır. Önce bir toplumun kendi kültürüne bağlı olarak ortaya çıkmış ve diğer toplumlara yayılmıştır. Bir tek Musevilik kendi dinini yaymak istemez. Hıristiyanlık ve İslam yayılmacı özellik gösterir. Tabii Avrupa’daki reformlar sonucu Hıristiyanlık bu özelliğini kaybetmişti. Modern devlet aşamasına geçildiğinde bu yayılmacı anlayışların önü kesilmişse de Ortadoğu, İslam toplumlarında hâlâ bu yayılmacı motivasyonun içsel bir potansiyel taşıdığı söylenebilir ki bu durum o toplumların gelişen dünya karşısında geri kalmalarının da bir nedeni haline gelmektedir. Siyasal İslam bilimden kopuk, hatta ona karşıt olarak zamanın postmodern akıldışılığının yapısına uymakta ve kendisine uygulama alanı bulmakta, zihinsel aşamalardan geçmemiş kitleleri çok rahat peşinden sürükleyebilmektedir. Osmanlıcılığı savunanlar Osmanlı imparatorluğunun İslamcı motivasyonuyla o imparatorluğu ve toprakları elde ettiğini ileri sürerler ama Osmanlının çöküşündeki kökenin de yine aynı din olduğunu kabul etmek istemezler. Zaten laik ulus devlet aşamasına geçiş böyle bir zorunluluğun sonucuydu. Ancak kapitalist küreselleşme emperyal güçlere dünyanın yeniden yapılandırılmasında en kolay kontrol yolunun din üzerinden olduğunu gösterdi, ancak bu kendine de zarar vermeye başlayınca daha dikkatli olma gereğini duydular. Kapitalizmde doğası gereği krizler taşıdığından zaman aşımı, kullanma tarihi noktalarıyla beraber farklı yollar açılıp denenmek istenir. Krizlerin yükünü yine mazlum halklar çekmektedir. Göçler ve savaşlar bu yeni çağın dramatik yüzüdür. Yine servetin büyük bölümünü küçük azınlık sınıfların, şahısların elinde tutmasına karşın günü karın tokluğuna geçirdiklerinde kendilerini şanslı sayan büyük nüfuslar bu yeni dünya düzeninin içinde bulunur.

İşaret etmeye çalıştığım bu konular inancın yalnız basit bir inanç olarak kalmadığını, masum bir yaşam tarzının ötesinde siyasal, sosyal boyutunu da gözler önüne seriyor. Ontolojik-metafizik analizlerle Tanrı inancının çözümlenmesi gerekmektedir. Bir kere anlamsal olarak bilgi ve inanç farlılığı iyi anlaşılmalıdır. Felsefe bize “nasıl bilebiliriz,” sorusunu sorar. Bu konu epistemoloji alanında uzun tarihsel süreçler boyunca yanıtlanmaya çalışılmıştır. Rasyonalizm, ampirizm, eleştirel felsefe bu konuda birçok tezler ileri sürer. Ancak birçok filozof düalist anlayışın tuzağına düşmekten kurtulamamıştır. Bilmeyi çeşitli yollardan açıklar ama bir noktada inancın esiri olarak bilmeyle inanç arasında kontak kurmaya çalışır. Bu durumda uzlaşmaz yapı olan bilmeyle inanma, zeytinyağıyla su gibi ayrık bir vaziyette duracaktır. Akılcı filozof Descartes önemli görüşlerinin yanında aşkın düşünceye de bir bağlantı kapısı bulmaya çalışmış, kanıta önem verdiği için ruhsal dünyaya geçiş kapısının epifiz bezinde olduğu düşüncesini ileri sürmüştür. Deneyci Locke Tanrı inancını en sağlam kanıt diye gösterdiği sezgiye bağlamıştır Sezgi ne kadar sağlam olabilir ki? Sezgi o kadar sağlam olsa kimsenin başına kötü bir şey gelmez ya da hiç iyi şeyler gelmez. İyi olacağını sezinlediğimiz bir şey kötü sonuçlanabilir. Ya da bunun tersi olur, kötü olacağını sezinlediğimiz bir şey iyi sonuçlanabilir. Eleştirel filozof Kant ise bilme ve inanç arasındaki sorunlu durumları anladığından bu türden bir metafizikten uzak durmuş, Tanrı, inanç gibi konuları büyük ölçüde felsefesinin dışında tutmuştur. Materyalistler, pozitivistler, analistler, bir kısım varoluşçular, eleştirelciler, şüpheciler için zaten Tanrı, bu türden bir inanç söz konusu değildir. İnsan kültürünü dikkate alan felsefi antropoloji din, Tanrı inancını bir kültür biçimi olarak inceleme konusu yapmaktadır.

Bilme faaliyeti denetlenebilir, kanıtlanabilir, gözlemlenebilir şeydir. Felsefi bilme ise kavramlara dayanan soyutlamalı bilmedir. İnançtaki soyutlukla bilmedeki soyutluk tamamen farklıdır. Din, bilim yerine ilim sözcüğünü kullanır. Nakli ilimler varlığı kanıtlanamayan, duyumlarla gösterilemeyen varlıksal kavramlara dayanır ve onlara varlık olarak inanılması talebinde bulunur. Bunlar cinler, periler, şeytan, cennet, cehennem, Tanrı gibi kavramlardır. Delil olarak nakli delil kutsal kitap ve sünnet (hadis uygulamaları) gösterilir. Yani peygamber, kutsal kitap gibi ilk ortaya çıkanlardan nakille gelen kaynaklardır. İslam’da hep nakilcilik esas olmuş ve geçmişte hangi hukuk konmuşsa o dikkate alınmıştır. Haliyle bin beş yüz sene öncesinin kabile toplumlarının dini hukukuyla bugünkü modern toplumların hukukunun bağdaşmayacağı ortadadır. Metinler nakilci anlayış yerine hermenötik okuma yapılarak zamana uygun bir hale getirilebilirdi. On altıncı yüzyılda Luther baskılara rağmen İncil dininde reformu gerçekleştirdi. İslam ülkelerinde bugüne kadar böyle reformlar yapılamadı.

Felsefi bilmede insan ve dünya yaşamından çıkan, ona bağlı kavramların ilişkileri üzerinden bir bilme oluşur. Bu türden bir bilinçlenme inançla aradaki farkın daha iyi anlaşılmasını sağlar. Onun için felsefenin bilme olarak eğitimde olsun, yaşamda olsun önemi büyüktür. Tabii bazı felsefe ekollerinde de Tanrıyı işleyen görüşler vardır ama bunlar aslında felsefeyle de çatışır ve sonunda felsefeye karşıt düşer, anti-felsefe halini alırlar. Felsefe düşün bilim olarak şüpheyi, sorgulamayı, eleştiriyi, analizi içinde barındırır. İlahiyat inanç ve din alanı olarak kendi içinde sorgulamayı, hermenötiği ne kadar yapabilmektedir bu da ayrı bir konu.

Özgür irade ve determinizm açısından inanca baktığımızda önce yanıtlanması gereken sorular karşımıza çıkar. İnsan eylemlerini neye bağlı olarak gerçekleştirir? İradesini özgürce kullanarak mı yoksa belli nedenlere bağlı olarak mı? İrade özgür değil, nedensel zorunluluğa bağlıysa o zaman insan yapacaklarından da sorumlu tutulamaz. Örneğin askerlikte irade özgürlüğü yoktur, eylemler yalnız verilen emirlere göre yerine getirilir. Dini inanç da belirlenimci, zorunlu görüldüğünde kişi yaptığı yanlış eylemlerden kendini sorumlu tutmayacaktır. Çünkü o eylemlerin zararlı, yanlış olduğunu bilse bile kendini buna uymak zorunda hisseder. Örneğin cezalandırmalarda, kadınlara davranışta, oruçta, sağlığına ters düşen hareketlerde. Demek ki insanın sağlıklı, düzgün yaşayabilmesi, doğru kararlar verebilmesi için özgür iradenin etkin olması gerekiyor. Tabii iradeyi doğru kullanabilmek için de aklın ehlileştirilmesi önem kazanıyor. Akıl süzgecinden geçmeyen özgür irade eylemleri de zararlı sonuçlar verecektir. Bunun için tartıya dönük şüpheci, eleştirel, sorgulayıcı, çözümleyici bakış açılarına sahip olunmalıdır. Bunlar da tabii hem eğitimle hem kişinin kendini yetiştirmesiyle kazanılacak şeyler. Eğitimde bunlar var mı, maalesef yok. İnsanlar ezberi bilgi yığınlarının içine gömülüyor. Açık uçlu düşün bilimsel bir eğitim verilmiyor. Her şey test ve kalıp. Ders kitapları da bakanlığın belirlediği tek kaynağa bağlı. Halbuki günümüzde kaynak zenginliği çok fazla. Onlar işin içine katılmıyor ve bu değerlerden yararlanılmıyor. Daha eğitim sıralarında bu sakat, noksan gelişim ortaya çıkıp yetişkinliğe kadar uzanıyor. İnsan olmanın koşulu inanca, dini bir kimliğe sahip olmak değil. Dünyada çok farklı dinler, inançlar var ama bir o kadar da kötülük hüküm sürüyor. Önemli olan evrensel insani değerlere sahip olabilmektir.

Fatih Oto

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.