Elif Güler yazdı. “Çocuk Kalbi”

Yine herşey dört dörtlük olacaktı. Her yıl olduğu gibi. Özene bezene. Zeynep’in de Seyit’in de doğumuna şahitlik etmiş sümbül ağacına rengarenk ışıklar asıldı önce. Ne çok severdi ikisi de bu..

Elif Güler yazdı. “Çocuk Kalbi”
273 views

Yine herşey dört dörtlük olacaktı. Her yıl olduğu gibi. Özene bezene. Zeynep’in de Seyit’in de doğumuna şahitlik etmiş sümbül ağacına rengarenk ışıklar asıldı önce. Ne çok severdi ikisi de bu her renkten ampulün rüzgarda dalgalanışını seyretmeyi. Koşa koşa dalların arasına girer, gökkuşağının altından geçiyormuş gibi hissedip hayallere kapılırlardı. Bu renk cümbüşünün parıltısına dalıp dilek tutarlar, dedelerine ballandıra ballandıra anlatırlardı ne dilediklerini.

Zeynep’in düşü hiç değişmezdi bu ağacın altında. Hekim olma hayaliyle doluydu o küçücük kalbi. Çok donanımlı bir doktor olacaktı ve hiçbir çocuğun babaannesinin cennete göç etmesine izin vermeyecekti. Babaannelerin yeri torunlarının yanıydı. Onlarsız değil bir yere göç etmek, şuradan şuraya adım atmak bile aklına yatmıyordu Zeynep’in. Hayır, babaanneler ölümsüz olacaktı. Zeynep doktor olunca göç mevsimi de sona erecekti.

Seyit’in hayalleri ise kendisi gibi yerlerinde duramaz, daldan dala atlardı hep. Bir sene astronot olmak ister, 1 yaş daha büyüdükçe mimarlığa kafayı takar, bir de bakmışsınız bir sonrakinde babası gibi fabrika kurmak ister. En son babasının izinden gitmenin hayaliyle sarmalanmıştı. Babası ve dedesi nedenini sorunca büyümüş de küçülmüş gibi öyle dokunaklı anlatmıştı ki. Tüm arkadaşlarının babasına fabrikasında iş verecek ve bu sayede kimse işsiz kalmayacak, arkadaşlarının da yüzü hep gülecekti. Dedesi bu sözleri duyar duymaz Seyit’e sımsıkı sarılıp: “Benim merhametli, altın yürekli torunum. Koskoca adam olasın, hayallerine kavuşasın inşallah.” diye ne kadar da içten gelen bir temennide bulunmuştu. Babası da oğlunun alnına okkalı bir öpücük kondurmuş: “Senin hayallerini biraz erkene çekelim, ne dersin?” diye göz kırparak gülümsemişti Seyit’e. Seyit şaşkın gözlerle babasına bakmış, bu öne çekme işinin nasıl olabileceğini bir an önce öğrenmek istemişti. Babası:” En kısa zamanda arkadaşlarının babalarıyla konuşacağım ve onları fabrikamızda işe alacağım.” der demez sevinçten havalara uçmuştu Seyit.

Hayaller ne kadar masum, renkli ve hayat doluydu. Hakikatin sınırlılığı ve acımasızlığı karşısında hayaller uçsuz bucaksız ve yaşama sevinciyle örülüydü. Çocuk kalbiydi bu, herşeyi içine alıp sığdıracak kadar engin, bir ufuk çizgisi kadar hudutsuz.

Yine karanlık çöktü. Yine sümbül ağacının ışıkları yandı. Rüzgarda salınıp birbirine temas eden ampullerden çıkan melodik ses çocukların hayallerini dillendirecekti yine. Yine dilekler tutulacak, gökyüzüne üflenecekti kanatlansınlar diye. Cümbüş olacaktı her yer; cıvıltılar, şakalaşmalar, toz pembe düşler gecenin karanlığında aydınlatacaktı her yanı. Sallanan sandalyeyi kapma yarışına girecekti Zeynep ve Seyit.

Anneleri: “Yeter ama çocuklar, gürültü etmeden oynayın bakalım.” diyecek,
Babaları: “Bırak hanım, bu gece özel, doya doya keyfini çıkarsınlar her şeyin.” diye çocuklara göz kırpacak,
Dedeleri: “Torunlarıma can feda. Neşeleri hiç solmasın.” diyerek huzurla arkasına yaslanacaktı.

Olacaktı, yapacaklardı, diyeceklerdi, dilekler dile gelecekti, o elim kaza onları hayat ağacının dallarından söküp almasaydı. Sümbül ağacı çocukların nefesinden mahrum kalmayacak, sallanan sandalye kaderine küsercesine toprağa mıhlanmayacak, renkli ampuller göz kamaştıran ışıklarını sönmüş bir kandile dönüştürmeyecek ve dedeleri her daim gözlerini huzurla, saadetle dolu halde tüm bu güzelliklere açık tuttuğu yerde şimdi elemle, dinmeyen bir matemle, kor ateşlerle kavrularak kapatmak zorunda kalmayacaktı.

O, bastırılmış feryatlarını içine hapsetmişken bu rengarenk bahçe onun için kapkaranlık zindanlardan bile daha koyu ve soğukken bir çocuk duruyordu bahçe kapısının ötesinde. Üstü başı pejmürde, sahipsiz, kimsesiz, hayalleri çalınmış, küçücük kalbi büyük felaketlerle sarsılmış. Ama çocuktu işte; bu bahçedeki renkleri, ihtişamı görüyor, tertip edilen bu şölende az sonra mutlu çocuk nidalarının yankılanacağını düşünüyor, şu renksiz dünyasında biraz olsun şu parıltıdan nasibini alamayacağı için hayıflanıyordu.

Dede onu gördü ama kaçtı ondan. Zira torunları yokken, var olan her çocuk onun kalbine zehirli bir ok gibi saplanıp kalıyordu. Çocuk da gördü dedeyi ama hışımla çevirdi gözlerini ondan. Çünkü onun hiç dedesi olmamıştı, düşmandı tüm dedelere. Nitekim, ne bu çocuk o dedenin yaşlı gözlerini, dipsiz yalnızlığını fark edebildi ne de bu dede o çocuğun gerçek suretini, biçareliğini, terk edilmişliğini görebildi.

Elif GÜLER

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Yorum yapabilmek için buradan üye girişi yapınız.

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.