TÜRK ŞİİRİNİN MODERNLEŞME SERÜVENİ – VI – Millîliğin Modernle Haykırılışı / Aydın Akyüz

İstiklâl Şairi Mehmet Âkif ERSOY

TÜRK ŞİİRİNİN MODERNLEŞME SERÜVENİ – VI – Millîliğin Modernle Haykırılışı / Aydın Akyüz
Yayınlanma: Güncelleme: 505 views

Şairliğin en önemli meziyetlerinden biri de zamana bağlı kalmaksızın eserlerinin okunup zevk alınmaya devam edilmesi ve bir sonraki kuşaklara aktarılmayı sürdürmesidir. Bu açıdan bakıldığında Mehmet Âkif kadar okunan bir şair olmamalıdır. Çünkü neredeyse her gün bir millet yurdun her köşesinde ilk günkü heyecanla onun İstiklâl Marşı’nı okumaktadır. Bu bahtiyarlık bu denli başka şairlere nasip olmamıştır. Âkif’in sadece bu özelliğini bile dile getirip yazıyı sonlandırsak başka eksik yanı kalmayacaktır. Yazı serimizin konusu Türk şiirinde modernleşmenin serüveniydi. Modern şiirle ilgili araştırdığım ve okuduğum bütün yazılarda Âkif’in adı da geçiyordu. Bu nedenle Mehmet Âkif için millî şairimiz olmasının dışında modern şiire katkısıyla ilgili ayrı bir başlık açmak gerekiyordu. Modernin içinde millî duyguları haykırışı, toplum için bir fikri (İslâm) şiirle sunması, Türk şiirine hikmetli anlayışı sunması ve asıl meselenin yanlış dini algı ve yaşayışın yenileştirilmesi olduğunu yine modern şiirin imkanlarıyla haykırması gibi özellikleri Mehmet Âkif’i hem modernleşmenin hem de modern Türk şiirinin öncülerinden biri olmasını sağlamış ve ayrılmaz bir parçası yapmıştır. Mehmet Âkif’i okulda, ailede, her yerde duyarız; fakat ne kadar tanıyoruz, işte o kısım kesinlikle eksik. Ben Âkif’i farkında olarak ilk kez Hayrettin Karan’ın Eşref Edip: Millî Mücadele Yılları adlı kitabından tanıdım. Millî Mücadele’ye hayatını koyarak destek verdiğini, o şartlarda bile Eşref Edip’le Sebilü’r-Reşad’ı çıkarmaya çalışmaları, şairliğinin yanında hatipliğini, din bilgisini ve İslam birliği mücadelesini ilk kez o kitaptan öğrenmiş ve büyük saygı duymuştum. Hemen açıklamalı Safahat’ını alıp onu tanımaya ve anlamaya çalışmıştım. Sadece İstiklâl Şairi demekle onu tanı/t/mış olmuyoruz. Mümkün olsa da bütün öğrencileri Ankara’ya geldiğinde kaldığı, İstiklâl Marşı’nı yazdığı, şimdi onun adına müze ev olan Taceddin Dergâh’ını gezdirip yerinde o duyguları yaşatabilsek. İlk meclis sıralarına oturtabilsek. Hatta onun Kur’an mealini de herkesin kütüphanesinde bulundurabilsek. Mehmet Âkif’in yakılmasını vasiyet ettiği fakat yakılan nüshadan dostları tarafından kayda alınmış tercümelerin gün yüzüne çıkartılarak 2012 yılında Mahya Yayıncılık tarafından Cüneyd Köksal Hoca’nın öncülüğünde Kur’an’ın ilk dokuz suresinin tercümesi yayınlandı. Neredeyse Kur’an’ın yarısını içeriyor bu meal. Bunlar yapılmadan Âkif’i anlayamaz ve İstiklâl Marşı’nı da hak ettiği duyguyla okuyamayız.

Mehmet Âkif Ersoy’un şiirde yaptığına gelirsek, o her şeyden önce dini konuşturdu, haykırdı ve vaaz etti şiirinde. O, şiirlerini Servet-i Fünûn’la aynı dönemde yayınlamaya başladı. Bu dönemde şiirde yenileşmenin başladığı dönemdi. Âkif, bu oluşuma bir iki şiir dışında katılmadı. Kendi çizgisinde devam etti ama o modernleşme hareketini kabul edip kendi şiirini bu düzlem üzerinde kurup sürdürmeye de devam etti. O, İslam çatısı altında buluşmanın ve yeniden doğuşun şiirini yazdı. İslam Şairi denildi ona. Kendini dinine ve milletine adadı. O, malzemesini toplumun kendisinden aldı. Halkın yaşadığı yerleri gördü, durumunu bilfiil idrak etti. Toplumu eğitmek için şiiri amaç edindi. O, mücadele adamıydı. Dünya müslümanlarının durumlarına da içleniyordu. Afganî, İkbal ve Abduh’un yolundan gidiyordu. Bilinçli bir İslamî uyanışı salık veriyordu. Safahat’ı bu düşüncelerle oluşturdu. Aslında o Fikret’in yolundan gitti. Halkın anlayacağı konuşulan Türkçe’yle yazdı. Aruzu ustalıkla kullandı. Mansur hikayeler yazdı. Şiirin konu yelpazesini bu mistik ve millî damara açtı. Konuşma dilini ustaca kullandı. Sadece şiirde değil vaazlarıyla da haykırdı. Halkla şiirdeki amacını temas ettirdi. Şiirle kürsülerde dualar etti. Şiiri yaşatarak halkla buluşturdu. Mistisizm onun şiirinde milletlerin kurtuluşu olarak yer aldı. Bir Yunus gibi gönle seslenmemekle eleştirildi belki ama o ortam kalmadığı için öncelikle o ideal yaşamı tesis etmek gerekiyordu. Dini yaşayışın saflığı bozulmuştu. Dinin özü hurafelere ve bağnazlığa feda edilmişti. Cahillik bilimle savaşa tutulmuştu. Önce bu anlayışı reforme etmek gerekiyordu. Dinin yaşanması için ölüm kalım savaşına ve bağımsızlık mücadelesine girişmek gerekiyordu. Onun saf şiirle uğraşacak vakti yoktu. Bir yandan Kur’an tercümesiyle uğraşıyordu. Gurbette bile milletin eğitimi ve geleceği için ter döküyordu. O, ümmet poetikasıyla uğraşıyordu. Onun üslubu milletin ta kendisiydi. Milletin ve kültürün yükseltilmesiydi. Bunu Fikret gibi hayatının bütün evrelerinde tüm benliğini vererek ortaya koymuştur. Kimseye boyun eğmemiştir. Ömrü maddi sıkıntılar içinde geçse de vatanından uzak kalsa da inandıklarından ve gerçeklerinden vazgeçmemiştir. Ahlak ve dürüstlük hayatının ve sanatının amacı olmuştur. O bu yüzden hala Millî şairimizdir. Onu şiirlerinden daha iyi kimse anlatamaz. O nedenle açıklamalı bir Safahat her kütüphanede yer almalıdır.

Aydın AKYÜZ

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.