İNCELEME
“Somurtkan herif aklından geçirdiklerine gülecek yerde, suratını büsbütün astı. Çok uzun boylu, kamburca, kara kuruydu, kılıksızdı. Ulus Meydanı’nın Zafer Anıtı karşısında, ahmak ıslatanın altında, kafası dik duruyor, bir çalım, Donkişot’a benziyordu. Kelepçeli herif, okula gitme saatinin çoktan geçtiğini düşünmüş, “Lahavle” anlamında başını sallayarak Anıt’a dönmüştü. Anıt’ın gülle taşıyan köylü karısı da ahmak ıslatana metelik vermiyordu. Suratının çatkınlığı sırtındaki on beşlik merminin ağırlığından değil, angaryanın yüz yıllardır bitmek bilmemesindendi . “Bu nasıl Batı uygarlığı. efendim Atatürk’üm! Sen atlısın, avrat yaya! Beygirin taşıyacağı yükü de ona vurmuşuz!”
***
“Sağcı eğitimciler, Bakanlığı “solda sıfır”a, enstitüleri, onun çömezi kesilen, eski arkadaşları llk Öğretim Genel Müdürü’ne kaptırma aptallığını sindiremediler bir türlü … Suçun kendi tezcanlılıklarında olduğunu kabul etmiyorlar. Mihverin yeni dünya düzenini yıkılmamacasına kuruldu sanıp gençlik kolları örgütlemeye kalkmak aptallıktı. Köy öğretmen okullarından çıkacakları köy gençlik kollarına başkan yapacaklardı. Bakanlığın ileri gelenlerinden biri anlatmıştLbana o zamanlar… “Giydirirsin ketenden birer külot pantolon, ham deriden birer çizme … Takarsın bellerine birer küçük kasatura …
Kollarını doldurursun kırmızısı bol rütbe şeritleriyle … Kapelalarına takarsın kurt kafalarını, kartal başlarını . .. ” dediydi. Böyleymiş lspanya’daki köy öğretmenleri … lmtiyazlışmış hepsi … Hemde Franko’dan değil, Napolyon savaşlarında gösterdikleri vatanseverlikten kalmaymış bu imtiyazlar. Bilirsiniz, enstitülerimizin ilk dördü, köy öğretmen okuluydu. Hazır binalarda açılmıştı. Hele lzmir Kızılçulfo Amerikan kolejindekinin kaloriferi bile vardı . Kasaba, hatta, şehir çocukları da alınıyordu. Verilen eğitim, klasik öğretmen okullarından farksızdı. Bu yüzden, öğretmenlerin köylerde barınmaları gene mesele oluyordu. “Ülkü noksanlığı” demek istemiyorum. Çevreye hemen uyamıyorlardı. Bunu önleyebilmek için enstitülerde Kasaba yaşayışını bile tanımamışlardan seçiyoruz ögrencileri … Yapıları kendileri yapıyor.
Enstitü sayısı arttıkça işe alışmış ögrenci sayısı da arttı. Yeni kurulanların yapılarında ustalaşmış kalabalık ögrenci ekipleri çalıştırıyorduk. Bu kez usta ekipler kullanamayacagız! “Bakalım, dediler Sayın
Genel Sekreter’imiz, köy çocugunun katkısız cevheri nedir? Özellikle , dayanma gücü … Doğayla yaptıgı boğuşmaya kendisinden neler katabiliyor?”
***
Kemal Tahir’in Bozkırdaki Çekirdek romanı, Türkiye’nin, Cumhuriyet idealleri ekseninde şekillenen yapısını ve modern hayata entegrasyonunu konu edinmektedir. Romanda yeni bir toplum inşası sürecinin sosyolojik analizleri, köy ve kent toplumunun karşılaştırılmasıyla yapılırken, edebiyattan yola çıkılarak bir toplumun nasıl okunacağı akıcı bir dille gösterilmektedir. Yapısal özellikleri nedeniyle kapsamlı ve dinamik bir bilim olan sosyoloji, Kemal Tahir’in Bozkırdaki Çekirdek isimli eseriyle edebiyatla birleşerek; edebiyat ve sosyolojinin bilimsel tespitler konusunda birbirinden hangi ölçüde faydalandıklarınıda ortaya koymaktadır. Romanlarını, Türk Edebiyatı’nda toplumcu-gerçekçi olarak bildiğimiz Kemal Tahir, fikrî ve felsefi görüşlerini Marksizmden yola çıkarak geliştirse de; Bozkırdaki Çekirdek romanıyla, kendi döneminin Marksistleriyle ve solcularıyla anlaşamadığını ortaya koymaktadır. Özellikle Bozkırdaki Çekirdek romanıyla en çok Marksistler ve solcu aydınlar tarafından eleştirilen Kemal Tahir, Cumhuriyet döneminin kuruluşundaki eksiklikleri ve Marksist/ sol görüşlü düşünce insanlarının Türkiye’ye ve Anadolu’ya karşı olan yanlış bakış açılarını yoğunlukla bu kitabında ispatlamaya çalışmıştır.
Bozkırdaki Çekirdek isimli roman, Köy Enstitülerinin kuruluş aşamasını ele alıp inceliyor. Romana göre Köy Enstitülerinin açılmasındaki maksat, Tek Parti döneminin politik ve ideolojik amaçlarından kaynaklanmaktadır. Tek Parti’nin köylüler üzerindeki siyasi ve ideolojik tahakkümünü önceleyen enstitüler, Türk köylüsünün saflığını ve geleneksel sağduyusunu bozmadan, yönlendirmeyi esas almaktadır.
Romanda, doğallığını yitirmemiş köy çocuklarının; bozkırın töresel ve ahlakî ilkeleriyle yetişmiş köylülerin, vatan uğruna her türlü haksızlığı sineye çekmeleri ve uğradığı haksızlıkları kutsal saymaları iktidar tarafından temenni edilmektedir. Eserde, enstitülerin kurulduğu mekânlarada dikkat çekilmiştir. Enstitüleri savunanlara göre, Köy Enstitülerinin bozkırda kurulmalarının nedeni, köy çocuklarına kendi somut koşulları içinde uygun eğitimi verip, onları tekrar “yaşadıkları ortama yabancılaştırmadan” eğitmen haline getirmektir.
Enstitülere, köy ilkokullarından mezun olan öğrenciler alınmaktadır. Bu şartın temel nedeni, çocukların enstitüyü bitirdikten sonra, köylerde çalıştıklarında, zorlanmayacaklarına olan inaçtan kaynaklanıyor. Köy Enstitülerinde eğitim oldukça zordur. Çoğu zaman öğrenciler enstitü okulunu kendileri inşa ediyorlar. Romanda, öğrencilerin çoğu bu ve buna benzer zorluklar nedeniyle okulu yarıda bırakıyor. Marksist bir perspektifle kurgulanmış roman; ” Ortam, Deney ve Bozkırdaki Çekirdek” bölümleriyle üç ayrı detay üzerinde kaleme alınmıştır. Ortam bölümünde toplumsal taban, çevre ve pazar ilişkileri çözümlenmiştir. Deney bölümünde toplumsal inanç, mekânsal olarak Keşiş Düzü ve Dumanlı Boğaz ele alınarak, Köy Enstitüsünün inşa sürecindeki toplumsal yaklaşımlar incelenmiştir. Bozkırdaki Çekirdek olan son bölümde kasabalıların, köy çocuklarının ruh halleri ve bölgedeki sosyolojik hiyerarşi tahlil edilmek istenmiştir. Romanda âdeta baş kahraman diyebileceğimiz Zeynel Ağa için, bir devlet kurumunun( Köy Enstitüsünün) böylesine yakınına kuruluyor olması, bölgedeki hakimiyetini tehlikeye düşüren bir tehdit olarak algılanmaktadır. Çünkü Zeynel Ağa yaşadığı köyde, kendisini devlet gibi egemen görmektedir ve fakir köylüye kendisini bu şekilde kabul ettirmiştir. Köyde maraba çalıştıran, kasabada ise, uyuşturucu ticareti yapan Zeynel Ağa için enstitü; aynı zamanda hakimiyet kurduğu köylü ve kasaba halkının eğitimle bilinçlenmesini sağlayacaktır. Bu nedenle devletin köy insanına sunmuş olduğu bu hizmet, Zeynel Ağa ve etrafındaki işbirlikçileri için büyük bir tedirginliğe yol açıyor. Bununla birlikte yazar, Köy Enstitülerinde görev yapan öğretmenlerin, köydeki gerçekleri devrimci bir gözle görmek yerine, kuru hamasetle ve zamanla bencilleşen karakterleriyle, köy çocuklarını kendi maddi çıkarları için nasıl kullandıklarınıda anlatıyor. Bozkırdaki Çekirdek için görevlendirilen ülkücü ve idealist öğretmen olan Halim Akın ise, çocukların hedeflendiği şekilde yetişmesi için Ankara’dan gönderiliyor. Köy Enstitüleri Genel Müfettişi tarafından çağrılan Halim Akın, Köy Enstitülerinin yapısına uygun bir müdür olarak düşünülüyor ve bölgeye gönderiliyor. Ancak, zamanla Dumanlı Boğaz Köy Enstitüsü’nde yaşanılan çevresel ve sosyolojik sorunlar nedeniyle, Müdür Halim’inde bu konuda acemi olduğu, Kemal Tahir tarafından örneklerle izah ediliyor. Enstitünün eğitim kadrosundaki bir diğer isim Cemal Avşar eğitmendir. Cemal Avşar, Ankara’da bürokratik çatışmaların merkezinde yer alıyor. Köy Enstitülerinin gelişmesini istemeyen bürokratik vesayet için gizliden raporlar tutuyor. Enstitünün eğitim kadrosunda yer alan bir başka öğretmen; aslında bir sosyolog olan Emine öğretmendir. Emine öğretmen, modernleşmeye geçen Cumhuriyet döneminde, köy ve kent gerçekliklerini gözlemleyerek, Köy Enstitülerinin sosyolojik durumunu inceleyip, tez haline getiriyor. Fakat Emine öğretmenin gözlemleri sonucunda vardığı sentez, kitabın adıyla özdeşleşerek; bozkırdaki çekirdeğin yeşermesine egemen güçlerin müsade etmemesiyle sonuçlanıyor. Kemal Tahir’inde kitabın ismiyle ortaya koymak istediği; tarihten günümüze her zaman var olan iktidar ve sınıf sorununa yönelik diyalektik tezdir.
İktidarın, toplumsal gelişmeye, kendi egemenlik sınırlarını aşmayacak koşulda müsade etmesi, bozkırda büyüyebilecek; toplumsal eşitlik, bilim ve özgürlük çekirdeğinin yeşermesini engellemektedir. Bürokrasinin kendini merkeze oturtmasıyla halkın yerine halk için düşünerek, toplumsal bir ideali dayatması, Bozkırdaki Çekirdek romanında, Kemal Tahir’in göstermek istediği sınıfsal problemlerin ana nedeninlerini gözler önüne koymaktadır. Devletin, Köy Enstitüleriyle çizdiği tasarımlar doğrultusunda toplumu geliştirme hamlesi; romanda da devamlı şahit olduğumuz gibi, merkez- çevre çatışmasını ve buna karşılık olarak elitist yapının engellemelerini, olaylarla birlikte çarpıcı bir halde bizlere anlatmaktadır. Romanda her zaman canlılığını koruyan ana tema, halkın ezici bir çoğunluğunun köylü olmasıdır. Kendilerine dayatılan amaçlar yüzünden, habitusları ve sermayeleri arasında aşılmazlıklar yaşayan köylüler, modern olan her şeye karşı, geleneksel akılla direnç gösteriyorlar ve köylüler mukavemet ettikçe, habituslarından kaynaklanan yetersizlikler nedeniyle, gittikçe bilinmezlikler içine düşüyorlar.
Kemal Tahir’in bu romanı, toplumsal tarihimizin uzun yıllara dayalı sorunlarını gösteren bir belge niteliğindedir. Toplumsal problemlerimizin önemli bir bölümünü Köy Enstitüleri üzerinden; Bozkırdaki Çekirdek isimli romanıyla bizlere fark ettirmeye çalışan Kemal Tahir, Osmanlı’dan itibaren, Anadolu coğrafyasında henüz aşılmamış reaya anlayışını, roman sanatıyla birlikte sosyolojik tahliller yaparak naklediyor. Merkezin çevreyi dönüştürmesini; batılılaşma, sanayileşme ve nihayetinde modernleşme karşısında geri kalmışlığımızı Bozkırdaki Çekirdek adlı yaratısıyla, toplumsal- gerçekçi sanat anlayışını benimseyerek okuyucuya aktarmak isteyen Kemal Tahir, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemindeki, modernleşmeye uyum sağlayamamış rejimi, kendi bakış açısıyla sosyo-politik olarak sorguluyor.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında eğitim alanında yaşanılan çelişkileri; ülkenin kültürel durumuyla, davranış biçimiyle ve toplumsal pratikleriyle tasvir ederek değerlendiren Kemal Tahir, Bozkırdaki Çekirdek yapıtıyla, tekrarı mümkün olan hakikatlerimize ışık tutmuştur.
Heybet AKDOĞAN
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.