EDEBİYAT
“ Sen ki son liman, son ümit, son dost, ilk ve son sevgilisin. Sen ki yıldızım, sen ki annem, sen ki çocuğumsun.”*
Annenizin çok üzüldüğünü bile bile, babanızın, sevgilisine mektup yazmasına yardımcı olabilir miydiniz? Onun bir başka kadına söylediği aşk dolu sözleri beyaz sayfalara aktarıp, sevdiği kadına iletebilir miydiniz, bilmiyorum! Bense babama olan sevgim çok daha fazla olsa da bunu anneme yapamazdım sanırım…
Ama Cemil Meriç’in kızı bunu tam anlamıyla başarmıştı!
Üzüntüsünü, annesinin acılarını içinde taşıyarak da olsa babasının gözleri ve kalem tutan eli olmuştu. Zira onun babası Türk düşünce tarihinin kilometre taşlarından biriydi. Yeniden hayata dönmesi, yeniden bıraktığı yerden devam etmesi gerekiyordu ve bunlar içinde gereken tek şey Lamia Hanımın varlığıydı. Bu tek varlığa kimsenin itiraz etme lüksü yoktu. Eşi Fevziye Hanımın bile…
Fevziye Hanım, çok sevdiği eşinin 38 yaşında kör oluşunun ardından içine kapanışı ve hayattan kopuşu karşısında çaresiz kalmıştı. Lamia Hanımın ortaya çıkışıyla kocasında beliren yaşam kıvılcımlarını gördüğünde içi umutla doldu. Sevdiği adamın yeniden hayata dönüşü ve yazmaya başlaması onun aşık olmasıyla ilintili olsa da o bunu alçak gönüllü bir tevekkülle kabullendi.
Yüreğini acıtan o ince sızıyı, kadınlık gururunu mantığının penceresinden bakarak yeniden gözden geçirdi. O, sıradan bir eş değildi. Bir yazarın hayatı ve yazacağı eserleri söz konusuyken, duyguların ne önemi vardı? Belki de kendinden yaşça çok küçük olan sevdiği adama bir bedel ödemenin zamanıydı şimdi. Evet, Cemil Meriç 38 yaşında karanlığa gömüldüğünde hayattan kopmuş, karanlık dünyasının içine hapsetmişti kendini. Ama hayat ona çektirdiği acılar karşılığında yaptığı bir sürprizle yaralarını onarmak istemişti şüphesiz. Ve hayat Lamia’yı yeniden karşısına çıkararak ondan özür dilemek istemişti belki de.
Cemil Meriç bu olayı kendi diliyle şöyle yorumlar: “Zindanıma geldiğin zaman iki yol vardı önümde: Cinnet ve ölüm! Sen üçüncü oldun.”
Aslında Lamia onun yaşamındaki aşk üçgeninin de üçüncü kenarı olmuştu. Evlenmeden önce, evlilik ve Lamia olarak ayırdığı hayatı, Lamia’nın yaşamına girmesiyle Lamia’dan önce ve Lamia’dan sonra olarak ayrılıyordu artık. Ona aşıktır, ama sevgili karısına karşı da sorumluluk duymaktadır. Zira Fevziye tam bir melektir. Ve bu noktada başlar onun trajedisi: “Fevziye Hanım sakin bir yaz akşamı, fırtınasız bir limandır ama mesele tam da budur işte. Meriç, kasırgaya susuzdur! (…) Onunla kelimelerin soyut dünyası dışına çıkarak düpedüz yaşar.”**
Antakya Lisesinde İngilizce öğretmeni olan Lamia hanımla bir yemekte tanışan Meriç ondan çok etkilenmiş, Lamia Hanımın tayini İstanbul’a çıktığında yolları yeniden kesişmiş ve Meriç’in karanlık dünyası adeta aydınlanmıştır. Yeni bir güç, yeni bir heyecanla yeniden başlar yaşamaya ve yazmaya. Lamia Hanım artık Meriç’in İngilizce çalışmalarında onun sağ kolu olmuştur. Ve aynı zamanda tek aşkı.
Lamia Hanım onu olduğu gibi kabul eder. Bir seçim yapmaya zorlamaz. Evliliğine saygı duyar. Çalışmalarına titizlikle yardımcı olur. Sonraki yıllarda Meriç felç geçirip yatağa düştüğünde hiç karşılık beklemeden ona bakar.
Cemil Meriç hiçbir erkeğin, hiçbir kadına yazmadığına inandığı mektuplar yazar sevdiği kadına. Ve bu mektupları “Cehennemden Mektuplar” diye adlandırır. Dante, cehenneminden Beatris’e sesleniyordur. İki ciltlik eseri Jurnal’in en güzel sayfalarıdır bunlar. Bu sayfalardan birkaç alıntı yapalım isterseniz:
20 Kasım 1966
(…) “Sesinin tonunda minnacık bir soğuyuş hissettiğim anda yokum. Acılarımın kaynağı sensin. Evet ama hayatımın kaynağı da sensin. Senin için ve seninle yaşıyorum. Sen uçuruma yuvarlanırken tutunulan dal, sen vaha, sen bütün hayal kırıklıklarımın dudaklarında ümitleştiği kadın.”
13 Aralık 1966
Seninle senin için yaşıyorum. Seni yaşıyorum. Senin yanında bütün kadınlar gazete kağıdından kırpılmış gibi düz, sığ, ruhsuz ve manasız. Sen aşkın ta kendisisin canım benim. Kadının ta kendisisin. Bütün kuvvetin oradan geliyor. Tabiat kadar tabiisin. Ve bir busende bütünün var. Bütünün yani; rüyaları, özleyişleri, çırpınışları, hummaları, şefkatleriyle bütün kadınlık. Her zerren yaşıyor. Sen bitmeyen tek kitap, eskimeyen tek şiir.”
Düşünüyorum da, sevdiği kadını kitaba, şiire benzeten kaç erkek kalmıştır bugün yeryüzünde?
Ve sevdiğine Şiir Tadında mektuplar yazan…
Ve de eğer varsa, Aşk olsun diyorum! Yazana da, yazdırana da… Aşk olsun!
* Cemil Meriç / Jurnal II İletişim Yay.
**Nazan Bekiroğlu / C. Meriç Aşk ve Trajik Zaman 6.12.2009
Melek Koç
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.