Akşamın ayrılığı duyumsattığı zifiri karanlığında odasına çekilip her zaman olduğu gibi kâğıda kaleme sarıldı. Birlikte dinledikleri şarkının kısık sesli seslendirilişi eşliğinde yazmaya başlayacaktı. Vazgeçti. Teybin düğmesine basıp susturdu şarkıyı. Bir..
Akşamın ayrılığı duyumsattığı zifiri karanlığında odasına çekilip her zaman olduğu gibi kâğıda kaleme sarıldı. Birlikte dinledikleri şarkının kısık sesli seslendirilişi eşliğinde yazmaya başlayacaktı. Vazgeçti. Teybin düğmesine basıp susturdu şarkıyı.
Bir hüzün saplandı kalbine. Saplandığı yerden hiç çıkmayacak oluşuna bir sigara yaktı. Dumanla karışık isler yayıldı havaya közünden içindeki ayrılık alevinin. Kor gibi yakan ayrılığın küllerinden yeniden doğuyordu sanki hüzün.
Küçük bir kıvılcımla alevleniyordu aşk acısı. Acısıyla tatlısıyla geçen günlere özlemle selam taşıyordu her duman hüzmesi. Havaya havalı havalı süzülürken…
Süzgeçten geçmeyen demlerin tadını taşıyan suyu içerken sigarasının son demlerindeydi. Son dumanı üflemedi dışarı. İçine çekip yuttu. Sonra istemsizce bir öksürük tuttu onu.
Uyumaya güç yetiremeyince tekrar aldı eline kâğıdı kalemi ve yazmaya koyuldu:
Uzaktan sevmeyi öğreneceğiz. Birbirimize dokunmadan… Hiç konuşmadan… Görüşmeden… Buluşmadan… O sevgiyi yaşatmayı öğreneceğiz.
Zamanın ve mekânın uyumsuzluğuna alışmayacağız. Bir hayalin peşinde olacağız belki. Belki hiç kavuşmayacağız; ama sevmeyi her koşulda sürdürebilmeyi öğreneceğiz.
Gerçek, bizim hiç istemediğimiz tarafıyla bizi hüzne davet edecek kimi zaman. Kimi zaman o davete icabet edeceğiz. Cehennem gibi geceler geçireceğiz.
Gerçekle yaşamak bize yük gelecek belki. Belki o yükün altında ezileceğiz. Hiç kalkmayı istemediğimiz yerde yenilgiyi hazmetmekle uğraşacağız. Fakat bir şekilde birbirimizi sevmeye devam edeceğiz.
Eskisi gibi… İlk günkü gibi… Bize tüm muhalif yanıyla engeller çıkaran hayatı yaşamak bize zül gelecek. Yaşamak bizim için bazen nefes alıp vermekten öteye geçemeyecek. Tatsız tuzsuz bir hayatı kanıksamak zorunda kalacağız.
Gene de kalbimize otağını kuran aşka emanet yüreğimizle birbirimizi sevmekten hiç vazgeçmeyeceğiz.
Ve ben sana hiç göndermeyeceğim mektuplar yazacağım. Her bir satırını göz yaşlarımla yazdığım mektuplar… Her cümlesine seni hiç unutamadığımı kazıdığım mektuplar biriktireceğim kimsenin görmeyeceği çekmecesinde sandığımın.
Beni artık sevmediğini sandığım anlarda okuyacağım her birini. Senin sevgini duyumsamadığım anlarda kendi aşkımın sularına yelkenleri indireceğim.
Teselli bulurum bulmam bilemem. Fakat seni sevmekten vaz geçmeyeceğim. Senin de vaz geçmeyeceğini umarak. Sen vazgeçsen de… Beni sevdiğin varsayımına inşa edeceğim tüm düşlerimi.
Düşerim düşmem bilmem oltasına başka bir tutkunun. Hangi kadın yem eder bilmiyorum sana ait sevgiyi taşıyan kalbimi avlamaya beni! Hangi kadında seni ararım; hangisi en çok sana benzer bilmiyorum.
Sana en çok benzeyen kadında bir düşü gerçeğe dönüştürme peşine düşerim belki. Anlarım sonra seni benzersiz sevişimi her bir yanılsamanın bitişinde.
Sana yazdığım mektuplarda gerçekten kaçmaya çalışırım kim bilir! Seni anlatmaya yetmeyen sözcüklerin aciz kalışında vücut bulur sana olan aşkımın büyüklüğü.
Herkes için küçük, benim için büyük sensizliğin yasını tutarım sonra sessiz ağlayışlarımla. Bir susuşun aklıma gelir bir de gidişin. Kimsesiz bırakılmış gibi hissedişimin yalnızlığında sana hitaben yazılı tümcelerin sonunda “Ah Almina!” derim; “Ah Almina ne düşler kurardık seninle. Ne çok isterdik bir kızımız olmasını!”…
Yalnız bir adamın içinden çıkamayacağı çıkmaz sokağında düşlerin çırpınışına şahitlik edecek tüm umarsız gözler. Kimsenin aslını bilmediği feryatlar çınlayacak kulaklarında umursamaz insanların.
Asıl sebep o mektuplarda yer alan sözlerde açığa çıkacak; ama hiç kimse okumayacak. Sen bile…
Mektubu sonlandırdıktan sonra kâğıdı katlayıp bir zarfa koydu. Zarfın kapağını kenarlarını diliyle ıslatmayıp kapatmadı. Sandığın çekmecesini açtı ve zarfı içine attı…
Yıllar sonra bir parkta oturmuş her zamanki gibi mektupları okuyordu. İlk günkü sıcaklığını zerre eksiltmemişti zaman. Kaleme alırken her birini, kalbine misafir ettiği sızı her zamanki davete icabet etmişti gene.
Bir yaş süzüldü buruşuk yanaklarından. Yanından geçen gençlerin “Emekli maaşı yatmamıştır! Ağlaması ondan!” deyişlerine kulaklarını tıkamış onu düşlüyordu.
Kimsenin hiç anlamadığı bir aşk acısı yaşandı bu topraklarda. Hiç kimsenin doğru tahminde bulunmadığı göz yaşlarıyla yaşadı, yaşlandı ve veda etti bu dünyaya o yaşlı adam.
Yakup Yaşar
[button url=”https://www.besincisanat.com/category/yakup-yasar/” target=”true” text=”Yazarın diğer yazıları için tıklayınız… ” class=”mavi” size=”small”]
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.