Kuyu

İstanbul’un henüz kentleşmemiş ve sanayi yığını halini almamış arka mahallelerinden birinde yaşıyorum. Trafik gürültüsünün olmadığı, egzoz gazının sarmadığı bir yerdi burası. Salkım söğütlerin, uzun kavakların, incir ağaçlarınınu blunduğu bir bahçede..

Kuyu
Yayınlanma: Güncelleme: 454 views

İstanbul’un henüz kentleşmemiş ve sanayi yığını halini almamış arka mahallelerinden birinde yaşıyorum. Trafik gürültüsünün olmadığı, egzoz gazının sarmadığı bir yerdi burası. Salkım söğütlerin, uzun kavakların, incir ağaçlarınınu blunduğu bir bahçede çocuklar top koştururdu.

Güneş yakıcı ışınlarını üzerimize salarken biz kahve köşelerinde yaşlıların iskambil oynamalarını seyrederdik. Daha orta yaşımdaydım. Ama çocukluktan daha çıkamamış aşağılık ve zavallı bazı devinimler içinde bulunanlar vardı. Kahvehane tenhaydı; ama ben bu sıcakta ve gölgede zamanımı ayaktakımıyla geçirmek isteyenlerden değildim…

“İşe yaramaz herif, çayı soğutmadan getir. Bir daha söylemeyeceğim sana!”

“Bağırma çocuğa Abdullah Efendi”

“Uğursuz çırak parçasını savunmayın!”

“Uyma sen boş ver, oyununu oyna…”

İşte bu çileden çıkmalarımdan biriydi. Çünkü Abdullah amca başındaki kaskete, ayağındaki potinlerin eskimişliğine yani yaşına başına bakmadan çok üzerimize gelmekteydi. Daha önce de böyle yaptığı vardı. Ama yaşım artık küçük değildi. Yirmi beş yaşındaydım. Bunu yapması için ortada ciddi bir sebep yoktu; çünkü ben onunla değil, o benimle uğraşıyordu…

Gözlerini ve kâğıtları uzaktan takip ediyordum. Evet, ne zaman kötü bir kâğıt eline gelse, bana kızardı. İşin kötüsü ustamla da aramı açmaya çalışırdı…

Beni en son şikâyet ettiğinde seneler öncesiydi.

“Uğraşma benle amca, işine bak!”

“Yahu başka bir derdin var ise bilelim? Belki derman oluruz” dedi yanındaki.

“Şu uğursuz çaycıyı mı koruyorsun?” derdi hep!

Huyunu çok iyi bilirdim de, bundan sinirim bozulurdu!
Gittim, uzaklaştım… Televizyonun önündeki masada maç izleyenlere katıldım. Gençler aralarında bazen coşuyor ve tezahürat yapıyorlardı, eğleniyorlar. Aralarında biri de onun oğluydu. Alaycı Apo’nun soysuz oğlu Ömer!! Bir kızla flörtleşirdi… Onun için kızlar, sadece zevk ve eğlence aracıydı.

Huyunu bilirdim ama asla konuşmazdım onla. Kızları nasıl ayartıp yatağa atmasıyla övünürdü hep. Flört ettiği kıza bile değer verdiği yoktu. Renkli gömlekler giyer, çayını içer, hovardalık arardı hep… Başkalarının ilgi alanları ona hitap etmezdi. Arabalara ilgisi vardı, kızlara, birde para yemeye… Hayatında zor yüzü görmemişti ve görenleri de sevmezdi Ömer. Ben ise görevimi hatasız yapmaya çalışırdım hep! Parasızdım ama sabırlıydım, ona bulaşsam aramız çok daha kötü olurdu!

Bir gün kahve arkasındaki boş arsada, Apo efendinin birisiyle tartıştığını görmüşler. Bizim gençlerin ağzından duydum. Önceleri herkes iş, para meselesi sanmış, ama değilmiş. Aynı gün oğlu Ömer’i payladığını görünce ahali, durumu anlamışlar. Ağzını da yoklayınca lafı ağzından almışlar:

“Karışmayın siz babamdır, sever de söver de!” demiş.

“Konu neydi?” demiş öbürü…

“Kırıklarımdan biriyle ayrıldık da ondan” demiş Ömer!
Aslında bunlar sadece dedikoduydu. Ama moralinin bozukluğunu gördüm; morarmıştı! Ben o gün izinli olduğum halde arkadaşlarımı kahvede, yalnız bırakmadım. Havalar çok bunaltıcı olduğundan, gezecek yerim yoktu! …
Babasının alay etmesi yetmiyormuş gibi oğlu da aşağıladı beni.!!

“Bre hey çulsuz herif! Hem fakirsin hem gururlusun!” dedi.

“Senin haddine mi, karşılık vermek bana “ dedi…

“Sen onu kendine söyle, kimlerle fingirdediğin ortada! Yediğin naneleri topla !” dedim.

“Yahu sen kimsin, hadsiz!” diye bağırdı… Arkadaşlarım ve herkesin içinde rezil etti beni !…

Konu böylece unutuldu; ya da onlar öyle sandılar. Ben unutamazdım. Ömer’i kandırarak intikamımı almaya karar verdim, ama haberi yoktu. Aradan aylar geçmişti. Onun unuttuğunu ben hiç unutamadım! Ömer i bir gün bir yere gitmek için kandırdım:

“Ya sen bilirsin, ne de olsa. Bizim bir arsa var, değeri ne kadar eder bir baksan anlarsın?!” dedim.

Önce ilgilenmek istemedi, zorla razı ettim.! Yolda türlü türlü masallar anlattım… Kızlardan, arabalardan, pahalı ve lüks şeylerden bahsettim… İlgisini çekebilmek için ne varsa, hepsinden konular açtım.!!

“Sen bilirsin yahu…” dedikçe inandı. “baban neden artık sana güvenmiyor?” deyince kafası karıştı. Cevap vermek için düşündü, yürüdükçe… Sonunda kimsenin bilmediği benim bildiğim yere getirdim onu. Ağaçların seyrek olduğu, gölgelediği bir kuyunun yanında dinlenmek için dikildik. Ben biraz dinlenmek istedim, ister istemez durdu.
İntikam için, ayaklarından tuttuğum gibi kuyunun dibine attım!! Kafa üstü dibe çakıldı.! Dibi bomboştu ve kurtulmasına imkân yoktu. Öldü orada.

Bir hafta geçtikten sonra, ne derler diye merakla bekledim… Fingirdeştiği kızlardan birinin babasının öldürttüğü dedikoduları, gittikçe yayılıyordu…
Ve yayıldıkça inandırıcı oluyordu!! Hiç kimse gerçeği bulamadı.!

Kahveye uğramaya korkar oldum. İnsanlar sanki biliyordu. Ama o gün hiç kimse kimin yapabileceğini değil; tersine onun yaptığı kötü şeyleri konuşuyordu…
Kızları kullanmasını, paraya, lükse, hava basmaya düşkünlüğünü konuştular! Zamanla konuşur oldum: “bir keresinde bana ne demişti, bilir misiniz?” dedim!..

Cilasin Özgün

 

 

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.