KOKULARIN TANRISI: Jean-Baptise Grenouille – Melek Koç

KARAKTER ANALİZİ

KOKULARIN TANRISI: Jean-Baptise Grenouille – Melek Koç
Yayınlanma: Güncelleme: 636 views

Süskind’in tarihsel bir gerçeklik içinde, gerçeküstü ve realist bir söylemle kaleme aldığı “Koku” romanında, Tanrı/katil imajıyla olağan dışı yarattığı bir karakterdir Grenouille.

Bugüne kadar okuduğumuz romanlar içinde aklımızda kalan tüm kahramanları unutturacak güçte, sevgisiz, nefretle beslenen, kurbanlarını mükemmel bir parfüm üreterek tanrısal bir güce ulaşmak için öldürmekten çekinmeyen ve bundan asla vicdani bir rahatsızlık duymayan, inanılmaz bir koku alma ve üretme yeteneğine sahip cani bir dahi olarak belleklerimize silinmemek üzere yerleşiyor.

İnsani bir varoluşun ardında, hayvani bir varoluşun saklı olduğu Grenouille, en dahi ve en iğrenç niteliklere sahip bebek olarak, Paris’te bir balık pazarında bir tezgah altında dünyaya gelir. Annesi onu ölmesi için balık artıklarının içinde ölüme terkettiğinde yaşam çığlığıyla kendini etraftakilere farkettirir. Bu çığlık içgüdüsel bir kurtarılma bağırışından çok, sevgiye karşı ama hayattan yana olmanın çığlığıdır. Bu aynı zamanda annesinin ölüm emridir de! Zira çocuk öldürmenin cezası giyotindir.

Paris’in en pis kokan yerinde doğan bu bebeğin olağanüstü koku alma yetisine karşılık, kendine ait bir kokusu olmayışı kozmik bir ironi gibidir. Yakın çevresiyle olan ilişkisini gözleriyle değil burnuyla gerçekleştirmesi bakıcıları tarafından tedirginlikle karşılanır

Diğer bebeklerden daha iştahlı olduğu için sütannelerinin tüm sütünü emerek bitirmesi, sürekli süt anne değiştirme zorunluluğu yaşattığında, çok soğuk ve duygusuz bir kadın olan Madam Gailard tarafından alınarak büyütülür. Yeni bakıcısı koku duymadığı için bu küçük çocuktan etkilenmez. Ama durum yanında baktığı diğer çocuklar için farklıdır. Bu tuhaf çocuktan kurtulmak için pek çok defa öldürmek isteseler de bunu bir türlü gerçekleştiremezler. Onun yok edilemez bir yaratık olduğunu anlayınca ondan uzak durmaya çalışırlar.

Küçük Jean, içine kapanık, kendi dünyasında sevgiden uzak yaşayarak büyür. Ürküntü yaratacak kadar çirkin de sayılmaz üstelik. Parlak bir zekaya sahip olmasa da saldırgan ve beceriksiz de değildir. Bozuk ve bayatlamış yiyeceklerden etkilenmediğinden onu doyurmak hiç sorun olmaz. Zayıf denecek kadar ince yapılı olmasına karşılık dayanıklı bir yapısı vardır. Üç yaşında yürümeye, dört yaşında konuşmaya başlar. İlk öğrendiği sözcükler kokusu yoğun olan isimlerdir. Kokusu olmayan cisimleri ve kavramları öğrenmekte güçlük çeker. Altı yaşına geldiğinde çevresini kokusal açıdan bütünüyle kavrar. Sanki kokulardan oluşan, kendi kendine öğrendiği bir söz dağarcığı vardır.

Duygusuzlukla, dolayısıyla sevgisizlikle çevrilmiş bir ortamda aşağılanarak ve yalnızlaştırılarak büyüyen Grenouille, tüm hisleriyle koku alma duyusuna odaklanır. Görmesine, duymasına, dokunmasına, tatmasına gerek kalmadan sadece koklaması herhangi bir şeyi tanımasına yetiyordur.

Örneğin, diğer çocuklarda olduğu gibi karanlık ve gece korkusuna tamamen yabancıdır. Işık almadan gidip yolunu bulur, elini yanlış bir şeye atmadan, tökezlemeden, bir şeyi devirmeden istenileni alır getirir. Yatakhaneye girmeden içerde kaç çocuk olduğunu, henüz kesilmemiş sebzenin içinden kurt çıkacağını, saklanan bir şeyin nerede olduğunu, havada tek bulut yokken fırtınanın yaklaştığını bilebiliyordu küçük Jean. Ama bunları keskinliği, kesinliği gittikçe artan burnuyla koklayarak yaptığını kimse bilmiyordu.

Sekiz yaşına geldiğinde bir deri atölyesinde çalışmaya gönderilir. Burada insanlık dışı koşullarda çalışan Grenouille, bundan hiç şikayet etmez. Zira daha patronunun kokusunu alır almaz anlamıştır bu adamın en ufak bir itaatsizlikte kendisini öldüresiye döveceğini. Zira onun gözünde hayatının yapabileceği iş kadar değeri vardı. Çaresiz boyun eğer.

On iki yaşına geldiğinde Pazar günleri yarım gün, onüçünde her iş günü akşam paydosundan sonra bir saat izni vardı. Buz çağı bitmiş, kene Grenouille kıpırdamaya başlamış, umudun kokusunu almaya başlamıştı. Akşamları bir saatlik iznini şehirde yeni kokular arayarak geçiriyor, bu kokuları sadece içine çekmekle kalmıyor, çözümleyerek en küçük, en uzak parçalarına ayırıyordu. Keskin burnuyla, kokular yumağını çözüp tek tek, artık daha fazla ayrıştırılamayacak olan temel koku iplerini buluyordu.

Bazen bir köşeye büzülüp gözleri kapalı, burun kanatları şişmiş bekliyor, sonunda küçük bir esintiyle burnuna incecik bir koku ipliği dokunduğunda peşinden gidiyor, yakalayıp içine çekiyor ve orada saklıyordu. Böyle akşamlardan birinde burnuna ince, naif, hiç duymadığı güzellikte bir koku belli belirsiz dokundu. Tuhaf bir biçimde, bu kokunun bütün öbür kokuların anahtarı olduğu duygusuna kapıldı. Bu kokuyu ele geçirmezse boşuna yaşamış olacaktı. Zira kavranamaz, anlamlandırılamaz, hiçbir yere oturtulamayan bir kokuydu bu.

Kaynak, on üç, on dört yaşlarında, kızıl saçlı çok güzel bir kızdı. Kıza sessizce yaklaşıp hafifçe üzerine eğilerek kokusunu ensesinden, saçlarından, elbisesinin göğsünden yükseldiği biçimiyle içine çekmeye başladı. Kız onu fark edip korkudan dona kaldığında, Grenouille kızın boğazını sıkmaya başlamıştı bile. Tek kaygısı bu güzel kokudan tek zerreyi bile kaybetmemekti:

Grenouille, kendini yeniden doğmuş gibi hissediyordu. Şimdiye kadar bir hayvandan farksız yaşamış, ama bugün gerçekten kim olduğunu sonunda öğrenmişti. Yaşadığı bunca kötü şartlardan, hastalıklardan, annesinin ve yetimhanedeki çocukların öldürme teşebbüslerinden kurtularak inatla yaşama tutunmasının bir sebebi vardı: Onun bir koku yaratıcısı olması gerekiyordu. Hatta tüm zamanların en iyi parfüm ustası olacaktı. İlk adımı hemen o gece atan Grenouille, beyninde depoladığı kokuları tasnif etmeye başladı. Milyonlarca kokuyu sistemli bir düzene koydu. Güzel, kötü, iğrenç, zarif, kaba… vb. kokuları birbirinden ayırdı. Her gün içinde en güzel kokulardan oluşan ve genişleyen bir koku örgüsü, onu artık bir parfümcünün yanında çalışmasının zamanı geldiğini haber veriyordu.

Kene, kan kokusunu almış, yıllarca bekledikten sonra avını ele geçirmişti. Parfüm imalatçısı Baldini’ye onunla çalışmak istediğini yalvarır gibi değil, bildirir gibi söylemesi, tüyler ürpertici bir özgüven ifadesiydi. Günlerdir bir kokunun formülünü çıkarmaya çalışan Baldini’ye, 10 dakika içinde kokuyu hazırlaması, onun işe alınmasına yetmişti.

Grenouille, kısa zamanda parfümcülüğün dilini ve atölyedeki tekmil koku maddelerinin adını öğrendi. Ayrıca, kendi elde ettiği parfümlerin formülünü çıkarmayı, yabancı formülleri parfüme çevirmeyi de kolaylıkla yapabiliyordu. Çok sürmeden damıtma alanında da uzman olup çıktı Grenouille. Kendi kokusuzluğunun farkına varması onun için korkunç bir felaket oldu. Koku onun için bir aidiyet, kendini ifade etme biçimiyken, kendinde bunun olmaması onu daha derin bir yalnızlığa ve nefrete sürükledi. Bir kimliğe sahip olabilmesi için kendine ait bir insan kokusuna ihtiyacı vardı. Koruması altında olduğu Marki’nin koku sağlayıcısının atölyesinde insan kokusu elde etmeyi başararak ilk kez bir insan olarak fark edilmesini sağladı. Çevresindeki insanlar artık dönüp ona bakıyor ve ilgi gösteriyorlardı. Artan bir özgüvenle kokuların gücünü keşfederek, insanlar üzerinde görünmeyen bir şekilde hakimiyet kurmanın mümkün olduğunu anladı. Bunun için aklında bugüne kadar bilinmeyen, denenmemiş, hiç akla gelmemiş bir koku vardı: Bir canlının kokusunu elde etmek!

Grenouille için koku ile ilgili hiçbir şey zor değildi aslında. Hayvanlar üzerinde yaptığı deneyler sonunda, canlıların kokusunu elde etmek için onları önce öldürmesi gerektiğini öğrendi. Kokusunu alacağı canlının korkmaması, karşı koymaması gerekiyordu. Zira böyle bir durumda canlının doğal kokusuna korkudan dolayı vücudun ürettiği istenmeyen kokular karışıyor ve saf kokuyu bozuyordu. Normal bir insan için tüyler ürpertici olan bu sonuç, onun için koku elde etmenin olmazsa olmaz yoluydu. Zaten daha önce bunu yapmıştı.

Sonunda istediği o büyüleyici kokuyu yaratır Grenouille. Nihayet istediği, hayal ettiği şey gerçekleşmiştir. O dünyanın en pis yerinde kokusuz doğmuş olan, pisliğin içinden gelen, sevgisiz, herhangi bir duygusal sıcaklık yaşamamış, ruhsuz, sırf inatçılığı yüzünden ve iğrentisinin verdiği güçle yaşayan ufak, kamburu çıkmış, topallayan çirkin herkesin yüz çevirdiği Grenouille, yaratmış olduğu eserin büyüsüne kapılıp zafer sarhoşluğu içinde kendini Tanrı katına koyar. Hatta Tanrı’ya hakaret ederken bir şeyin farkına varır: Hayalini kurduğu şey onu mutlu etmiyordur!

Kendini bildi bileli insanlardan istediği tek şey kendini sevmeleriydi. Şimdi buna ulaştığı anda anladı ki, o insanları sevmiyor, sadece nefret ediyordu. Nefretle besleniyordu Grenouille. İnsanlar bu nefretine karşılık versinler, kendisini yok etsinler istiyordu. Zira Dünyayı ayakları altına serecek bir kokuya sahip olması, kendi kokusuna sahip olamadığı gerçeğini değiştirmiyordu…

Postmodern romanın Almanya’daki ilk örneği olarak gösterilen bu eser, işlenen cinayetlerle polisiye, tarih ve mekan açısından tarihi, kadın kurbanları hedefleyen müstehcen betimlemeleriyle erotik, inziva seyahatlerindeki belgesel tadından dolayı gezi, kurbağa, kene, örümcek, şeytan, mesih, melek gibi grotesk benzetmelerle fantastik roman gibi birçok kategoriyi içinde barındırıyor. 18. Yüzyıl Fransa’sına yolculuk yaparak farklı bir roman okumak isteyenler için.

Patrick Süskind /KOKU / Can Yay.2022 Çev: Tevfik Turan

Melek Koç

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…

YORUMLAR (1)

YORUM YAZ

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.