BELGESEL
Kaçtık kentin bizi sarmayan sesinden
denizin kış artığı sessizliğine
izlendiğimizi biliyorduk hem de kendimiz kendimizi
bir umut, bu kez öyle olmayabilir ve öteki
susar, bağışlarız biz bizi
gecekuşu aynı zaman aralığını kullanıyor
çığlığını boşaltırken yeryüzüne
yüreğin ve saatin kullandığı aralığı
yıkılmış köyleri, göçmüş olanları yollarda
çocukları, ruhlarını o doğulan yerde
bırakmış, gözlerinin ardı boşalmış yaşlıları
utangaç kadınları, öfkesi kendini bitiren erkekleri
onları onları onları taşıdığımızı
her çığlıkta yeniden anımsaya çoğalta
hükmü hayatına düşürülmüş
biri halinde
gece acı azığımızı paylaşıyor bizimle
uyumuyor uyutmuyor uslu durmuyor
oysa güller vardı önce aklımızda
iğdeleri gördük zambakları da
ayartıldığımız güzel kokulara
kök edinmiş aşka, derin buluşmaya
onları bulurduk bulmasına
gece, kuş çığlığı yüreği çıldırtan aralıklarla
yiten dinginlik
-gündüzü bekledik-“
Gülten Akın: Gece Kuşu şiiri
…
Teknolojinin gün geçtikçe kamusal alana hakim olmasıyla insanların niteliklerinden çok, nicelikleri ön plana çıkmaya başladı. Beton duvarlar ve cam mekânlar arkasındaki insanlar, gittikçe mekanikleşen bireyler olmaya başladı. İnsanların adlarından ziyade sayıları, insan ilişkilerinde daha fazla belirleyici oluyor. Toplumsal algıda duygulara sahip olmak neredeyse psikolojik bir sorun olarak algılanıyor. Bir bakıma psikanalizin kabul görmesini bu algıya borçlu olduğunu söyleyebiliriz. Tüm bunlara rağmen şiirsiz bir toplumun ruhsuz bir toplum olduğu görüşü, insanlığın inançsız olduğunu söylemek kadar kabul edilemez bir gerçek. Daha doğrusu şiiri toplumdan soyutlamak şimdiye kadar istenilen sonuca ulaşamadı. Her şeye rağmen şiir üretiliyor ve şairler direniyor.
Dünyadaki her toplum şiiri ve şairleri görememezlikten gelemiyor. Çünkü şiir bir bakıma anlamsızlığın anlamını sorgulamak ve ifade etmektir. Şiir, bireyin ve toplumun doğasına aykırı bulduğu her duruma verdiği tepkinin bir ürünüdür. Şairlerin direnmesi bu nedenledir. İnsanlığa mal olmuş hangi şair için kaygısız ve rahat yaşadı diyebiliriz ki!.. Giderek şiirin unutulduğu bir toplum hâline geldiğimiz doğru. Fakat unuttuğumuz şiir için, bir arayış içinde olduğumuz da hakikattir. Yoksa yalnızlığımızın ve duygularımızın son kertede şiirle tatmin olmasını başka neyle izah edebiliriz!
Ruhumuzun en zor anlarında bir şiirin veya şiirden bestelenmiş bir ezginin ruhumuza ilaç gibi gelmesinin başka bir adı şimdiye kadar olmadı. Şiir, insanın yalnız yanına ve acı çeken tarafına şifa olan bir sanattır. Mesele insanın yalnız yanına, acılarına, hayatına anlam katmaya ve ezilmişliğine derman olmak ise, Gülten Akın’ı burada anmamak şiire ve şairliğe haksızlık olur. Çünkü Gülten Akın, duyarsızlaşan dünyaya seslenen en önemli şairlerimiz arasındadır. Ruhsuzlaşan topluma şiirle ruh vermeye çalışan şairimiz, insanın ve hayatın anlamını şiirle sorgulamıştır. İnancını ve eylemini şiirle birleştiren Gülten Akın, toplumdan kopmayan sayılı şairlerimiz arasındadır.
“Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı, Ağıtlar ve Türküler” isimli eserleriyle bireysel dünyasından çıkıp, toplumsallığı seçen, sistemi sorgulayan Akın, şiiri hak aramanın; adaletli olmanın bir gücü olarak görmüştür. Her zaman nicelikleştirilen toplumun, kabullenilmeyen nitelikli ruhundan ve halk şiirinden beslenen şair, doğallıktan uzaklaşan her şeyin metalaştığını ve mekanikleştiğini şiirlerinde izah etmeye çalıştı. Ezilen, dışlanan ve tepki veren insanların seslerinin duyulmadığı yerde şiirleriyle ses olan bir şiir ustasıydı Gülten Akın. Eşitsizlik ve özgürlük sorunlarını evrensel bir sorun olarak gören Akın, şiirlerini ontolojik bir düzlem üzerine inşa etmiştir. Sosyolojik unsurları şiirlerinde barındıran söz işçisi ozanımız, şiiri her zaman edebiyatın en zor dalı olarak görmüştü. Şiire “sanatın en yoğunlaşmış hali” diyordu. Şiir yazmayı ve okumayı iç yetkinlik ifadesiyle değerlendiriyordu. Gülten Akın için şiir var olan hayata karşı bir sanat alanıydı. Onun için şiir, hayattan aldıklarıyla, hayatı yeniden var etmekti. Bununla birlikte yaşama ve şiire ideolojik olarak bakardı.
Ezilenlerin, azınlıkların ve ötekileştirilenlerin ideolojik anlatımıdır Gülten Akın’ın şiirleri. İdeolojinin ayrı, şiirin ayrı düşünülmesini imkânsız bulurdu. Şiirde yerel dili ve folklorik öğeleri seçerek şiirin oluşumuna katkı sunardı. Yeri geldiğinde ontik, yeri geldiğinde epistemik şiirler yazdı. Bir varlığın dolaysız dışavurumunu anlatırken aynı zamanda varlığın durumu hakkında bilginin betimlemesini şiirleriyle yorumladı. Türkiye şiir geleneğini ve halk şiirini çok iyi bilen ve bunları modern şiirde yine çok iyi bir şekilde kullanabilen Gülten Akın, belgeselleşen yaşamıyla, hayatımıza anlam katmaya devam ediyor! Yönetmenliğini Sefa Sarı’nın, senaristliğini ise Asuman Susam’ın yaptığı, şair Gülten Akın’ın hayatını anlatan “Gülten Belgeseli” tamamlandı. Şiir dünyasında özel bir yer edinmiş Gülten Akın’ın hayatını anlatan belgesel, şairimizi farklı kimlikleri ile daha yakından tanımaya dikkat çekmek için hazırlanmış bir belgesel.
Gülten Akın’ın toplumsal, politik ve tarihi tanıklıklarını inceleyen belgesel çalışması; toplumsal kırılma noktalarını, bir dönemin siyasal dönüşümlerini ve bununla birlikte şiirin ve şairin geçirdiği devinimlere dikkat çekiyormuş. Bu belgeselde bir şairin portresi ve içinde bulunduğu toplumun ruhsal ilişkisi hakkında düşündürücü mesajlar mevcutmuş.
Belgesel, Gülten Akın’ın hayatının ve eserlerinin derinliklerine nüfuz ederek, onun benzersiz sesini ve düşüncelerini daha yakından tanımayı amaçlıyormuş. Gültekin Akın, şiiri derinden yazmak kadar derinden okumayı da benimsemiş bir edebiyatçımızdı. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatımızın ilk kadın şairlerindendi. Şiiri halkla doğrudan bir ilişki içinde değerlendirdiği için, bu anlayışta şiir yazanlara, şair yerine ozan denilmesini salık veriyordu. Kendisi için de zaten ” Ben yaşadığımı yazmaya çalışan bir ozanım” tanımlamasını kullanırdı. Şair hayatında yalnızlığa, toplumsal çöküntüye, kadın sorununa, yabancılaşmaya çok geniş bir yelpazede yer veren Gülten Akın, şiiri toplumdan soyutlayanlara mukabil, insana dair temel sorunları şiirle ele alarak, toplumla şiiri yek vücût kılmak için uğraştı.
Edebiyat eleştirmenlerimizden Oğuz Demiralp’ın “şair ana” diye nitelediği Gülten Akın, özellikle 1960’lı yıllardan sonra, Türkiye’de gerilimleşen askeri, politik, toplumsal olaylarla şahit olup; Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yaşamasından dolayı, dönemin atmosferini soluyan bir ozanımızdı. Bireysel şiirlerden, toplumsal şiirlere yönelmesinde etkili olan bu atmosfer, şair anamızın toplumsal sorumluluğunu sanata yansıtmıştır. Gülten Akın için çekilen belgeseli en yakın zamanda izleme heyecanındayım. Şiirde öznenin başkaldırısıyla, toplumsal gerçekliği ve uyanışı amaçlayan şair anamız, şiirde ruhumuza terennüm eden mısralarıyla, şiir sevenlerin annesi olmaya devam edecektir.
Heybet AKDOĞAN
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.