ANLATI
“Eylülde aşk, Eylülde acı, Eylülde yalnızlık zordur
Eylülde her şey zordur, ben Eylül’ü onun için severim.” *
Severim Eylül’ü.
Belki de içimde yıllardır yaşadığım Eylül’ler aşkınadır bu sevgi. Takvimlere takıldığımda çoktan kışa girdiğimi görsem de, ne gam? İçimdeki Eylül güneşiyle ısıtıyorum dışımdaki kış mevsimini. Hala gönlümde bin bir heves. İçimde çocuk, genç, yaşlı tüm zamanların kadınları aynı an da yaşıyor. Yaşlılığın kalıplarına sığdıramıyorum kendimi.
Yakmayan, üşütmeyen, yumuşacık bir Eylül ikindisi yaşıyorum. İnsanı dingin bir ruh haliyle düşüncelere salıyor. Geçmişteki hataları affediyor, yaşadığım güzellikleri bir kez daha anımsıyorum. Kırk yıllık anılar dün gibi yakın görünürken, kendime olan uzaklığıma inanmak zor geliyor. hayat, yazgıyla yanılsamalarımız arasında geçen tuhaf bir yolculuktan başka nedir ki, diyorum kendi kendime.
Severim Eylül’ü.
Eylülde Pessoa okumayı. Kendi kalabalığında yalnız bir adam. Öylesine naif ve kırılgan. Kendini yağmurla özdeştirmiş… “Dışarıdaki yağmurun hüznünü de , içimdeki boşluğun acısını da duymayan bir varlık olsam.” İçindeki boşluğun acısını duymayan bir varlık var mıdır dünya üzerinde? Eylülse, yağmur yağıyorsa, geceyse ve yalnızsa, gizli bir hıçkırık gibi dolar içine o boşluğun acısı.
Bu mevsimde Pessoa’nın hüznüne ortak olmak, onunla aynı duyguları paylaşmak iyi geliyor bana. Hazan ve hüzün birbirini doğuruyor ve tamamlıyor birbirini, ama biri nerde başlıyor, diğeri nerde bitiyor, bir sınırı yok. O sınır herkesin kendi içinde sanırım.
Gözüm masamın üzerindeki kitabına ilişiyor. Tuğla kalınlığındaki kitapları okumaktan hiç hazzetmem ama bu bir istisna. “Bu kitap, hiç hayatı olmamış bir adamın biyografisi” aslında. Rastgele bir sayfadan altını çizdiğim satırları okuyorum: “Her yağmur damlasıyla doğada ağlayan ıskalanmış hayatımdır. Günün hüznünü boş yere toprağa akıtan, damla damla, sağanak sağanak yağmurda bendeki belirsizlikten bir şey var.”
Hayatımızdaki belirsizlikler…
Tavan yapmış huzursuzluklar…
Ve ıskalanmış hayatlar…
Ah, Pessoa, ne çok benzeşiyoruz!
Severim Eylül’ü.
Ayrılık sarısı bir özlemdir Eylül, geçip giden yazlara. O yazlar ki, asla bitmeyeceğini düşündüğümüz aşklar yaşadığımız. O yazlar ki, özlemini her geçen yıl daha çok çektiğimiz. Aslında her şey şairin dediği gibidir: “Bir yaz daha geçiyor, hiçbir şey anlamadan/ Oysa yapacak ne çok şey var ve ne az zaman…”** Zamanın azaldığını bilmek kadar korkunç bir şey daha var mıdır? Eylülden sonrası telaşlı adımlarla geçiyor zaten. Saatlerin, takvimlerin, günlerin acelesine akıl ermiyor, yaşayamadığımız günler hep hesaptan düşülüyor…
Severim Eylül’ü.
En çok şiir bu ayda yazılır, aşka, ayrılığa ve ölüme dair. Kimi aşkı ve ölümü bu ayda bekler, kimi kimsesizliğinin savruluşlarını Eylülden bilir, kimi Eylül kokulu ölümlerden söz eder. Ama en güzel Eylül şiirleri Nazım’ın kaleminden çıkar. Saat 21-22 şiirlerini Bursa cezaevindeyken Piraye için Eylülde yazmaya başlar.
Severim Eylül’ü.
Tam bitti derken, içimizdeki yaşama sevincini ortaya çıkarır.
Her ânı yaşamayı, aşık olmayı, unutmayı, vazgeçmeyi, hiçbir şey için geç olmadığını, sil baştan yaşamayı öğretir.
* Ahmet Altan / Eylül
** Murathan Mungan/ Yalnız Bir Opera
Melek Koç
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.