ANLATI
-Bir çay daha?
-Yok, teşekkür ederim, çay içme sınırımı aştım bugün.
-Benden hocam.
-Madem ısrar ettin, söyle bakalım…
Üç yıl oldu Mersin’den İstanbul’a gideli. 4-5 aylığına geldim Mersin’e. Fark ettim ki, Mersin İstanbul’la yarışıyor. Tek bir konuda ama…
Yaşam pahalılığı…
Kiralar aynı İstanbul, yeme içme ha keza.
Etkinliklerin, özellikle şehir dışından gelen tiyatroların fiyatı İstanbul’dan daha pahalı.
Davetiye bulamazsam hiçbirine gitmiyorum. Çünkü genellikle medya ünlüleri geliyor, izlemesem de olur.
Yerel tiyatrolar çoğunlukla bir felaket.
Biz yaptık oldu, yerseniz kıvamında.
Yani millet, hatta bizim bir evladımız da uzaya çıkarken, bizimkiler bir gıdım ilerlemiyorlar.
Neden dersen…
-Neden hocam?
-Kimse kimseyi izlemiyor, kitap okuma hak getire, geniş görüşlülük sıfır, herkes kendi yörüngesinde kral…
“Mersin’de tiyatrocularla görüşüyor musun dersen, görüşemiyorum, çünkü gittiğim yerlerde onları göremiyorum.
-Nerelere gidiyorsunuz ki?
-Sanat etkinliklerine…
Fakat şaşırdığım bir etkinlik oldu. Mersin Edebiyat Festivali yapılmıştı, orada Mersin Belediye Şehir Tiyatrosu oyuncularını görünce, hem şaşırdım hem de sevindim. Ne yazık ki sevincim buruk kaldı.
-Neden?
-Festivali düzenleyen Mersin Büyükşehir Belediyesi Kültür birimi, bu etkinliğe katılımı “zorunlu” rica etmiş! Yalnızca tiyatrocular değil, edebiyatla hiç ilgisi olmayan çok insan gördüm.
Oysa çok güzel bir festival oldu. Önemli yazar ve şairler vardı.
Bu “zorunlu” rica, zorunlu gelenlere bir şeyler katmıştır umarım. Bana kattı.
-Hocam bir nefes al yahu. Bi çay daha? Sıkıldınız mı Mersin’den hocam?
-Mersin, ya da İstanbul dışında herhangi bir yerde, bir uğraşın, hedefin yoksa sıkılırsın. En fazla bir haftada bitiyor Mersin. Burada içilen çayın da bir keyfi yok yahu. Ama yapacak bir şey yok, söyle bir çay daha.
Yahya Kemal’in Ankara için söylediği söz şu an bana çok uydu.
-Ne demişti rahmetli?
-Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşünü seviyorum! Mersin de benim için öyle oldu.
Orada içtiğim çayın bile tadı bir başka güzel. Çünkü orada çaya şeker katmıyoruz; şiir, öykü, resim, karikatür… Yani yaşamın tadını katıyoruz.
-Vay be hocam, şiir gibi konuştunuz!
-Çünkü beslendiğim dostlar edebiyat dünyasının değerlileri. Her Perşembe Moda Sahili’ndeki Yoğutçu Parkı’nda bir çay bahçesinde buluşuyoruz bu dostlarla.
-Ne güzel, kimler mesela?
-Alanında önemli insanlar. Türk Edebiyatı’nda öyküleriyle derin iz bırakmış Necati Güngör hocamla mesela. Karikatür dünyasından kadim dostum Mustafa Bilgin mesela, Mizah öykücülüğünün değerli yazarı Ahmet Zeki Yeşil, yine karikatür alanında usta bir isim Akdağ Saydut, dil konusunda uzman Adil İzci mesela… Ve arada masamıza konuk olan dostlar.
Masamızın bir de adı var! 44 Nolu masa! Ama ne masa. Neden 44 Nolu dersen, Necati Hocam Malatyalı ve ilk oturduğumuz masanın numarası 44’tü.
Necati Güngör hocam, çantasında her zaman dokunaklı öyküleri ve hiç eksilmeyen, küçük küçük poşetlediği kedi mamalarıyla gelir.
Kediler onun çocukları, o da kedilerin babası çünkü. O gelince parkın kedileri hemen yanı başında arz-ı endam ederler. Hocaya bir güzel sırnaşırlar. Hoca da bu sevgiyi karşılıksız bırakmaz elbette. Çantasında özenle hazırladığı mama poşetlerini çıkarır, üşenmez, parkın kenarına götürür, uygun bir yere bırakır. Kedi (ler) afiyetle mamalarını yerken, onları keyifle seyreder.
Her buluşmamızda mutlaka bir kedi öyküsü vardır Necati Güngör’ün. Bizimle paylaşır.
Hayvanlara kötü davranan veya sevmeyenlerin, hocanın dünyasında yeri yoktur.
Hocanın parası azaldığında “ Yazmak zorundayım” der. Çünkü eserlerinden kazandığı telif haklarının büyük bölümü kedilere gider.
Yazmak ve telif kazanmak zorundadır, çünkü çocukları ondan mama beklemektedir.
Ha bu teliflerden artanlardan biz de yararlanırız. Hoca telif aldığında çaylar ondandır. Hatta üstüne bir de jest yapar, çayın yanında kurabiyeler alır. Afiyetle yeriz.
-Ne güzel bir insanmış.
-Benim dostlarım, dost dediğim insanlarım güzel insanlardır. Para pul biriktiremedim belki, ama çok güzel insan biriktirdim.
Ahmet Zeki Yeşil mesela, bu kadar sakin yumuşak huylu bir insan tanımadım dersem yeridir.
-Hatırladım bu ismi, ressam mıydı?
-Ressam olan Ahmet Yeşil, Mersinimizin dünya çapında medar-ı iftiharı; o da güzel bir arkadaşım, ama henüz dostum değil, bu Zeki olan ve mizah öyküsü yazarı. Çok susan, çok dinleyen, az ama öz konuşan, hele çocuklar için yazdığı kitaplarla, çocukların çok sevdiği bir yazar. Hele son yazdığı İskelet İsmet adlı çocuk macera kitabıyla çok satanlar listesinde yerini aldı.
Bir de şaşırdığım bir özelliği, sakinliği, hoşgörüsü ve en önemlisi kendisiyle barışıklığı…
Öykü kitaplarından birini okumuştum. Sonra Tv’de Güldür Güldür adlı bir komedi programını izlerken, skeçlerden biri bana tanıdık geldi. Hani bir anı yaşarken “aaa, ben bu anı (olayı) daha önce yaşadım” dersin ya, öyle oldum. Sonra Ahmet Zeki hocanın kitabına yeniden baktım, izlediğim skeç, okuduğum öykünün benzeri. Konusu; cenazede gülme krizi. Hemen aradım ve mal bulmuş mağribi gibi, “Hocam senin öykünü televizyonda izledim. Sen mi yolladın” dedim. “Yoo, hiç haberim yok” dedi. İzlemesini önerdim, link attım.
Kızmasını, hatta dava açmasını falan beklerken, ne dese beğenirsin? “Tesadüf, aynı şeyleri düşünmüşüz, yazmışız” dedi. “İyi de hocam, senin kitap çok önceden yayınlandı, bunlar yeni, senden almış olamazlar mı?” “ Esinlenmişlerdir, farklılıklar var” dedi.
Başkası olsa, bunu fırsat bilir, medyada çok ses getirirdi. Bu sayede “ünlü” de olabilir, kitapları çok satardı falan. Ama Ahmet Zeki Yeşil hocam, bunlara tenezzül etmeyen bir karaktere sahip.
-Vay be..
-Vay be ya, işte benim dostlarım böyle, o yüzden orada içtiğim çayler daha lezzetli ve keyifli. Çayımız bitmiş, Haydi bu sefer ben söyleyeyim.
-Olur mu hocam, misafirimsin, ben söylerim.
-Misafirlik mi kaldı, ben söylerim. Garson bey, bize iki çay daha lütfen.
Bak gördün mü söyledim, haydi sen de parasını öde bari.
İçel Sanat Kulübü Bülteni
Sayı: 231
Mehmet Çeto Tekkanat
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.