Beşinci Mevsim 3 – Melek Koç

ANLATI

Beşinci Mevsim 3 – Melek Koç
Yayınlanma: Güncelleme: 694 views

“Yorgunum, tek isteğim yüzümü kucağına koymak, başımın üstünde dolaşan elini hissetmek ve sonsuza dek öyle kalmak…”*

Eskilerin “Yana yana sevmek” dedikleri bir söz vardır. Mutluluğun ve acının aynı anda yaşanmasıyla duyulan, ama anlatılamayan tuhaf bir haz. Onun da sevmesini beklemeden, karşısındakini “kendi olduğu için”, “o” olduğu için sevmek. Karşılıksız, koşulsuz, beklentisiz… Tüm varlığını adayarak sevmek!

Sevgili Kaptan bir şiirinde “Böyle sevmek görülmemiştir” diye yazar ya hani, bu da öyle bir şey. Marazi bir sevgi gibi geliyor kulağa ilkten, ama değil. Nedenini, niçinini sorgulamadan sevmektir bu. Çizilmiş sınırları aşmadan, incinmeyi, yaralanmayı göze almaktır. Bazen Tanrı’yı sevmek gibi hiç görmeden, dokunmadan, bazen bir anne şefkatiyle koşulsuz, bazen de kendi içinde kanayarak…

Bazı şeylerin sözcüklerle ifadesi olmuyor. Mutluluğun resmi olmadığı gibi, neden sevdiğinin de izahı olmuyor. Kuralları ve bağlı olduğumuz değerleri unutarak bize vaad edilmiş topraklarda yaşıyoruz. Bu topraklarda hiçbir şeyi olmadığımız kişi, bizim  her şeyimiz oluveriyor. Böylesi aykırı bir sevgiyi kendimize bile açıklayamıyoruz.

Bir yerde okumuştum, “Birini sevmek, sevilen kişiyi ilgilendirmez, bu kişisel bir sorundur” diye yazıyordu. Zira sevgi her zaman karşılık bulmuyordu. Bu nedenle de sevginin diyeti olmamalıydı. Biz kişisel tercihimizi kullanıyorsak, karşımızdakine de bizi sevmeme seçeneğini sunabilmeliydik. Kimsenin yüreğine yük olma lüksümüz yoktu. Oyunun kuralı buydu.

Bu mevsimde, “Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe”** dir. İçimizdeki ebedi kışın bahara döndüğünü hissederiz. Kış ortasında yalancı bahara aldanan badem ağacı gibi çiçekleniriz. Aynaya baktığımızda kendimizi genç, güzel ve coşkulu görürüz, ama içimizde, kuytularımızda bir yerlerde jilet kesiği ince bir sızı hep kendini hissettirir. Zira her şey emanettir beşinci mevsimde. Tıpkı kütüphaneden ödünç alınan kitap gibi. Okuyor ve iade ediyorsun. Asla senin olmuyor!

Çocukken annemiz, “Koşma, düşersin!” dediği halde, koşar ve düşerdik ya, hani dizlerimiz kanar,canımız yanar da, annemizin “Ben  dediydim!” bakışına aldırmadan burnumuzu çeke çeke,”Acımadı ki!” derdik ya,  o küçücük yüreğimize sığdırdığımız kocaman gururumuzla.

Hep aynıdır işte!

Büyüdükçe acılar değişiyor sadece. Bu kez dizlerimiz yerine yüreğimizin üzerine düşüyoruz, ama o gurur hep orada duruyor. Büyüsek de ona sığınıyoruz. Çocukluğumuzda olduğu gibi gözyaşlarımızı gizleyip, burnumuzu çekerek, ama bu kez sessizce içimizden tekrarlıyoruz: Acımadı ki!

Çok acıyor aslında…
Bir o kadar da utanıyoruz…
Sevmek bu kadar mı acıtır, bu kadar mı utandırır insanı?
İnsan sevmekten utanır mı, ya da neden utanır ki sevmekten?
Hayatta utanılacak onca şey varken…

Ve biz beşinci mevsimde her gün biraz daha eskiyip eksilirken öğreniyoruz, mevsimsiz yaşanan tüm duyguların  acı ve utanç verdiğini…

* Franz Kafka /Milena’ya Mektuplar
**Hasan Hüseyin Korkmazgil / Öyle Bir Yerdeyim ki

Melek Koç

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.