KURUCU POLEMİĞİ -3
Şiirin Zirvesi: Ahmet Hâşim
Ahmet Haşim ve Yahya Kemal’in modern Türk şiirinin kurucusu olduğu kabulü hemen hemen herkesçe genel kabul görmüş vaziyettedir. Bu konudaki fikrimi önceki iki yazımda, modern Türk şiirimizin Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin tarafından kurulduğu gerçeğini dile getirmiştim. Fikret’in ve Cenap’ın başlattığı yeniliği oturtup olgun eserleriyle zirveye çıkartacak olan işte bu şairlerimizdir. En önemlisi Ahmet Hâşim’dir şüphesiz. Modern şiir konusunda Yahya Kemal’den önde gelir. Onu da bir sonraki yazımızda genişçe inceleyeceğiz.
Ahmet Hâşim Tevfik Fikret’in öğrencisi olup kendisi de daha sonraları Estetik, Mitoloji ve Fransızca Öğretmenliği yapmıştır. Çanakkale’de savaşması ayrı bir özelliğidir. Şair, Bağdat’ta doğup büyüdüğü için lehçesi Arapça ağırlıklı gelişmiştir. Bu yüzden Türkçeyi tam telaffuz edememektedir. Bu özelliği bilindiği için kendisiyle okul yıllarından şairlik dönemlerine kadar hep alay edilmiştir. Bu nedenle toplumdan kaçar hale gelmiştir. Aşağılık kompleksi gelişmiştir. Küçük yaşta annesini kaybetmesi onu sonsuz bir arayışa itmiştir. Onun şiirinde anne faktörü ayrı bir konumdadır. Geçmişi annesinin özlemiyle şiirine taşır. Annesine duyduğu sevgi ve özlem onun başka kadınla beraber olma imkanını da elinden almıştır. Onun hayal dünyasında annesine benzeyen kadın sevgili olabilir, âşık olamıyorsa kardeştir. Aksi halde kimseyi sevmez, beğenmez ve evlen-e-mez.
Şiir anlayışını, Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar adıyla Dergâh dergisinde ve Piyale kitabının başında bildirir. Haşim’in şiirde sembolizm, imge, resim ve musiki konusunda Cenap Şahabettin’den etkilenip etkilenmediği meselesi ortada durmaktadır. Fikret’i ve Cenap’ı okuduğu ve takip ettiği kendisi tarafından dile getirilmiştir. Zira onun savunduklarını Cenap daha yirmi yıl öncesinden dile getirmiştir. O Belde şiiri dizelerinin alt alta, kısalı uzunlu sentaksla oluşturulması bakımından serbest tarzda yazılmış bir şiir. Şiirde başka bir dünya kurması ve oradan bakıp bu dünyayı eleştirmesi, ütopik bir yaşam hayali ve bunun karşısında distopik bir korkuyu imgelemesi, bunu tasavvuf/mistik anlamının dışında kullanması, toplumdan kaçışı karakteristik olarak şiirinde yaşaması ve arzulaması, sarıldığı meta olarak dini değil de şiiri görmesi, sosyolojik açıdan kabul görmediğini düşünerek edilgenliği tercih etmesi, tahayyülüyle ve melaliyle dalga geçildiğini düşünmesi sebebiyle aşağılık kompleksine kapılması, kadında arzu yerine şefkati araması, saflığı ve ilkelliği kotarma eğilimi gibi özellikleri şiirde kendisine has bir tarz olarak öne çıkmaktadır. Onun şiirde duy-ur-mayı arzuladığı imge, estetik, ritim, ahenk ve musiki temsillerini Cenap Şahabettin’de daha önce görmüştük. Bu bakımdan özgün kabul edilemez. Yenilikçi değil ileri taşıyıcı ve geliştirici olarak görülebilir. Ancak, Batı’dan aldığı sembolizmi kendi anlayışında eritip başkalaştırması ve Türk şiirine özgü sembolizmi getirmesi bakımından modern şiirin öncülerinden kabul edilmesi çok yerinde bir değerlendirmedir.
Haşim’in şiirinde ilk bakışta kapalılık göze çarpar. Şiiri, kolayca anlaşılacak şekilde basit ve açık yazmaz. Çaba sarf edilmesi için ağır ve kapalı yazar. Ona göre şiirin kolay anlaşılabilmesi amatör şairlere ve okurlara has bayağı bir iştir. Oysa, şiirin üzerinde çalışılmalıdır. Onun kendine has havasını ve zamanını yakalamalıdır. Salt ilhamla, zekâ ve ruh yeteneğiyle yapılacak bir şiir sanat olmaz. O, şiirde soyluluk aramaktadır. Haşim, şairi ve şiiri kendisi için kutsal kabul eden biri. Herkes o şiir atmosferine ulaşamaz. Özel olarak gelir. Hazırlığı yapılmaz. Estetiktir. Müziksel/ritimsel bir tınısı vardır, terennüm edilir. Böyle bir ezgi oluşturabildiği için şiiriyle övünür. Bu özellikleri onun soylu bir şiiri aradığını, kendisini de şiirin soylusu olarak gördüğünü gösterir. Zira Ahmet Hâşim, suya sabuna dokunmayan kendisini yaşayan bir şairdir. Şairin ülkesi de kanunu da kendisidir. Şiirine herhangi biri gücün otorite etmesine izin vermemiştir. Onun şiirle duyurmaya çalıştığı çağrı/şiir elçilerin sözü gibi kendisiyle musikisi/sanatı arasında göğe yükseltici kutsal bir ilişkidir. Bu sanatı okuruna tebliğ ederken hiçbir olay onu bundan alıkoyamamıştır. Savaşlar olmuş, imparatorluk yıkılmış, rejim değişmiş, din şöyle böyle olmuş, onun hiç umurunda değildir. O, böyle olağandışı ortamda bile esrarengiz bir dedektif gibi yine esrarlı bir şiirin izini sürmüştür. Evet, izini sürmüştür; çünkü ortada bir mirası yoktur. O olaysız, ünsüz biridir. Meseleye fikirle, şahsiyetle, servetle, soyla girememektedir. Elinde değerli bir malzemesi yoktur. Kovaladıkça, durumlar tesadüfleştikçe, olgular ve olaylar fevkalâdeleştikçe, ilhamlar iş üstünde şekillendikçe; bu koşuşturmaca içerisinde acı çektikçe sanatını, aslında kendini seslemiştir/şiirlemiştir. Kuruldu işte, bu mesâfât içinde kaça kaça Hâşim’in şiiri. Zücâc-ı san’at ü fikretle yükselmiştir hep eserlerinde onun hayalleri. Aranıp durduğu hayal dünyasına müebbed bu yerde mahkûm etti kendini bu Hâşimî tavırla ebede kadar. Hapsolduğu bu mahkûmiyet yerleşkesinde düçar olduğu sorunlardan uzak kalmak için terennüme sarıldı. Müzikle, doğayla ve eşsiz benliğiyle, belki karanlıktan kurtulmuş bir ruh haliyle, artık hayatındaki beklenen güneşin doğuşuyla ve onu bu mertebede bir karamsarlığa düçar bırakan yaşamından erkenden uçup giden kuşuyla/annesiyle baş başa kaldı. Kendisine vadettiği bu sonsuzluk mekânında zulmet gölgesinden kalkıp aşkın kucağında serinleyecek, gurbetteyken ulaşmaya çalıştığı bu Sîna’nın yollarında el ele koşacaklardı. Böyle bir idealde/sanatsal düşüncede/icrada ve şiirin kutsal beldesinde konusu belli olan dinin yeri elbette yoktu. Belki kendi inancında da yoktu. Şiirle dinsel bir hava estirmeye çalışması bu eksikliğin yerini doldurma arayışı olabilir. Ali Budak’ın bu konudaki tespiti kayda değer bir yaklaşımdır: “Öyle ya, o, kendisini yalnızca şiirle var edebildiğine inanmıştır. Buna, başkalarına da inandırmak için şiire kutsallık kazandırmaya çalışması anlaşılmayacak bir şey değildir. Kutsal şiir, elbette şairini de kutsallaştıracaktır. Yani, burada Hâşim’in yaptığı; şiir vasıtasıyla dini yüceltmek değil, tam aksine din vasıtasıyla kendisini yüceltmek gibi görünmektedir.”
Haşim, Batılı değerleri tam sindirememiş, Batılı değerlere karşı yazmıştır. Örneğin; kadının aşırı özgürleştiğini, erkekleştiğini ve köleleştirildiğini savunmuş. Bu tavrı nedeniyle klasik edebiyatçılarımız tarafından hakkında en çok eleştiri yazılan şair olduğu dile getirilmektedir. Örneğin, Suut Kemal Yetkin’e göre, sembolizmi kendisine göre şekillendirip şiirinde uygulamış, yeni bir anlam yolu açmıştır. Nurullah Ataç’a göre, sembolizmden anladığı şiiriyle resim yapmak olduğudur. Kenan Akyüz’e göre, o sembolist değil, empresyonisttir; çünkü sembolist şiirin unsurlarını taşımaktan ziyade dış dünyadaki izlenimlerini iç sesiyle şiirinde ezgisel bir şekilde aktarmaktadır. Baki Ayhan T. onu, aruzu sürdürüşü, kapalı imgeye önem vermesi ve eski dille yazması nedeniyle yeni şiirin ilk temsilcisi olarak görür. Aynı zamanda eski şiirin de son temsilcisi olarak görür. Dolayısıyla şiirde ilk modernist olarak da onu kabul eder. Buna dayanak olarak, klasik şiirden ve günlük dilden başka bir dille yazma özelliğini verir.
İlhan Berk, poetikasını sahiplendiğim şairlerden biridir. İkinci Yeni’de başka bir pencere açmıştır. Serimizin sonraki yazılarında değineceğiz ondan özel olarak. Onun Ahmet Haşim’e olan hayranlığı başka bir boyuttadır. Ona göre Modern Türk şiiri Haşim’le başlamaktadır. Onun özellikle anlaşılmaz şiir yazmasını övmektedir Berk. Gerçekten de Hâşim’de anlam önemli değildir. Onun anlayışında içten gelen bir edayla seslenilir şiir. Onda fikir yoktur. Sadece şiir vardır. Şiirine de okurunu ortak eder. Onlar güzel görsün diye estetik yazmıştır. Onlar şarkı gibi söylesin diye ezgisel yazmıştır. Onlar beğensin diye ahenkle yazmıştır. Aynı Hâşim onlar hazıra konmasın diye kapalı yazmıştır. Bu tavrıyla aslında karilerini üretime davet etmiştir. Böylece herkese göre (farklı duygu, duyuş, yaşam, hayal, kültür ve bilgi seviyeleriyle) şiir anlayışı geliştirmiş ve şiirinde çok anlamlılığı başarmıştır.
Ahmet Hâşim’in Şeyh Gâlib’ten etkilendiğini söyleyenler de olmuştur. Divan geleneğinden gelen, ona uzak ve düşman olmayan bir şairin bu şiirin müktesebatını kullanması pek tabiidir. İstiare, benzetme, tasvir ve mecaz gibi söz sanatlarını imgeleştirmede kullanma ustalığı yönünden Divan şiiri geleneğine yabancı durmadığını söylemeye bile ihtiyaç yoktur. Öte yandan evet, Galib, son Divan şairi olarak şiirimizi Batı’daki sembolistlerden bir asır öncesinden sembolizme açmıştır; fakat Hâşim’in tavrı onunkine benzemez. Gâlib’i örnek alsaydı Doğulu bir yapısı olurdu şiirinin. Halbuki, Hâşim’in şiirinde öğrencilik yıllarından beri okuduğu Batılı şairlerden, bir ihtimal ya da hiç kuşkusuz Servet-i Fünûn etkisiyle/aracılığıyla benimsediği Batı şiirinin etkisi, üstelik kendisine has bir üslupla bariz olarak görünmektedir. Çocukluk hayallerinden, sembolizmi tariflerine, kapalılık, dinsel uzaklığa varıncaya kadar tanımları, söylemleri, kullanışları neredeyse benzerlik gösterir (Bremond, Verhaeren, Bergson, Regnier, Verlaine, Poe, Mallarmé vb.). Buradan hareketle ben Memet Fuat’ın söyleminden bir adım daha ileri gidip şu ifadeyi rahatlıkla Hâşim’in üslubu için kullanabilirim: Türk tipi sembolizm. Suut Kemal Yetkin’in de tam olarak demek istediği buydu. Evet, Hâşim Galip’ten gelen söz sanatlarıyla imgelenen sembolizm ile Fransız sembolistlerinden gördüğü sembolizmi, bazı eleştirmenlerin dile getirdiği izlenimciliği de katıp, üstelik dışavurumculuğu bile dahil edip, (meseleye bu görüşü katmamak onun anlayışına belirsizlik getirir. O, ruh dünyasını yansıtma tarzı ve başka bir alemde mutluluğu arama özelliği bakımından tam bir ekspresyonisttir.) bu felsefi düşüncelerden edindiği fikirleri kendi şiir poetikasında eritip icat ettiği Türk malı olan bir sembolizmi üslubu yapmıştır. Bu onun aradığı ideali/içseli olan halis/saf şiir arayışıydı. Bunun için Bâki Asiltürk, modernizmin kurucusu konusunda onun yerini salt sembolizmde aramanın sonuca ulaştırmayacağını, onun kendi dilini yarattığını söylemiştir. Cahit Sıtkı da aynı sebeple onu Türk şiirinin modern bağımsızlığını başaran ilk usta olarak nitelemiştir. (Hece Dergisi’nin 241. sayısında yer alan 123. sayfasından itibaren Mert Öksüz’ün harika tespitleri mutlaka okunmalıdır.)
Aydın Akyüz
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…
Bir sonraki yazımızda Tahtın Sahibi: Yahya Kemal adlı yazımızla devam edeceğiz.
KAYNAKÇA:
1. Ebubekir EROĞLU, Modern Türk Şiirinin Doğası, Yapı Kredi Yayınları, 3.Baskı, Şubat 2011
2. Mehmet Can DOĞAN, Modern Türk Şiiri Olgular, Eğilimler, Akımlar, 2. Baskı, Ocak 2022
4. Türk Edebiyatında Polemikler, Hece Dergisi, 2018/258-269-260
5. Hece Dergisi, Türk Şiiri Özel Sayısı, 2001/53-54-55
6. Halid Ziya UŞAKLIGİL, Sanata Dair, Özgür Yayınları, Mart 2014
7. Atilla ÖZKIRIMLI, Ahmet Haşim, Toker Yayınları, 1973-75
8. Yücel Kayıran, Modern Türk Şiirinin Doğuşu, Modern Türk Şiirinin Doğuşu Modern Türk Şiiri -I, Sayı 104, S. 23-50, 2023
9. Mert Öksüz, Ahmet Hâşim Şiirinin Batılı Sanat Anlayışlarıyla İlişkisi, Hece Dergisi, Sayı 241
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.