Aydın Akyüz yazdı: TÜRK ŞİİRİNİN MODERNLEŞME SERÜVENİ – I

EDEBİYAT

Aydın Akyüz yazdı: TÜRK ŞİİRİNİN MODERNLEŞME SERÜVENİ – I
Yayınlanma: Güncelleme: 264 views

ESKİ TÜRK EDEBİYATINDA ŞİİRİN SEYRİ
Yeni Yönelimler/Yeni Arayışlar

Türk edebiyatı, Tanzimat’a kadar şiir demekti. Eski Türklerden beri şiir, sözlü olarak hayatımızda yer almaktaydı. Yazılı dönemden önce de sonra da şiir hep bizimleydi, biz de onunla. Türkler, şiire koşuk derlerdi. Şiir, kültürümüzün temel taşlarından birini oluşturuyordu. İlk şiirlerimiz ritimli şiirlerdi. Müzikle şiir o dönemde iç içeydi. Dinsel törenlerde şamanlar tarafından söylenen şiir, eğlencelerde ozanlar tarafından kımız eşliğinde yır (şarkı) olarak söylenirdi. Genci yaşlısı tüm toplum bir arada şiirin yerini tutan mâniler ve türküler söylerdi. Bu durum adeta bireysel, anlık bir şiir söyleme olayıydı.

Türklerde, şiirin meydana getirilmesinde zorluk yoktu. Şiir, halkın kendisi(ne)ydi. Birbirine uyumlu/uyaklı bir iki satır olarak kurdukları doğal cümleler -konuşma niyetiyle bile söyleseler- onlar için şiir demekti. Yediden yetmişe toplumu oluşturan herkes için halkın oluşturduğu bir ezgi geleneği vardı. Acılarını ağlayarak dile getirdikleri sagu adı verilen ağıtları vardı. Bebekleri için balu balu adı verilen ninnileri vardı. Günümüzde atasözü olarak adlandırdığımız savları vardı ders vermek için. Beylerini, savaşlarını, yiğitliklerini şiirsel bir edayla anlatırlardı. Atın sırtında naralar atarlardı, güreşirken kükrerlerdi. Ses, müzik, ritim onlar için mutluluğun, bir arada olmanın ve acının bir parçasıydı. Kısacası şiir, Türklerde halkın yaşayışında bilinçli ya da bilinçsiz edebiyat adına tek uğraşıydı. Destanlar, ninniler, maniler hep şiirdi, şiirseldi. Sözlü dönemde belki de tek sanatımız şiirdi. İskitlere ait olan ve milattan önce beşinci yüzyıla tarihlenen, Kazakların kazılarında ortaya çıkan Esik Kurganı’nda Altın Adam elbisesiyle birlikte bulunan gümüş bir tasın üzerindeki iki satırlık yazının ilk yazılı (şiir) örneğimiz olduğu düşünülüyor. Milattan sonraki Çin kaynaklarından edindiğimiz bilgiler ışığında Hunlara ait Türkçe şiirlerin olduğu biliniyor. Hunların, Çin’in etkisiyle yazıya geçtiği tahmin edilmektedir. Elimizdeki bilgilere göre Türkçeye ait olduğu kesin olarak bilinen ilk metinler Yenisey ve Göktürk/Orhun Kitabeleri’dir. Bunlar, gerçek bir abidedir. Yenisey Yazıtları, Orhun Yazıtları gibi Göktürk alfabesiyle yazılmıştır. Dilinin gelişmemiş olmasından dolayı Orhun Kitabeleri’nden daha önce beşinci yüzyıllarda yazıldığı varsayılmaktadır. Pek rağbet görmeseler de bu yazıtlar devlet ricali tarafından yaptırılmamış, bizzat halk tarafından doğadaki taşlara yazılmıştır. Orhun Yazıtları ise İkinci Göktürk Kağanlığı döneminde sekizinci yüzyılda yazılmıştır. Böylece, bu yazıtlarla birlikte, sözlü ürünlerimizin yanında yazılı ürünlerimizin de edebiyatımızdaki varlığı öğrenilmiştir.

İslamiyet’le birlikte şiirimizde Türkçenin yerini Arapça almaya başladı. Önce dilimizde, sonra alfabemizde, en nihayetinde de edebiyatımızdaki ağırlığını onuncu ve on birinci yüzyılda hızlı bir şekilde hissettirmeye başladı. Arapça, bilim dili olarak eğitim dilimize de yerleşti. Oysa daha iki üç yüzyıl öncesinde kendi alfabemizle anıtlar dikmiştik.  Farslarla komşu olunca -özellikle Selçuklu’dan itibaren- Arapçanın yanında Farsça ağırlıklı şiiri benimseye başladık. Bu dilleri öğrenmek için ediplerimiz medreselere gitti. Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar kullanacağımız aruz ölçüsüne geçtik. (Hece ölçümüz İslamiyet’le tanıştıktan sonra olgunlaşmaya başladı. Öncesinde aslında pek de ölçü kullandığımız söylenemez.) Geçiş Dönemi adı verilen bu dönemde yeni dinin etkisiyle oluşturulan ilk yazılı eserimizi, Hakaniye/Karahanlı Türkçesiyle şair Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig adıyla yazmıştır. Bu eserle birlikte Türk şiirinde ilk kez aruz ölçüsünü kullanılmıştır. Mesnevi nazım şekliyle yazılmış olan eserde Türk beyit birimi kullanılmıştır. O dönem saraylarınca Farsça kullanmak geçer akçe iken şairimizin eserini Türkçe yazması, bu hızlı geçiş sürecine ilk tepki olabileceği düşünülüyor. İlk siyasetname örneğimiz olması ve soru-cevap tarzında yazılması bu eser için -yazımıza konu olması açısından- yenilik özelliği taşımaktadır. Aynı dönemde Kaşgarlı Mahmut, bütün adet ve gelenekleriyle Türk kültürünü/folklorunu, damgalarına varıncaya kadar Türk boylarını ve lehçelerini, Araplara Türkçeyi tanıtmak/öğretmek maksadıyla ansiklopedik bir sözlükte yazıya geçirerek bir yeniliğe daha imza atmış oldu. Bununla da kalmadı, Türklerin yaşadığı coğrafyayı, çizdiği ilk Türk coğrafya haritasında/atlasında göstererek bambaşka bir yenilik yaptı. Yine eserinde, özellikle o dönemde en çok kullanılan lehçelerimiz Hakaniye Türkçesinden ve Oğuz Türkçesinden bahsetti. Bu sözlüğe başlarken Türkleri yüceltti. Eserinde şiirlere ayrı bir yer verdi. On birinci yüzyılda yazdığı bu eseri, Kaşgarlı Mahmut’u ilk dil bilimcimiz, ilk derlemecimiz, ilk Türkoloğumuz ve ilk coğrafyacımız yapıyordu. Dîvânu Lugât’it-Türk, “Türk lehçelerini toplayan kitap” anlamına geliyor. Dîvan’ın son sayfasında verdiği bilgiye göre 1072 yılında yazmaya başlayıp 1074 yılında bitirip Abbasi halifesi Muktedî bi-Emrillah’a sundu. 1266 yılında Ebu’l-Feth es-Sâvî tarafından el yazısıyla istinsah edildi. Elimizdeki tek nüsha budur. Fatih’teki Millet Kütüphanesi’nde yer almaktadır. 1700’lü yıllarda Aynî, yazdığı lügatte Dîvan’dan yararlandığını belirtmiştir. Ayrıca Kâtip Çelebi de Keşf’uz-Zünûn adlı eserinde Dîvan’ı gördüğünü belirtmiştir. 1910’lara gelindiğinde kitaptan haberdar olanlar vardı ve sahaflara haber salınmıştı. Kitabın yazma nüshasını bir kadın, 1914’te bir sahafa satıyor. Sahaf, hemen Ali Emîri Efendi’ye haber veriyor ve o da Divân’ı satın alıyor. Sahafın Türkoloji çalışmalarıyla tanınan Kilisli Rifat Efendi’ye haber vermesiyle kitabın varlığı ve ünü yayılır. Kilisli Rifat’ın uğraşları ve Ziya Gökalp’in Sadrazam Talat Paşa’yı devreye sokmasıyla Ali Emîri ikna edilir ve kitap tercüme ettirilip 1917’de üç cilt halinde basılır. Kilis Rifat’ın kendi eliyle yazdığı yirmi iki sayfa tutan tercümeyi duyan Atatürk, Divân’a özel bir ilgi göstererek tercüme çalışmasını Cumhurbaşkanlığı Kütüphanesi’ne aldırır. 1931’lerde Türk Dil Kurumu kurulunca ilk iş olarak komisyonda görüşülüp bütçe ayrılır ve yeni harflerle basım için çalışmaya başlanır. Besim Atalay tarafından 1940’lı yıllarda basılır. TDK’nin başlattığı yabancı kelimelere karşılık bulma çalışmalarına Kilisli Rifat, on binlerce fişten oluşan Dîvânu Lugât’it-Türk ve eski metinlerden derlediği kelime çalışmalarıyla destek vermiş ve Tarama Sözlüğü’nde yer almasını sağlamıştır. Kilisli Rifat Bilge, aynı zamanda Kitab-ı Dede Korkud, Keşf-üz-Zünûn ve Evliya Çelebi Seyahatnamesi gibi birçok eserin de çeviri ve basım işlerini gerçekleştirmiş çok büyük bir dilcimiz, değerli bir edebiyatçımızdır. Ali Emîri Efendi, içinde Dîvânu Lugât’it-Türk’ün de bulunduğu kütüphanesini Millet Kütüphanesi’ne çevirerek milletinin istifadesine sunmuş ve on binlerce kitabını bu kütüphaneye bağışlamıştır. Edebiyat derslerimizde bu hazinelerimiz ne kadar anlatılıyor, hatta biliniyor mu bunları bir irdelemek lazım. Anlatılsa bile gençlerin umurunda mı, işte asıl sorun bu.

Kaşgarlı Mahmut, Dîvânu Lugât’it-Türk’te Türkçe sözcüklerin ve cümlelerin altını kırmızıyla çizip Arapça ile açıklamalarını ve anlamlarını yazdı. Yaklaşık dokuz bin Türkçe kelimenin anlamını verdiği belirtilir. Sözlüğe, Arap şiirinin usulüyle (Kaşgarlı’nın bu sözlük yöntemini kendi döneminde yaşamış İbrâhîm el-Fârâbî adında bir Arap dilcisinin yazmış olduğu Dîvânu’l-Edeb isimli lügatinden öğrendiği belirtiliyor.) Tanrı’ya özgü ve Peygambere salâtla başladı fakat sonrasında alışık olunmayan bir şekilde Türkleri övüp yücelterek devam etti. Türkler hakkında hadislere yer verdi. Kaşgarlı, Dîvânu Lugât’it-Türk’te eski Türk dilinin devamı olarak fakat İslam’ı kabul ettikten sonra yeni bir çehre kazanan Karahanlı/Hakaniye Türkçesinden özellikle bahseder. Bu lehçe Karahanlılar’ın Batı Türkçesiydi. Kaşgarlı, ayrıca diğer bir Türk alfabesi olan Uygur alfabesinden ve dilinden de bahseder. Bu dil Uygurlar’ın Doğu Türkçesidir. Türkler, Göktürk Kağanlığı’na Uygurlar tarafından son verilmesinden ardından (742) Budist Soğdların etkisiyle gelişen on dört harfli Uygur alfabesini ve Uygur Türkçesini kullanmaya başladılar. Uygurlar’ın, Maniheizm’i benimseyip yerleşik hayata geçmeleri, Çin’den matbaayı öğrenmeleri büyük bir atılım yapmalarını sağladı. Çin, tam da sekizinci yüzyılda matbaa sistemini icat etmeye ve geliştirmeye başlamıştı fakat bine yakın hece sistemli alfabeleri onları zorluyordu. Uygurlar, Maniheizm’i yaymak için bütün her yere keşişler gönderiyordu. Çin’le de ticaret yapıyor, onlardan kâğıt ve mürekkep alıyordu. Bu sayede onlardan matbaayı öğrendiler. Az harfli alfabeleri sayesinde matbaayı kullanmak daha kolay oldu. Tahta harfleri kullanarak hareketli matbaa sistemine geçtiler. Bu yönleriyle matbaanın da mucidi sayılırlar. Bu dönemde birçok kitap basıldı. Eserlerin çoğu Budizm, Maniheizm ve Brahmanizm gibi dinî kitaplardı. (Turfan kazılarında bu yüzyıllara tarihlenen Uygur harfli Budist kitaplar bulunmuştur). Bu dönemde şiir de gelişme gösterdi. Aprın Çor ve Çuçu gibi şairler yetişti. Bu dönemdeki şiirler dize başı kafiyeliydi. Çünkü vurgu, cümlenin başındaydı. Şiirlerde ölçü yoktu. Aliterasyon ağırlıklı bir şiirdi. Hece ölçüsü henüz oluşmamıştı. Türklerin, Hintliler ve İranlılarla olan ticaretleri (751 Talas Savaşı’nda da Müslümanlarla tanışmışlardı) şiir yapısında değişiklikleri de beraberinde getirdi. Sekizinci yüzyılda görülmeye başladığı sanılan hece ölçüsü Fars şiirinin etkisiyle onuncu yüzyılda olgunlaşmaya başladı. Bu dönem, Karahanlılar dönemine denk geliyordu. Samanîlerin Farsça ağırlıklı şiirinin etkisi ve Arapların güçlü şiirinin vezni aruzun etkisiyle bu ölçüye geçtikleri; eski şiirdeki hece sayısına dayanan aliterasyon yapılı şiirin Türk yapısını bozmadan vezne uydurup böylece hece ölçüsünü buldukları Türkologlar tarafından belirtilmektedir. Böylece dize başındaki vurgulu uyak yapısı da dize sonuna geçmiş oluyordu.

Uygurlar’a ait birçok el yazması bulunmuştur. Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi bunlardan biridir. Turfan’da bulunan dokuzuncu yüzyıla ait Irk Bitig’te Budist metinler yer almaktadır. Uygur Hanlığı, Kırgızlar tarafından 840’ta yıkıldı. Bundan sonra Samânî Devleti Batı Türkistan’a hâkim oldu. Önceki devlet Göktürk Hakanlığı, Aşina hanedanı diye biliniyordu. Bu soydan gelen Karluklardan (Yağma ve Çiğil de bu boyun içindeydi,) bir yabgu (Bilge Kül Kadir Han) kendisini Göktürklerin varisi ilan etti. Karahan/İlek Hanlığı’nı kurdu. Devlet iki merkezliydi. Kara Hakan/Büyük Hakan, devletin Doğu kanadında (Doğu Türkistan) Balasagun’u merkez yaptı. Batı kanadının (Batı Türkistan) başındaki hanı da Buğra Han ilan etti. Buranın merkezi de Talas’tı.

Uygur alfabesi ve Uygur Türkçesi, Göktürkçenin devamı olarak Karahanlılar’da da sürdürüldü. Kadir Han ölünce tahta oğulları geçti. Devletin Batı kısmının başında oğlu Oğulçak Han yer alıyordu. Oğulçak, Müslüman Samânîler’le mücadele halindeydi. Çünkü onlara göre Türkler putperestti. Bunlara karşı sürekli fetih akınları yapıyorlardı. Bu baskıdan dolayı Oğulçak başkenti Kaşgar’a taşıdı. Bu kargaşada bir Samânî şehzadesi, beraberinde sufîlerle birlikte Kaşgar’a sığındı. Karahan’ın oğlu yani Oğulçak’ın yeğeni Satuk Buğra Han, onların dininden etkilenip müslüman oldu ve Abdülkerim adını aldı (920). Samanîlerin desteğini alan Satuk Buğra Han, amcasıyla taht mücadelesine girişti. Amcasını yenip hakan oldu. Bundan sonra Doğu Karahanlılar’a akınlar düzenledi. Türk boylarını birleştirdi. Türk boyları da yavaş yavaş İslam’a girmeye başladı (200.000 bin çadır Türkün aynı anda müslüman olduğu belirtiliyor). Devletin dinini resmi olarak İslam yaptı (940’lar). Abbasi halifesi, kağanlığı Müslüman devlet olarak tanıdı. İşte Hakaniye Türkçesi, burada oluşmaya başladı. Uygurlar, Maniheizm ve Budizm etkisinde oldukları için, onların alfabesi yerine Arap alfabesine geçildi. Dildeki bazı sesler Samanîlerin de etkisiyle Farsçayla tamamlandı. Kaşgar’da medreseler kuruldu ve konuşulan dil Türkçeydi ama bilim dilleri artık Arapça oldu (bugün buna Batı Türkçesi diyorlar). Kaşgarlı Mahmut, ana dili Hakaniye Türkçesini burada öğrendi. Kaşgarlı Mahmut, Karahanlılar ailesindendi. Ülkesinde çıkan taht kavgası nedeniyle kendisini tehlikede görerek Bağdat’a geçti. On yıldan fazla burada kaldı. Bu sürede Arap dilcilerden sözlük yazımını öğrendi. Onun zamanında Bağdat’taki halifeyi Şii’lere karşı Selçuklu Devleti koruyordu.

Kaşgarlı Mahmut, Dîvan’ında Oğuzlar’dan/Selçuklular’dan da bahsetmiştir. Bunun sebebi, o dönemde Karahanlılar’ın Sultan Melikşah’a biat etmeleriydi. İslam uygarlığının en güçlü devleti olan Selçuklular tarafından hilafet himaye edilmekteydi. Arapların, Türkçeyi mecburen öğrenecekleri zamanlar da olabilirdi. O nedenle onlara Türkçe bir sözlük hediye ederek eserini halifeye sundu. Türkçenin Arapçayla aynı seviyede zengin bir dil olduğunu söyledi. Kaşgarlı Mahmud’un Melikşah’ın ülkesine gelmesi tesadüf olmamalıdır. Melikşah’ın aynı tarihlerde rubaileriyle şöhret kazanmış ünlü şair ve matematikçi Ömer Hayyam’ı rasathane kurması için sarayında görevlendirmesi Kaşgarlı’nın Bağdat’a gelişiyle aynı tarihlerdedir. Eserini yazdığı tarihlerde Karahanlılar’ın Sultan Melikşah’a boyun eğmesi ve onun üstünlüğünü tanıması, Melikşah’ın Karahanlılar’ın kızı Terken Hatun’la evli olması, Kaşgar’ın Karahanlı hükümdar ailesinden olması ve Terken Hatun’la gelen Kaşgarlılardan olması muhtemeldir. Çünkü eserinde, Melikşah’ın eşi Terken Hatun’a yazılmış bir şiire de yer vermişti. Nizamiye Medreseleri’nin kuruluşu da aynı tarihlere denk gelmektedir. Nizâm’ül-Mülk, Nizamiye Medreseleri’ni kurduktan sonra, burada Gazzalî ve Taberî gibi alimler ders verdiler. Ünlü seyyah müslüman İbn Battuta da burayı ziyaret edenler arasındadır.

Bu mevzuları yenilik/modernleşme başlığı altında ele almamın sebebi, sekizinci yüzyıldan itibaren Müslümanlar altın çağlarını, bir nevi kendi rönesanslarını yaşamaya başladılar. Hem Arap hem Fars hem de Türk bilim adamları, bilime yön verdiler. Bu bilimi, Arapçayla yaptılar. Arapça, bilim dili olarak dünyada Yunancanın yerini almıştı. Birkaç yüzyıl boyunca Arapça bilmek – belki Selçuklular’la beraber Farsça bilmek- o çağda, modernleşme anlamına geliyordu. Gelişmenin, yenilenmenin merkezi orasıydı. Çinlilerden ve Uygurlardan öğrendikleri kâğıdın kullanılması, çevirilerin yapılması, zengin kütüphanelerin kurulmuş olması, Beytü’l-Hikme adı verilen ilmî araştırmaların yapıldığı merkezlerin Bağdat’ta kurulması ve Bağdat’ın bir kültür sanat merkezine dönüşmesi gibi etkenler Türklerin bilim dillerini ve edebiyatlarını bu yönde kurmalarına neden oldu. Arapça gibi Farsça da Samânî devletiyle, başta Semerkant, Buhara olmak üzere bütün Türk coğrafyasına yayılmıştı. Karahanlılar tarafından yıkılana kadar yüzbinlerce Türkü Müslüman yapan onlardır, fakat onlar da Arapçayı resmi dil olarak kullanmışlardır. İbn Sînâ ve Mâturîdi’nin bu zamanda yetişmesi onların ilimde ne kadar ileri gittiklerini gösterir.

Mâturîdi’nin bir Türk olarak yeni bir mezhep teşkil edecek kadar önemli kitapları yazması, Arapça yazmış olsa bile, Türklerin ilimde ne kadar ileri gittiğini gösteriyor. Aynı şekilde şair de olan İbn Sînâ, bütün dünyanın tanıdığı, kitaplarını okuttuğu tıp bilginiydi. Yani sanki, bizim Kaşgarlı Mahmut ve Yusuf Has Hâcib’ten başka yazarımız/şairimiz yokmuş gibi, yazılı tarihimizi belirli bir tarihte sabit tutuyoruz. Örneğin; Yusuf Has Hâcib’in İbn Sînâ’nın talebesi olduğu görüşleri de mevcuttur. Kutadgu Bilig’te ilk defa tıp bilgilerine yer verilmesi bu etkinin delili olarak gösterilir. Ayrıca İbn Sînâ’nın Türkçe şiirinin olduğu ve neşredildiği de söylenmektedir. (Ali Emîri Efendi’yi ikna edip tercümesini bastıran Kilisli Rifat Efendi’nin İbn Sînâ’nın bir Türkçe şiirini, Ali Emîri’nin kütüphanesinde rastlayıp yayımladığı da belirtilir.) Meseleye, dil olarak değil de etki olarak, belki üretilen bilim/bilgi olarak bakmak gerekir. Keza, Râzî ve Fârâbî de öyle. Yine, buraya Türk olan Zemahşeri’yi de dahil edebiliriz. Bana göre, bunlara Orta Asya Türkistan Medeniyeti Dönemi eserleri olarak bakmak lazım. Okullarda “Geçiş Dönemi” eserleri diye hep aynı bilgiler veriliyor. Fakat 751 Talas Savaşı’nda İslamiyet’le karşılaştıktan Geçiş Dönemi’ne kadar birkaç yüzyıllık arada Türkler, sanki hiç eser vermemiş gibi davranılıyor. Bu arayı da artık konuya dahil etmeliyiz. Benim, bu yazıda İbn Sînâ ve Fârâbî’yi özellikle anmamın sebebi, bu bilginlerin şiirle de ilgilenmeleridir. Örneğin, Fârâbî’nin bir eserinde şiiri genişçe ele alması gibi.

İbn Sînâ, eş-Şifâ külliyatında yer alan Fennü’ş-şi‘r (şiir sanatı üzerine) bölümünde şiirden ve poetikadan bahseder. Kendi dönemine göre hayli ilginç olan Aristoteles’in şiir kitabı Poetika’dan bahsediyor. Arapçadan ziyade Yunan şiiri üzerinde duruyor. Homeros ve Empodekles arasında karşılaştırmalar yapıyor. Kelîle ve Dimne’yi inceliyor. Daha öncesinde Fârâbî’nin bazı eserlerinde bahsettiği gibi İbn Sînâ da tragedyadan, komedyadan, dramadan, sahne sanatlarından bahsediyor. Bu durum bize, Samanîler’in himayesinde, Batı Türkistan bölgesindeki eğitimin ne denli kaliteli, ilerici ve gelişmiş olduğunu gösteriyor. Yine, aynı bölgede Zemahşerî’nin çalışmaları mutlaka göz önünde tutulmalıdır. Zemahşerî’nin Mukaddimetu’l-Edeb isimli sözlüğü vardır ve Türkçe yazılmış bir eserdir. Bu kitap Oğuz ve Kıpçak Türklerinin lehçeleri hakkında bilgiler veriyor. Divânu Lugâti’t-Türk’ün, eksik bıraktığı kısımları tamamlayan bir kitaptır. Bu kitap, Göktürk Yazıtları ve Divanu Lugâti’t-Türk’ten sonra Türkçenin en eski yazılı mirasıdır. Yine Ali Şir Nevaî’nin

Muhakemetü’l-Lügateyn isimli eseri de hatırlanmalıdır. Bu eserinde Farsçaya karşı Türkçeyi savunmuştur.

Bir sonraki yazıda Divan Edebiyatında Değişim Sancıları adlı bölümle devam edeceğiz.

KAYNAKÇA:
1.Ahmet Bican ERCİLASUN, Divanü Lugati’t-Türk’teki Şiirler ve Atasözleri, Bilge Kültür-Sanat Yayınları, 2020

2.Cem DİLÇİN, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Türk Dil Kurumu Yayınları, 2019

3.Şükrü Halûk AKALIN, Kâşgarl ıMahmud ve Divanü Lugati’t-Türk: Bin Yıl Önce Bin Yıl Sonra, Türk Dil Kurumu Yayınları, 2019

4.Haluk İPEKTEN, Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, Dergâh Yayınları, 2018

5.Ebubekir EROĞLU, Modern Türk Şiirinin Doğası, Yapı Kredi Yayınları, 3.Baskı, Şubat 2011

6.İsmail Yakıt, Türklüğü Tartışılan Meşhurlar, Ötüken Neşriyat, 2022

7.Orhan Kemâl Tavukçu, Yûnus Emre ve Dîvânı, VakıfBank Kültür Yayınları, 2022

8.Aruz, Teori ve Uygulama, Kesit Yayınları, 2019

9.Erhan Aydın, Uygur Yazıtları, Bilge Kültür Sanat Yayıncılık, 2018

10.Muharrem ERGİN, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, 46. Baskı, 2012

11.Mustafa EVER, Eski Türk Şiiri Üzerine, Ç. Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı

12.Osman G. ÖZGÜDENLİ, Büyük Selçuklu Sultanlarına Ait Farsça Şiirler, Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi • Cilt 1, Sayı 2, Sonbahar 2014

13.Mustafa DEMİRCİ, Selçuklu  Veziri Amîdülmülk Kündürî ve Selçuklu Dinî Siyasetindeki Yeri

14.Prof.Dr. Mehmet Ali Yekta SARAÇ, Eski Türk Edebiyatına Giriş: Biçim ve Ölçü, Anadolu Üniversitesi, ESKİŞEHİR, Ağustos 2018

15.Akartürk KARAHAN, Karahanlı Türkçesi Yazı Dili Hangi Lehçeye Dayanıyordu?

16.Doç. Dr. M. Fatih KÖKSAL, Klasik Edebiyatımızı İsimlendirme Meselesi

17.Yusufcan YASİN, Kutadgu Bilig’in Üslûbu, Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, 10, 2017

18.Ömer soner HUNKAN, Tamgaç Buğra HAn, TDV İslam Ansiklopedisi İlgili Madde.

19.Dr. Ahmet KARTAL, Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu Saraylarındaki Edebi Faaliyetler Üzerine Düşünceler, Kırıkkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Bilig, 17, Bahar, 2001

20.Hilmi Özden, Büyük Türk Bilgini İbn-i Sînâ, Osmangazi Tıp Dergisi, Türk Tıbbına Hizmet Veren Bilim İnsanları Özel Sayısı, ,4-22, Aralık 2023

21.Cihan ÇAKMAK, Divanü Lugat’it-Türk ve Kilisli Muallim Rifat Bilge

22.Ferruh ÖZPİLAVCI, İbn Sînâ Felsefesinde Şiir-Poetika ve Tragedya, Araştırma Makalesi, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Cilt-Sayı 61, Aralık 2021

23.Nurşat BİÇER, Hunlardan Günümüze Yabancılara Türkçe Öğretimi, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi Sayı: 1/4, 2012

24.Muhammet Vehbi DERELİ, Harezm-Kıpçak Döneminde Arapça İle Türkçeyi Buluşturan Sözlükler: Ez-Zemahşerî’nin Mukaddimetu’l-Edeb’i Örneği

25.Yılmaz BACAKLI, Enver KAPAĞAN, Mustafa KUNDAKCI, Divanü Lügati’t-Türk’ün Yazılma Amacı Üzerine Bir Değerlendirme, II. Uluslararası Kaşgarlı Mahmut Sempozyumu Konuşmaları, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi,  Sayı: 8,

26.Dr. Adnan KARAİSMAİLOGLU, Osmanlı Dönemi Şiirinin İran Edebiyatı ile Münasebeti Üzerine Düşünceler, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 17

27.Ömür GÜNER, İslamiyet Öncesi Türk Şiirinde Hece Ölçüsünün Yeri ve Divânu Lugâti’t-Türk

28.Talat TEKİN, İslamiyet Öncesi Türk Şiiri

29. Mehmet Emin BEGTİMUR, İlk Matbaanın Mucidi, Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, Sayı: 12, 2018 

Aydın Akyüz

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.