İNCELEME
Mehmet Rauf’a Dair Hatıralar
1956 tarihli yazısında Abdülhak Şinasi Hisar Mehmet Rauf’a değinmiş. Hisar, daha lisede okuduğu zamanlarda Mehmet Rauf’u Rumelihisarı’ndaki yalısında Tevfik Fikret’le beraber görürmüş. Fikret vasıtasıyla kendisiyle tanışmış. O zamanlar Rauf genç, ufak tefek bir insanmış. Az konuşur, bazen ne söylediği pek duyulmaz, duyulsa da iyi anlaşılmazmış.
Mehmet Rauf, ilk roman ve hikayelerini Halit Ziya’ya göndermiş ve onun aracılığıyla gazetelerde neşrettirmiş. Servet-i Fünûn’a girince, Fikret onun yazılarına son derece kıymet verir, alakadar olurmuş. Mehmet Rauf, Fikret’in kuzeniyle evlendiği için akrabalığı varmış ama Mehmet Rauf hemen ayrıldığı için Fikret onu bir daha affetmemiş.
Hisar’ın ona dair hatıraları onun mahrum, mahzun ve perişan haline dair hatıralar olduğu görülüyor. Mehmet Rauf’un ömrü, hep buhranlı aşk maceralarıyla geçmiş. Sevdiği kadını abartarak anlatırmış arkadaşlarına. Hatta, bir kadın yüzünden arkadaşlarına mektup yazıp intihara kalkışmış. Neyse ki, son anda Halit Ziya ve Hüseyin Cahit yetişmişler de kurtarmışlar. Bu olay nedeniyle herkesin diline düşmüş.
Mehmet Rauf, geçimini sağlamak için bir yandan dergilere edebi yazılar yazıp gazetelere makaleler gönderiyor bir yandan da şöhretini yükseltmek için uğraşıyormuş; fakat istediği başarıyı bir türlü yakalayamıyormuş. Yazdığı romanlar satmayınca iflasa sürüklenmiş. Bu yüzden ikinci eşinden de ayrılmış.
Mehmet Rauf, yaşadığı maddi sıkıntılar sebebiyle kariyerine çok büyük zarar verecek bir kitap yazar. Bir Zambağın Hikayesi adlı bu resimli ve müstehcen içerikli kitap onun yargılanmasına ve sekiz ay hapis yatmasına sebep olur. Sonraları kendisinden yaşça çok küçük bir kadınla evlenmiş. Mehmet Rauf, sağ kolunu geçirdiği felçten dolayı kullanamaz olmuş. Bu zamanlarında kendisine hep eşi refakat etmiş. Gazetelere ve dergilere yazıları birlikte teslim etmeye giderlermiş. Ahmet Haşim kendisine yardımcı olurmuş. Bir gazeteye İngilizce bir roman tercümesi vermiş ama kabul ettirememiş. Üzüntüden tekrar felç geçirip tamamen yatağa düşmüş. Geçimini sağlayamadığı için Yakup Kadri ve Ruşen Eşref hükümete mektup yazmış. Bu sayede yüz elli liralık bir maaş bağlanmış.
Recaizade Mahmut Ekrem’e Dair Hatıralar
Hisar, 1957’de bahsettiği bu hatırayı geçmiş zaman ediplerimize dair en eski hatıram diye özellikle belirtiyor. Büyükada’da, büyük babasının köşkünde iken ismini sık sık duyarmış. Anneannesinin kütüphanesinde cilt cilt kitapları bulunurmuş. Ekrem Bey, Hisar’ın babasının yayınladığı Hazine-i Evrak mecmuasında şiirlerini yayınlarmış. Ekrem Bey, onların Fransız mürebbiyelerine çocuklarına Fransızca öğretmesini teklif edince biraz bozulmuşlar ve ayıplamışlar.
Hisar, Recaizade Ekrem’in herkesçe kabul edilmiş büyük bir üstat olduğunu, Talim-i Edebiyat adlı edebiyat kuramı üzerine yazdığı kitabının kafiye duymak içindir görüşünü savunması açısından edebiyatımızda yeni bir aşama teşkil etmiş olduğunu belirtiyor. Abdülhak Hamid’i duyuranın o olduğunu, Tevfik Fikret’i Servet-i Fünûn’a getirmekle, Edebiyat-ı Cedîde’yi kurmaya yardım etmiş olanın yine kendisi olduğunu da hatırlatıyor.
Recaizade Ekrem, Zemzeme’de akrostiş ile Hacer diye bir kadının adını kodlamış. Ekrem Bey, oğlu Ercüment Ekrem’e bir kutu içindeki mektupları, resimleri, saçları, karıştırmadan yakmasını vasiyet etmiş. Süleyman Nazif bu vasiyetnamenin yakılmasını İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılmasından daha büyük bir günah olacağını söylermiş, fakat buna rağmen Ercüment Ekrem babasının vasiyetini yerine getirmiş.
Ziya Gökalp’e Dair Hatıraları
Hisar, Gökalp’i yüksek zekalı biri olarak anlatıyor. Hatta zekasının onu buhrana düşürecek kadar beynini meşgul ettiğini belirtiyor. Ziya Gökalp gayet dindar bir adammış. Arapça’dan anlar, Kuran’ı ezbere bilirmiş. Meşhur düşünürleri hep okumuş. Hisar, Gökalp’in bir ara kapıldığı determinizm nedeniyle kâinatı manasız görmeye ve hayatın insafsızlığı karşısında geceleri uyuyamamaya başladığını ve nihayet intihar etmeye kalktığını; çalışma odasında beynine bir kurşun sıktığını, kurşunun alnının kemiğini delmeyip kemiğin içinde kaldığını, doktorun kurşunu çıkaramadığını aktarıyor. Ayrıca Süleyman Nazif’ten Ziya Gökalp’in ameliyat esnasında dişlerini sıkarak, hiçbir ses çıkarmadan tahammül edip “çektiğim manevi ıstırap o kadar büyük ki, onun yanında bunun acısını hiç duymuyorum!” dediğini işittiğini anlatıyor. Bundan dolayı Süleyman Nazif, Ziya Gökalp’e deli dermiş.
Hisar, Ziya Gökalp’in sosyalizmle ilgi konularda Durkheim’ın fikirlerinden etkilendiğini ve onun görüşlerini savunduğunu dile getiriyor. Durkheim’ın intihar konusundaki çalışmalarına ve Ziya Gökalp’in de çıkmaza düşüp intihara sarılmasına bakılırsa Hisar’ın bu sosyoloğa özellikle dikkat çekmesi boşuna değildir.
Hisar, Hisar, onun şiir ve musikisini, Yunus’un zirvelerinde esen ilahi rüzgarlara benzetiyor. Yine, Ziya Gökalp’in milli felsefemizi bulduğunu, Türk milliyetçiliğinin en büyük teorisyeni olduğunu kabul ediyor. Hisar’a göre o bir hürriyet mücahidi olmakla birlikte İttihat ve Terakki’nin istibdadına iştirak etmiş olmakla hata etmiştir. Gerçi, kendisine Maarif Nezareti teklif edilince, bunu kabul etmeyerek reddetmiş olduğunu da inkâr etmiyor.
Hisar, son günlerini de anlatıyor. Gökalp, hastalanınca Fransız hastanesine yatırmışlar. Yahya Kemal, doktorla konuşarak Ziya Gökalp’e verdikleri ehemmiyeti anlatmış ve onu kurtarabilmek için ellerinden gelen her şeyi yapmalarını rica etmiş. Buna rağmen kurtulamamış. Devlet tarafından kendisine layık bir cenaze tertip edilmiş. Cenaze törenine Abdülhak Şinasi Bey de katılmış. Tabutunu çiçeklerle, Sultan Mahmud türbesindeki mezara götürmüşler.
YARARLANILAN KAYNAKLAR:
Geçmiş Zaman Edipleri / Abdülhak Şinasi Hisar, Yapı Kredi Yayınları, 1. baskı: İstanbul, Mayıs 2013Oktay Aras, Galatasaray Liseli Mezun, Okumuş, Öğretmen, İdareci, Yazarlar ve KitaplarTDV İslam Ansiklopedisi
Aydın Akyüz
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.