İNCELEME
“Ayağını yere sıkı basacaksın. Güçlü olmayana ekmek yok bu hayatta. Savaşmayana ekmek yok.”
(Yürümek / Sevgi Soysal, Sayfa 49, İletişim Yayınları)
Attila İlhan’ın çok yerinde tanımıyla söylersek;
“Yarım Kalmış Türküdür Sevgi Soysal…”
22 Kasım 1976’da öldüğünde 40 yaşındadır…
Sevgi Soysal, 1968’de yirmi yıllık çocukluk anılarını öyküleştirir “Tante Rosa”yla. Bu hikâyelerin kahramanları anneannesi Rosa, teyzesi Rosel ve kendisi olur. Anne tarafı Alman olan Sevgi Soysal, yazdığı bu eserle çok sert bir şekilde eleştirileceğini biliyordu. Çünkü herkesin gözünde, bu bir Alman hikâyesiydi. “Bu yargıyı bekliyordum… Suçum belki de onu Ayşe Teyze’ye çevirmemiş olmak” diyerek yapılan eleştirileri önemsemez. Tante Rosa gibi ailesini terk eden, aykırı bir kadının anlatılması eleştirilerin temelini oluşturur. Zorunlu bir evlilikle karşımıza çıkan Rosa; özgürlüğe giden yolda ailesini bırakır. Bu bırakma Sevgi Soysal’dan başlayarak bütün umutsuz kadınlar için bir simgedir.
Kadın özgürlüğüne, hayatı sorgulayarak ve hayatı alaya alarak ulaşmak ister Tante Rosa. Ursula K. “Özgürlük, ağır bir yüktür” der. Sevgi Soysal bu koca yükü çoktan Rosa’nın omuzlarına yüklemiştir. Tante Rosa, bu yükle kilise tarafından aforoz edilir:
“Hiçbir şey midir, yoksa hiçbir şey midir? Gemi düdükleri, fabrika düdükleri… Bir pazar günü barışsever bir Katolik köyünde, Tante Rosa aforoz edilmişse bu nedir, beklenen son nedir?” Aslında aforoz edilen Tante Rosa değil, onun düşüncelerini paylaşan, ezilen dışlanan bütün kadınlardı.
Tante Rosa’dan sonraki eseri Yürümek’le TRT başarı ödülünü alan Sevgi Soysal, çocukluğundan, gençliğinden, evliliğinden bölümlerle romanını oluşturur. Kadın karakter olan Ela ile yeni bir Tante Rosa yaratır. Ela, özgürlüğüne yürümek konusunda dirençli bir kadın olarak karşımıza çıkar. Ela, kadın özgürlüğüne yürüyen bir militandır daha doğrusu Sevgi Soysal’ın gözünde…
Yürümek romanının içeriği de büyük tartışmalara sebep olur. Sevgi Soysal, o güne dek sadece üstü kapalı biçimlerde kaleme alınan cinsellik gerçeğine alışılmamış bir üslup ve ustalıkla yaklaşarak odak noktasına oturtmuştur.
Yürümek romanıyla beraber bir garip sansür devreye girer. Çünkü Sevgi Soysal’ın, kaleminin susturulma vakti gelmişti.
“Yürümek” TCK’nin 426-427 maddeleri gereğince müstehcen bulunur.
Gülten Akın, 1977 tarihli yazısında bu tavrı şöyle değerlendirir:
“Türk romanında sanırım ilk kez bu denli gözü peklikle işlendi bu konu. Gözü peklik bilimsel bir tavırla besleniyordu. İçtenlikli ve dürüsttü yazar. Çeşitli çevrelerin, kişilerin cinsel anlayışını, tavırlarını sergiliyordu …
12 Mart süreciyle iki defa tutuklanıp Yıldırım Bölge Kadın Koğuşu’nda diğer aydınlar gibi kendine yer bulan Sevgi Soysal, kadın sorununa siyasi açıdan da bakmaya başlar. Özellikle Türkiye solunun önemli iki ismiyle Behice Boran ve Oya Baydar’la aynı koğuşu paylaşması, burada kadınlara yapılan cinsiyetçi işkenceler onun kadın sorununa bakışını politik bir hale getirir.
Kanserle savaşırken bile örgütlü olmayı elden bırakmaz. Attila İlhan’la ölene kadar yapacaklarını programlar ve “Hoş Geldin Ölüm”ü yazmaya başlar. Sevgi Soysal bu romanını bitirmek için ölümden müsaade istese de 1976’nın 22 Kasım’ında aramızdan ayrılır.
Attila İlhan, Sevgi Soysal için şunları söyler:
“Defnedildiği günün akşamı, karla karışık yağmurun ıslak soğuğu! Zihnimde Sevgi üşüyecek. Demek ki ölmemiş Sevgi.”
Şu cümleler de Sevgi Soysal’dan okurlarına kalır;
“…eğer ölüm varsa, daha güzel bir hayatın, daha uygar insanların, daha insanca kuracakları bir hayatın gerçeği için vardır. Yoksa ölüm, insanlar arasındaki kavgayı, bir insan ömrü içinde aşamadıkları sevgisizliği, çirkinliği daha kötü bir dünyaya aktarmak için değildir.”
ŞEHİR Edebiyat ve Sanat Dergisi
(Kasım – Aralık 2024, sayı 169)
Aydan Ay
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.