ÖYKÜ
Kimse annem değildi, babam değildi ama hepsi hem annem hem de babamdı herkes kardeşimdi henüz hiç kimse düşmanım olmamıştı ve henüz düşmanlık var olmamıştı. Çocuklar yani biz küçükler herkesin çocuğuyduk ama hiç birinin çocuğuda değildik annelerlerimiz ve babalarımızın herkesle birlikte olma ve üreme hakkı vardı fakat bu hak öyle kaba ve hayvani değildi yazılı kuralları yoktu zaten henüz yazıda yoktu o yüzden büyükler yani çok büyüklerin bize söyledikleri en az yazılı kurallar kadar geçerliydi. Doğan her çocuk bizdik hepimizin rengi aynıydı doğarken aynı sesi çıkarıyorduk. O zamanlar aynı dili konuşuyor başka bir dilin varlığını bilmiyorduk hatta öyle ki kendi dilimizde bile farklılıklar yoktu. Eylemler ve maddeler aynı şekilde isimlendirilirdi. Büyük kızlar küçüklere bakıyor diğer büyük kadınlar ise herkese bakıyordu bu arada yönetim ve idarede kadınların sözü geçiyordu çünkü onlar doğuruyor bakıyor ve süt veriyordu tek kutsaliyet süttü çünkü yaşamak için her şeyden öte ona ihtiyaç vardı ve emziren kadınlar özel tutulurdu. Avın en güzel kısmı onlara verilir ve onlar asla biz küçükleri bırakıp uzaklara gitmezlerdi. Beni kaç kadın emzirdi bilmiyorum çünkü sayamacağım kadar çok meme emmiştim. Hepsinden farklı tatlar alsamda özellikle en genç ikinci annemin sütünü seviyordum. Genellikle büyük memeli ve yapılı kadınların üremesi teşvik ediliyordu çünkü doğacak çocuğun beslenmesi ve sağlıklı olması için bu çok önemliydi kabilemizdeki bütün kadınların memeleri çok büyüktü ve lezzetli sütle doluydu.
Benim henüz bir adım yoktu ad koyma konusu genellikle sütten kesildikten sonra oluyordu.
Sütten kesilen çocuklar gelişimlerine göre adlar alırdı. Çok fazla seçenek yoktu zaten. Kabilede her isimden en az 5-6 tane vardı ve bir kişiye seslenildiği vakit çoğu zaman hemen hepsi dönüp bakıyordu bu isim meselesi uzun yıllar bir sorun olarak devam etti ama daha sonra hayvanlara taktığımız isimleri isimlerimize eklemeye başladık ama o zamanlar kimse bir hayvanın ismini almak istemiyordu çünkü öldürdüğünüz hayvanın ismini alırsanız onun gibi olacağınızı düşünüyorlardı.
ENKİ BABA
Boyu bir erkeğe göre kısaydı uzaktan bakan biri onu çocuk zannederdi hatta öyle ki ona kısa bir hayvan olan gamona(gelincik) ismini, isminin sonuna eklemeyi uygun gördüler. biz küçükler her ne kadar ona baba diyor olsak da onun üremesi büyükler tarafından yasaklandığı için o hiçbir doğurgan kadınla birlikte olamazdı yalnızca artık kanaması olmayan kadınlarla olmasına müsaade edilmişti kanaması olmayan kadınlar nedense artık doğuramıyorlardı ve erkekler ondan sonra asla onlarla birlikte olmuyorlardı yaygın inanış onlarla birlikte olan erkeğin de bir daha asla yürüyemeyecek olmasıydı. kabilede henüz üremede sorun çıkan erkek olmamıştı ama üremesine izin verilmeyen erkekler her zaman olmuştu. Onlar da ya Enki baba gibi fiziksel dış görünüşlerinden ya da doğuştan gelen hastalıklardan dolayıydı. Bazı hastalıkların üreme yoluyla devam ettiğini tecrübe etmişlerdi bu pek çok kez tecrübe edilmişti.
Kısa boylu geniş kulaklı büyük burunlu biri ürediği vakit tıpkı onun gibi biri doğuyordu bu çok fazla tecrübe edilmişti bundan dolayı kabilemizde artık bu tür kişilerin üremesine izin verilmiyordu ama yine de bazen kısa boylu geniş kulaklı büyük burunlu çocuklar doğuyordu ve bunun nedeni henüz çözülebilmiş değildi
Enki baba konuşamıyor, duyamıyordu kabilemizde bu ilk defa böylesi bir durum yaşanmıştı öyle ki onu doğuran annesine ataanne üreme yasağı getirdi Nara anne tek doğum yapmış tek kadındı. Enki babanın sağır ve dilsiz olduğu anlaşılınca ona doğum yasağı geldi. O da bir daha asla doğurmadı. Kadınlarımız ve erkeklerimizin bağlı olduğu en büyük yasak çiftleşme yasaklarıydı onun dışında konulan bütün yasaklar genellikle büyükler tarafından dinlenmiyordu ama söz konusu bir kabile üyesinin üremesi olduğu vakit o zaman kimse asla bu sınırı aşmıyor bu yasağa gönülden uyuyordu.
Bana enki dediler bende tıpkı enki baba gibi büyük kulaklara ve büyük bir burna sahiptim ona olan bu benzerliğimle tam bir enki olmuştum benimle birlikte kabilede 3 enki daha vardı ve hepimizin kulakları ve burunları büyüktü bu yüzden bundan sonra doğacak bütün büyük kulak ve burunlulara enki ismi verilecekti fakat ben kabilede ölen son enki olduğumu görecek kadar çok yaşadım.
ATAANNE
Ataanne bütün kabilede yasa koyucu yada yasa kaldırıcı tek kişiydi onunla aynı durumda iki ataanne daha vardı fakat o diğerlerinden daha fazla doğum yaptığı için yönetim hakkı kendisine verilmişti. Başka bir anne ondan daha fazla doğurana kadar da bu böyle devam edecek. Ataannelik çok ulvi hatta en ulvi görevdi. Adalet onun aracılığıyla sağlanıyor kabilede görev dağılımı onun isteği üzerine yapılıyordu. Bazen bu görevlerden dolayı kabilede homurdanmalar yükselsede Ataanne’nin söyledikleri asla ikilenmiyordu. O sıralar yorum yapacak kadar cümle gelişmiş olmadığından ancak homurdanmalar oluyor bunu birkaç beden dili hareketi ve yüz ifadesi takip ediyordu. Özellikle yüz ifadeleri kabilede çok önemli bir yer edinmişti. Avcılar bile o günkü yüz ifadelerine göre Ataanne tarafından seçiliyordu. Kabile yönetiminin kadınlardan erkeklere geçmesi asla konuşulmazdı çünkü erkeklerin işi avlanmak barikat yapmak ve kabileyi korumaktı bu işler dışında erkekler yönetime geçerse bu işlerde aksamalar olacağı düşünülüyordu. Erkeklerin çabuk sinirlenmeleri ve bazen en ufak fikir ayrılığında biz küçükler gibi arkalarını dönüp gitmeleri çok sık rastlanan bir şey olduğu için erkeklerin bir toplumu yönetmesi imkansızdı. Özellikle avcılığı onlar yaptığı için bazen avdan büyük pay almak istemeleri de onların adalet yolunun düşük kayırıcı bir noktada olduğunu kabileye gösterdiği ve bu kayırmalardan dolayı kabilede bölünmeler olacağı buna bağlı olarakta kargaşa ve huzursuzluk çıkacağı düşünüldüğü için erkeklerin yönetimde olmasına asla izin verilmiyordu. Kendini ajite etmek erkek ruhunun doğasında vardı. Her ne kadar fiziksel olarak güçlü olsa da ruhen zayıf bir varlıklardı. Kadınların bir diğer korkusu ise yönetimin erkeklere geçmesi sonrası erkeklerin üreme yasarını kendi arzularına göre değiştireceği idi o zamanda çiftleşme mevzusu kadınlar için çekilmez olacaktı.
Ateş henüz çok yeni keşfedilmişti ve eti ateşle pişirmek kimsenin aklına gelmiyordu. Zaten tamamıyla tesadüfi bir olayla ateşte et pişirmeye başladık hem de bizim yarattığımız bir tesadüf değildi, kanatlı gökyüzü hayvanın pençeleri arasında ateşe düşen başka bir hayvanın üstündeki kıllar hızlıca yandı. Biz o zamana kadar avladıklarımızın kıllarını yolmakla uğraşırdık çoğu zaman açlığın\yorgunluğun verdiği heyecanla temizlemeden yemeye başlardık. Ateş bizim için temizlik Bizim için her şey olmuştu. Eti ateşte pişirdikçe daha lezzetli ve çiğnenebilir hale geliyor, hazmetmesi kolaylaşıyordu. Ateşin en büyük faydası diğer avcılardan korunmak oldu çünkü büyük güçlü vahşi hayvanlar ateşe asla yaklaşmadıkları için gece uyumadan önce mağara ağzında bir ateş yakılıyor ve sönmemesi için nöbetçi bırakıyorduk. Artık uykularımız daha kaliteli hâle gelmişti. Aradığımız şey kaliteydi aslında bunun için çabalıyor gibi görünmüyorduk ama yine de yaptığımız en ufak kaliteli iş bizi bir tık daha rahatta kavuşturduğu için çoğu zaman kaliteli bir eylem peşinde gidiyorduk.
Yerleşik hayata henüz geçilmediği için kabilede nüfus sürekli olarak değişiyordu. Sebebi ise göç esnasında yaşadıklarımızdı. Göç çok zahmetliydi. Avcılardan korunmak, av bulmak, su bulmak ve hastalanmamak gerekiyordu. Bu göçlerde çoğu zaman nüfusta fark edilir bir azalma oluyordu. Yaşlılar yaşlılıktan yolda ölüyor ve öldüğü yerde bırakılıyordu çocuklar ve bebekler ya açlıktan ya av olmaktan yada hastalıktan dolayı çoğu zaman ölüyordu. Onlar da öldükleri yerde bırakılırdı. Ölenlerden geriye yalnızca kafaları kesilip alınıyor böylelikle onları yanımızda taşıdığımızı bilerek hareket ediyorduk.
Göçün sadece kötü yanları yoktu çünkü her coğrafyanın kendine özgü güzelliklerini tadabilme şansı veriyordu. Bazı yerlerde güneşin batışı ve doğuşunda oluşan renk cümbüşü iştah açıcı olabiliyordu. Güneşin gökyüzüne yaptığı fırça darbeleriyle tan yeri önce pembeye sonra da kızıla boyanarak gökyüzünde bir renk dansı yapıyordu. Güzel tatlı suların aktığı nehirler besili ve lezzetli balıklarla doluydu. Gittiğimiz her yerin farklı yemişleri, otları ve onların kökleri olduğu için göç bütün bu olumsuzluklara rağmen çekilebilir gelirdi.
Bir kaç göç sonra sayımız iyice azaldı neredeyse artık ava çıkacak erkek kalmamıştı. Bende bu sürede epey büyüdüm ama henüz ava çıkacak kadar da büyük değildim yine de ateşin devamı için çalı çırpı toplamaya başlamıştım. Göçtüğümüz son yer çok bereketliydi. Nehir kıyısında büyük ve korunaklı bir mağara keşfetmiştik. Bütün herkes burada bir süre konaklayacağımızı düşünüyordu.
Karanlıkta olduğumuz bir vakit mağara ağzında ateş yakıp uyumaya hazırlandığımız sırada ataanne bize artık göç etmeyeceğimizi söyledi.
Devam edecek...
Mert Happy
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.