ARZU VE TİTREME / Hakan Yakıcı

ÖYKÜ

ARZU VE TİTREME / Hakan Yakıcı
Yayınlanma: Güncelleme: 151 views

Semih ve Duygu kahvaltılarını yapmış, karşılıklı keyif çayı içiyorlardı. Semih çayından bir yudum aldı ve bakışlarını masaya bıraktığı çay bardağından ayırmadan, “Arabayı satarız,” dedi. Ardından bardağı bıraktığı yerden tekrar alarak ağzına götürdü ve çayından büyük bir yudum aldı. Söyleyeceğini söylemiş, şimdi yaptığı bu çıkışa Duygu’nun vereceği tepkiyi bekliyordu. Ancak aralarında devam eden ve gittikçe şişip genişleyen sessizlik, acilen bir açıklama yapması gerekiyormuş gibi hissetmesine neden oldu. Yarım yamalak, “Bir iş bulurum,”diye mırıldandı. Her şeyini ortaya sürüp kartlarını açmış bir kumarbaz edası ile oturduğu sandalyede geriye doğru yaslanarak beklemeye başladı. Elinin güçlü olmadığını biliyordu. Zaten son kelimeler ağzından titreyerek çıkmış, sandalyede dik durup güçlü görünebilmek için kendini bayağı bir zorlamıştı.

Duygu’dan henüz çıt çıkmıyordu. Uzayıp giden sessizlik Semih’in sinirlerini gerdikçe geriyordu. Duygu önünde duran yarısı dolu çay bardağını parmak uçları ile biraz öteye kaydırarak kendinden uzaklaştırdı. Bu hareket onun, dünyası genişlemiş gibi bir rahatlama duymasına sebep oldu. Semih’in teklifindeki samimiyetten asla şüphe etmiyor, onun bu söylediklerinin gönlünden kopup gelen gerçek hisleri olduğunu biliyordu. Ancak teklife balıklama atlamasını engelleyen geçerli çekinceleri, hatta yaşanmış bir deneyimi vardı. Gözleri, biraz önce itekleyip uzaklaştırdığı bardağın boş kısmına delercesine bakıyordu. Aklından, “Son bir gün boyunca harika şeyler yaşadık ve belli ki kendi gerçekliğimizden oldukça uzaklaştık. Hem de umut edecek kadar,” diye geçirdi. Kudretle desteklenmemiş saf umut, ey saf kötülük! Şimdi karşısındaki erkeği incitmeden onu en kısa sürede kendi dünyalarına ve kendi gerçekliklerine geri döndürmeliydi. Bir yandan da erkeğinin dünyasını bu kadar kısa bir zamanda allak bullak edebildiği için kadınsı bir gurur yaşamıyor değildi. Boğazında gıcık varmış gibi öksürdü ve tırnakları ile oynayarak, “Bak Semih, beni çok sevdiğinden hiçbir zaman şüphem olmadı. Söylediğin şeyleri gerçekten istediğini de biliyorum. Üstelik sadece senin kadının olmayı ben de çok isterim,” dedi ve biraz duraksadı. “Fakat…” dedi. O devamını getiremeden Semih, “Fakatı ne öyleyse?” diyerek sabırsızca söze atıldı. Son sözlerini bağırarak söyleyen Semih’in uzanıp iki elini birden tuttu. Onun aksine ses tonunu değiştirmeden, “Daha önce de denedik, arabayı sattık. Sen iş aradın, olmadı işte yine buradayız ve buyuz biliyorsun,” dedi. Semih, Duygu’nun avuçlarında duran ellerini sertçe çekip, öncekinden daha yüksek bir tonda, “Belki bu sefer şans yüzümüze güler,” diyerek üsteledi. Duygu ağlamaklı bir sesle inler gibi, “Bize şans filan gülmeyecek, bunu sen de biliyorsun,” diyerek ayağa kalktı. Ara vermeden, “Ben bir fahişeyim, sen de pezevenksin. Bunu kabullen artık, tamam mı?” dedikten sonra, hızlı adımlarla mutfaktan çıkıp yatak odasına geçti. Kendini dağınık yatağın üzerine atıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Sonra gösterdiği bu zayıflıktan utanarak kısa sürede kendisini toparladı. Şu anki hâlini reddeder gibi bir silkinişle ayağa kalktı ve gözlerindeki yaşları ellerinin tersi ile silerek geldiği gibi hızla mutfağa geri döndü.

Semih oturduğu sandalyede dirseklerini masaya koymuş, başını iki elinin arasına almış, öylece bekliyordu. Dışarıdan bakan biri onun bir konuda çaresizce düşünüp, bir çıkış yolu aradığını zannedebilirdi. Hakikatte ise kafası bomboştu. Edilgen, tüm dış tesirlere açık bir ruh hâlinde öylece bekliyordu. Duygu yanı başında dikildi, kollarını iki yana açtı ve emreden bir ses tonunda, “Ayağa kalk ve bana sarıl,” dedi. Semih rüzgârını bulmuş kavak dalları gibi o dingin hâlinden sıyrılıp, söyleneni yerine getirmek üzere ayağa kalktı. Duygu kendini saran kollara yaslanıp sıklaşan nefesini düzeltti ve, “Sözlerimi bitirene kadar beni bu şekilde dinleyeceksin, sakın sarılmayı bırakma tamam mı?” dedi. Semih anladığını belli etmek için kollarının arasındaki bedeni biraz daha sıktı ve sonra kollarını gevşetti. Bir süre sessiz bir şekilde öylece beklediler. Duygu derin bir nefes aldı ve, “Bu işi yapmaya mecbur olduğumuzdan beri adam sayıyorum biliyor musun?” diyerek söze başladı. “İlk zamanlar kurtuluşu hep dışımızdan bekledim. Bir gün karşımıza bana acıyacak veya sana iş verecek iyiliksever bir kahraman çıkmasını bekledim, durdum. Zaman zaman tanımadığımız uzak bir akrabadan kalan miras rüyaları gördüm, piyango bileti bile aldım. Böyle avuttum kendimi. Ancak bu hayallerle çıkabiliyordum beni saran çelik çemberin dışına. Ta ki bir sonraki müşteri üzerime çıkıp, beni sürükleye sürükleye tekrar çemberin içine sokana kadar. Hayallerim, rüyalarım ve ruhum asla girmedi o çemberin içine. Üç yıl önce sinema çıkışı yürürken bana sarılıp arabayı satarız dediğinde, dünyalar benim olmuştu. Bir iş bulurum dediğinde, beni saran, boğan o çember paramparça olup ayaklarımın ucuna dökülmüştü. Arabamızı sattık, iş de buldun. Her şey yolunda gidiyordu. Hatta çocuk yapmayı bile düşünüyorduk. Sonra hatırlasana, adam bir açıklama bile yapmadan seni işten çıkarıverdi. Üstelik on günlük alacağın bile kaldı içeride. İstemeye gittiğin zaman, borcunu ödemediği gibi az kaldı adamlarıyla birlikte seni döveceklerdi. Seni asla suçlamıyorum ama hatırlasana, son kuruşumuz tükenene kadar iş aradık ama asla bulamadık biliyorsun.”

Semih, rahatsız olduğu bir şeyden kurtulmak ister gibi bir hareketle, Duygu’yu saran kollarını açıp, onu geriye doğru itekleyerek kendinden uzaklaştırdı. Duygu, Semih’in bu hareketi karşısında kendisini savunmasız ve kötü hissederek, yavaşça yanında duran sandalyeye oturdu ve mutfaktan çıkan adamın arkasından boş gözlerle baktı. İki dakika kadar geçmemişti ki Semih elinde tuttuğu bir tabanca ile tekrar mutfağa döndü. Duygu tabancadan hiç etkilenmedi. Semih’in yapacağı ya da yapacağını söyleyeceği hiçbir şeyden korkmadığını hissetti. Hatta varlığından bile haberdar olmadığı bir silahın böyle aniden ortaya çıkmasından bile hiç rahatsızlık duymadı. Semih elindeki tabancanın şarjörünü çıkarıp masaya bıraktı. Tabancanın boş  olduğunu göstermek istercesine sürgüsünü çekip bırakarak doldur boşalt yaptı. Odayı dolduran tuhaf metal sesi bir anda kadının içindeki, kendisinin de varlığından haberdar olmadığı bir dünyayı açığa çıkarıverdi.
“Tekrar yapsana.”
“Ne yapayım?”
“Onu işte, çekip bıraktın ya.”

Semih bu kez silahı baş hizasına kadar yukarıya kaldırıp, sürgüyü çekti ve bıraktı. Aynı metalik ses Duygu’nun kulaklarına yeniden doldu. Semih’in yaptığı bu hareket Duygu’ya çok erkeksi, kulaklarına dolan o duygusuz ve alabildiğine yalın metalik ses oldukça tahrik edici geldi. Semih horozu kalkık silahın namlusunun ucunu ağır ağır yukarıdan aşağı doğru indirerek, sandalyede oturan Duygu’nun yüzüne nişan aldı ve tetiğe bastı. Düşen horozdan yükselen çıt sesiyle Duygu’nun göz bebekleri aniden büyüdü ve teni tutuşur gibi oldu. Bir oryantal kıvraklığı ile oturduğu sandalyeden aşağıya doğru usulca kayarak yere indi. Bir kedi gibi dizlerinin ve ellerinin üzerinde nefis kalçasını sağa sola sallayarak yavaş yavaş Semih’e doğru ilerlemeye başladı. Semih biraz şaşkın, geriye doğru bir-iki adım çekilirken,
“Dolu olsaydı seni vurmuştum,” dedi.
“Hı hı!”
“İki kurşun alırım, bu sefer de olmazsa, biri sana, biri bana.”
“Hı hı!”
“Arabayı satarız, biraz paramız da var. Başka bir şehre taşınırız.”

Duygu bir kedi gibi ayaklarının ucuna kadar geldiği erkeğinin bacaklarına sürtünerek başını yukarı kaldırdı ve alabildiğine iç gıcıklayan bir tonda, “Haydi beni yine vur,” dedi. Semih ne yaptığını bilmez bir hâlde boş tabancanın sürgüsünü çekip bıraktı. Baş hizasında duran silah tutan elini yavaşça aşağıya doğru indirerek serbest bıraktı. Semih’in bu estetik değeri oldukça yüksek hareketi ve sürgünün metalik doldur boşalt sesi, Duygu’nun bedenini kasıklarından başlayan ve tüm iklimini saran bir yangın yerine çevirdi.
“Hastasın sen.”
“Hadi beni vur.”

Semih’in şaşkın bakışları altında, dizlerinin üzerinde durup, bir eliyle tabancayı tutup, namlu ucunu yarı açık dudaklarının arasına sokarak ağzına aldı ve aynı anda öteki elini külotunun içine soktu. Semih dişlerini sıktı, gözlerini yumdu ve bağırdı
“Geber kahpe!”

Çıt çıt çıt çıt çıt… Peş peşe çekilen tetik ve düşen horozun sesiyle kasıla kasıla, titreye titreye orgazm olurken, “Kadınım ben, kadınım ben!“ diye inleyerek, Semih’in elinden sıyırıp aldığı tabancayı bacaklarının arasına sıkıştırıp öylece yere uzandı ve orada kaldı. Semih az önce gördükleri karşısında yaşadığı şaşkınlıkla ne yapacağını bilemez bir hâlde masanın üzerinde duran boş şarjöre kısa bir süre dikkatle baktı. Sonra farkında olmadan eline aldığı şarjörün ucunu daha önce denemediği bir şeyin tadına bakıyormuş gibi bir hareketle dudaklarına götürdü. Dudaklarına değen metalin soğukluğu ile bir anda kendine gelen Semih, “Yok artık, amına koyim!” dedikten sonra, elindeki şarjörü masaya sertçe fırlattı, Duygu’yu olduğu yerde öylece bıraktı ve evden çıkıp gitti.

Gökten hiç elma düşmüş…

Hakan Yakıcı

İKARUS’U TANIYOR MUSUN?
Güzelbahçe/ 2011- 2014

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.