ETKİNLİK
Türkiye’de yaşayan insanlarımızın satışı yapılan “Şeb-i Arûs Töreni” biletlerine göstereceği rağbet her zamanki gibi büyük oranda olacak. Özellikle Anadolu insanımızın gönlünde ahlak, düşünce ve hayat sistemini çağrıştıran Mevlana; ilmi, hikmeti ve sevgisiyle hâlâ değerini korumaya devam ediyor. İnsanın yaşama amacını “kulluk ve yokluk” ilkesinden yola çıkarak açıklayan Mevlana, hayatı ve yaratılışı aşka bağlamaktadır. Sadece bilim ve akılla belirli çerçeveye oturtulmayan Mevlana, felsefesiyle düşünür, şair ve tasavvuf ehli olarak sıfatlandırılan İslam düşünürlerinin önde gelenlerindendir. Bilgiyi son amaç olarak kabul etmeyen, insanın kendisine ve başkalarına faydası olması için bilgiyi bir araç olarak gören Mevlana, insanı aşka davet ederek gerçeği bulmayı amaçlayan İslam mütefekkiridir. Mevlana’yı İslam’ın ötesinde gören bazı kesimler olsa da; uygarlığın genel kabulü olduğu yönünde mücadelesi verilen İslam dinininde, Mevlana’nın temsilci misyonu üstlendiği gerek İslam toplumları tarafından gerekse Mevlana’nın yaşam bütünlüğüyle ortadadır. Bu bakımdan Mevlana’nın İslam dinininin tasavvufi boyutundan yola çıkarak, insanların ortak özelliği olan aşk kavramını hayatın merkezine koyarak, dünyanın birçok yerinde farklı toplumlar tarafından sempati kazandığını söyleyebiliriz. Tarih içerisinde kadim uygarlık tarihini ve Anadolu kültürünü incelediğimizde toplumların düşün dünyasında aşkın, insani ve tanrısal boyutuyla çok önemli bir yerinin olduğunu görmekteyiz. Bilhassa modern öncesi toplumlarda aşkın en ideal boyutu olarak kabul gören ilahi aşkın, tasavvufun ruhsal öğelerini derinleştiren, geliştiren metafiziksel tasavvuru, günümüzün modern ve modern sonrası olarak ifade edilen toplumlarında dahi ağır bir kitlesel potansiyele sahiptir.
Mevlana’yı, Abdülbaki Gölpınarlı’nın tercümesiyle ve yaklaşımıyla okuyup, mütalaa ettiğimizde Mevlana’da; etnik, siyasi ve sınıfsal içerikli herhangi bir kanıya rastlamak mümkün görünmemektedir. Lakin ulus devlet modelini eleştirmeyen ve kapitalist kültürü benimseyen toplumların savundukları değerlerle birlikte, son kertede Mevlana felsefesine sığınmaları sosyo-psikolojik bakımdan düşündürücü soruları gündeme getirmektedir.
” Aşka düşmeyen kişi kanatsız kuşa benzer.” sözüyle insanların düşünce dünyasında edindiği yer ile, dünya görüşüne âdeta bir başlık atan Mevlana, insanın varoluşuna göndermelerde bulunduğu için, çağımızın arayış içinde olan toplumlarında önemli bir sahiplenme yaşamaktadır. Bununla birlikte tarih boyunca Anadolu insanımızın ruhunu ve bilincini inşa etmede büyük rol oynayan Mevlana felsefesi, ulus devlet karakterine uygun bir şekilde yaygınlaştırılarak, Tük-İslam kültürünün güçlenmesine katkılarda bulunmaktadır. Sözlü ve kurumsal olarak ulus- devlet yaşantısında toplumsal duyguları güçlendiren Mevlana’nın birikimleri, kurumsal olarak Mevlevihaneler ve Mevlevilik yoluyla, sözlü olarak ise Mesnevinin tesiriyle varlığını sürdürmektedir. Kendi döneminde evrensel insanlık değerlerini ortaya çıkarmak için sözlü ve yazılı düşünceler ortaya koyan Mevlana, şiirsel anlatımıyla günümüzün “medeniyetler zirvesi”ne ulaştığı iddia edilen ulus toplumları için neredeyse ruhsal bir arınma kaynağı olarak içselleştirilmektedir. Kapitalist-emperyalist dünyamızda insanların sömürücü sistemin pençesinde can çekişmesine geçici bir nefes sunmaya çalışan Mevlana’nın hayat görüşü, doğal olarak kültür endüstrisisinin vazgeçilmez bir kazanç kaynağına dönüşmüştür. İnsanların sınıflı uygarlık içindeki çaresizliği ve sınıflı yönetim düzeni, bir zamanlar insanlığa “özlemi duyulan insanlık” hakkında aşkın olanı ifade etmeye çalışan Mevlana felsefesini, şimdilerde sermayenin ve kültür endüstrisinin büyük bir parçası kılmıştır. Bu nedenle Mevlana’nın öğretisi artık öğretici olmaktan ziyade, egemen güçlerin toplumu yönlendirmesinin kültürel bir aracına evrilmiştir. Siyasi partilerin, iktidar hükümetlerinin hemen hemen hepsinde Mevlana’dan alıntı yapılarak topluma hitap edilmesinin nedeninin altında bu gaye yatmaktadır.
Toplumsal ilginin ve sahiplenilmenin yoğun bir şekilde gözlemlendiği Mevlana kültü, siyasilerin toplumda inandırıcılık kazanmasına büyük bir destek sağlamaktadır. Politik süreçler için bir araç olarak kullanılan Mevlana’nın devamlı yeniden üretilmesi aynı zamanda medya gücü içinde etkili bir vasıtadır. Çoğunlukla reklamlarda gördüğümüz Mevlana’ya ait söz ve semboller, medyanın sermaye kaynaklarının büyümesinde önemli bir rol oynamaktadır. Ne yazık ki, modern dünyanın bilimsel anlayışı olan neo-pozitivizmin insana ait duygu ve düşünceleri maneviyattan soyutlaması ve bilgiyi sadece bir nesne alanı olarak kabul ettirmeye çalışması; insandan soyutlanamayacak içsel dünyanın farklı amaçlar için kullanılmasına fırsatlar sunmaktadır. İnsan, ruh ve bilim karşıtlıkları üçgeninde gelişen uygarlığın seyri; kapitalist- emperyalist sistemin ilerlemesine doğası gereği katkı sunduğu gibi, ezilen toplumlarla birlikte kendi kaosuna yaklaşmanın yollarınıda döşemektedir. Emperyalist bilgi biliminin, sadece doğa bilimlerinin bir parçası olarak gördüğü insanı da doğa gibi, dolaysız bir deney alanı olarak görmesi ve toplumları bu doğrultuda mantıksal önermelerin bütünü olarak sınırlandırması, insanları epistemolojik çözümlemeler eşliğinde bir deney aracına indirgemektedir. Bu nedenle bilimin tüm ısrarına rağmen insan nihayetinde çözülemeyen bir varlık olarak nitelendirmelere maruz kalıp, sınıflı dünya düzeninde bir başına, her türlü yönlendirilmelere müsait nesne hâline dönüşebilmektedir. İnsan şahsında toplumların asırlardır içinde bulunduğu bu durum, hakikatin ne olduğu konusundaki çaresizliği ve dogmaları da paradokslarla birlikte artırmaktadır. Mevlana’nın yıllardır dünya çapında bir sermaye mekanizması olarak büyük platformlar tarafından desteklenmesi, söz konusu insan çaresizliğinin ve dogmalarının bir sonucudur. Bilhassa Batı ile Doğu arasındaki emperyalist mücadelenin söz konusu Mevlana olunca bir ittifaka dönüşmesi boşuna değildir. Nihayetinde Mevlana’yı kültürel kalıplar içerisinde savunanlar olsa da, kültürü şimdiye kadar bilindik tanımlarıyla ifade etmenin yetersiz olduğunu kültürün sınıfsal yapısından anlamaktayız. Mevlana kültürünün kapitalist bir fonksiyonelliğe tekabül ettiğini Konya’da, Mevlana türbesinin yakınlarında; ” Mevlevi Sofrası, Mevlevi Tatlısı, Mevlana Pastanesi…” ve daha birçok kâr işletmelerinin kurulmasından ve bu işletmelerinin kâr üstüne kâr sağlamak için her günkü ticari faaliyetlerinin yanında ” dört gözle” Mevlana etkinliklerinin yapılacağı günleri beklemelerinden bilmekteyiz. Bu örnek bile, Mevlana adına icra edilen törenlerin nasıl bir kültür endüstrisine dönüştüğünü gözler önüne sermektedir.
Anadolu insanımızın saf duygu ve düşüncelerinin kültür kapitalizmi tarafından folk kültürden, popüler kültüre kanalize edilmesiyle, amaçlanan kültürel sermaye etkinlikleri, geldiğimiz noktada, kapitalist sistemin insanların inançsal ve kültürel değerlerini pazar ve piyasa ekonomisiyle sabitlediğinin ispatıdır. Böylece, Mevlana’nın ” kulluk ve yokluk” üzerine sistemleştirdiği yaşam felsefesi, kültür endüstrisisi tarafından ” kâr ve yokluk” sistemine tahavvül etmektedir.
Heybet AKDOĞAN
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.