EDEBİYAT
Bir süredir yazının, yazarın ve kitabın anlamı üzerine düşünüyorum. Yazıyı ortaya çıkaran nedenler, yazarın toplumdaki karşılığı, kitabın işlevi ve bunların gelecekleri de merak ettiğim konular. Hazır İstanbul Kitap Fuarı açılmışken konuya biraz daha eğileyim dedim. Çünkü kitap fuarları, kitabi kültürü tanımak, analiz etmek ve anlamak için somut gözlem imkanları sunuyor.
Bu yılki fuar 2 – 10 Kasım arası (2024) düşünülmüş. Kitap deyince son yıllarda ilk aklıma gelen konu, insanların kitap okuyup okumadığı değildir. Nitelikli kitap okuyup okumadıklarıdır! Dolayısıyla sorgulanması gereken yazıların, yazarların ve kitapların sayısı değil içeriğidir.
Günümüzde kitapların çok büyük bir kısmı resmi ideoloji içerikli kitaplardır. Bu da yazıların ve yazarların da – ekseriyetle- bu şekilde olduğu anlamına gelir. Bu nedenle “hakikat, kitap okumak değil doğru kitap okumaktır” diyorum. Kitaplar masum olmadığı gibi yazıyı, kitapları ve yazarları yüceltmek de lüzumsuzdur. Toptancı bir tavırla yazarları ve okurları saygın insanlar olarak görmek de gerekmez. Bunlar önemsense bile, daha çok bunların hareket noktası olan yaşam önemsenmelidir: Somut, canlı yaşamın kendisi!
Her türden yazı, kitap ve yazarlar çoğunca egemen kültürün taşıyıcısı oluyor. Misal her fuarda olduğu gibi bu yılki fuarda da yaygın olan kitap türleri milliyetçi, Türkçü, dinci, Muhammedçi, Atatürkçü, devletçi, aydınlanmacı, ataerkil, ırkçı, mülkiyetçi, kısacası liberal kitaplardır. Dahası kitapların tür ve içeriklerine bakıldığı zaman, muhalif eserlere de rastlamak mümkündür. Bu türden kitapların da bir kısmının “banka yayınları” arasında çıktığını görmek zor olmuyor. Bunların, sorgulanması gereken bir husus olduğu açıktır. Gerek muhalif görünümlü gerekse “kişisel gelişim” türünden kitaplar da “kitap oyunu”nun bir parçası olmaktadır.
Fuar, yazar ve kitap mevzusuna ortadan girmiş gibi oldum. Biraz başa dönerek devam edeyim. Önceki gün birkaç arkadaşla birlikte, üç – dört saat kadar fuarda kaldık. Belli başlı stantları ziyaret ederken birkaç tanıdık yazarı da gördük. Güzel bir gözlem oldu. İnsanların kitaplara ilgisi, yazarlarla kurdukları diyaloglar da her zaman dikkatimi çeker. Tüm bunları, şimdiki fuarda beklediğimden biraz cansız ve zayıf buldum. Belki haftaiçi olduğundan böyle olmuştur. Çünkü İki gün önce, haftasonu fuara ilgi nispeten yüksekmiş. Yine de bazı yayınevlerinin olmadığını düşünürsek, durumun pek de parlak olmadığını varsayabiliriz.
Erol Ercan, semtten Ali Şahmo ile birlikte fuar için öyleden sonra yola çıktık. Uzunca bir yolculuktan sonra Beylikdüzü’deki kitap fuarında olduk. Giriş 30 TL idi. Biz emekli, yazar, basın mensubu kontenjanından giriş yaptık. Yayınevi sahipleri, çalışanlar, yazarlar, kitaplar, sanki okurlardan daha fazlaydı. Stantlardaki yazar çizerlerin “davetkar” bakışları arasında dolaşmaya başladık. Ben yazının, yazarın ve kitabın tarihine, mantığına, felsefesine daldım. Bu dalıştan damıtılan bir kaç fikri tartışmak üzere buraya da yansıtmak istiyorum.
İnsanlık tarihinde kendinden söz ettiren pekçok icat ve araç olmuştur. Bunlardan birisinin de yazı olduğu açıktır. Yazının icadı komünal toplumlara kadar gerilere gitse de esasen sınıflı toplumlarda ve egemen sınıfların ihtiyacına ve çıkarına uygun olarak gelişmiştir. Mülkiyet ilişkileri, üretimin biçimsel ve içeriksel karakteri yazının gelişmesini tetiklemiştir. Onun nasıl bir gelişme izlediği ve izlemesi gerektiği bugün de egemen sınıflar tarafından, çağımızda ise kapitalist üretim ilişkileri, emperyalist teknoloji tarafından belirlenmektedir.
Buradan hareketle denilebilir ki yazı, onun yoğunlaşmış tarzı olan kitap ve kitabın inşacısı olan yazar, sınıflı toplumların ürünleri olarak ortaya çıktılar. Bu sınıfların ortadan kalkmasıyla da tarihe karışıp son bulacaklarını düşünmek mümkündür. Bu yaklaşımın yazı, kitap ve yazar için biraz pesimist sayılması, onların kutsal görülüp yüceltilmesiyle ilgilidir. Yazı, yazar ve kitabın kutsal sayıldığı en etkili dönem Ortaçağ olmuştur. Ne var ki en çok okur yazarın çıktığı kiliselerin etkili olduğu bu dönemi “ana akım” düşünce tarihi, özellikle de burjuvazi “karanlık çağ” olarak görmektedir. Hani kitap ve yazar aydınlık, farkındalık ve özgürlük demekti? Öyle değil işte. Dolayısıyla yazının, kitabın ve yazarın ezen ve ezilen bütün sınıflar için devrimci bir rol oynadığı tezi sorgulanmalıdır.
Fuar gezisinde yazı, yazar ve kitabın kalbine doğru dalışlar, uğrak yerlere temaslar olurken bunların kesintiye uğradığı anlar da oldu. Belge Yayınları bu uğraklardan birisiydi. Sinan Zarakolu’dan fuarın durumuna ilişkin bilgiler aldık. Belge’nin yeni kitaplarına baktık. Bu sırada sosyal medyadan tanıdığım Ali Kemal Anaç ile karşılaştık ki, tanıştık ve kendisine bazı eleştirilerim oldu. Karşılıklı eleştiri ve tartışma dostlukla bitince grubumuz dört kişiye çıktı. Sohbeti güzel, sıcak birisi Anaç. Gün içinde Anaç’ın “orijinal” fikirlerini de dinledik. Nazım Hikmet, Yılmaz Güney gibi isimleri etik değerler üzerinden eleştirmesi bu orijinaliteye örnektir. Yalnızca “estetik ürünlere etik değerlerle bakılmaz” demekle yetindim.
Birçok okur gibi biz de dinlenmek için kafeteryaya çekildik. Çay fiyatlarını kontrol ederek içeceklerimizi aldık, çantamızdaki bisküvileri çıkararak atıştırıp, çayları yudumladık. Sanat, kitap ve yazar yorumlarından başlayan konuşmalar sıklıkla yakın tarihinizin devrimci mücadelesiyle taşlandı. Benim için gerçek, yaşanmış, somut bilgiler de vardı. Hem dinledim, hem kendi içime döndüm. Kitap dünyasına yeniden döndüğümde aklıma gelen birkaç temayı daha şimdi bilginize sunayım.
Komünal toplumların eşitlikçi, sınıfsız toplumlarında yazı henüz icat edilmemişti. Bu yüzden de yazar ve kitap da söz konusu değildi. Sınıfsal ilişkilerin, siyasal görüşmelerin gerekliliği, üretim fazlasının muhasebesi, ticari ilişkilerin kompleks hale gelmesi ile birlikte yazı, yazar ve kitap da insan dünyasındaki yerini alıyor. Kuşkusuz ki yazarlığın profesyonel bir meslek olması çok daha yenidir ve belki de kapitalizmin bir ürünüdür.
Yazının, andığım gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkmış olması şundan da belli ki, öncelikle uygarlığa geçilen yerlerde, su uygarlıklarında ortaya çıkmıştır kitap ve yazan. Yanlış anlamadınız. Yazar değil, öncelikle yazan ortaya çıkıyor. Yazı ve yazan deyince öncelikle Anadolu, Mezopotamya, Doğu Akdeniz, Mısır, Ege bölgesi aklımıza gelir. Fırat, Dicle, Nil gibi ırmaklar nedeniyle yazının icadına imkan veren gelişmeler öncelikle sözünü ettiğim coğrafyalarda vuku bulmuştur. Öte yandan tarihin yazı ile başlatılması da manidardır. Yazıyı Sümerler icat ettiği için “tarih Sümer’le başlar” denilmesi anlamlıdır.
Günün son saatlerine yeniden döneyim. İsmail Beşikçi vakfını ziyaret etmek de önemliydi. Kendisiyle kısa bir hal hatır etme olanağı da yakaladık. “Derin” mevzulara girme ortamı olmadı. Tarihçi arkadaşım Sedat Odabaş, Beşikçi’ye eşlik ediyordu. Oradan İnsan Hakları Derneği standına geçtik. Kısa süreli bir duraklama da orada yapıldı. Sinan Akdağ’ın standına uğradık, kendisi yoktu. Dursun Yıldız bizim için güzel bir sürpriz oldu. Yeni kitabını (Pedagoji) imzaladı. Nisan Yayımcılık’a uğramasak olmazdı. Eski yeni kitaplara, dergilere bakıldı, fotoğraflar çekildi. Arkadaşlardan, kitap alanlar oldu.
Gün akşam olmuştu ama bizim için gün, güncel konuşmalarla devam ediyordu. Dört kafadarın tartışması fuar çıkışında da sürdü. Ayrılmak kolay olmasa da önce Anaç’ı yolcu ettik. Sonra karşılıklı veda edildi. Bir kitap fuarı da bu sene böyle geçmiş oldu.
Mehmet Akkaya
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.