Horozlu Ayna / Tevfik Taş

ANLATI

Horozlu Ayna / Tevfik Taş
Yayınlanma: Güncelleme: 151 views

Bir zamanlar, hemen her delikanlı, her çapkın cebinde bir tarak bir de arkasında horoz resmi olan yuvarlak bir cep aynası taşırdı. Bazı öykücükleri insan yanında, imgesinde, aklında taşır, çünkü o öykücükler üzerinde düşünüldüğünde işte cepte taşınan horozlu aynada insanın kendi yüzünü görmesi gibi doğruları, olayların oluşumunu, ölçülerini, nedenlerini, sonuçlarını yakından göstermektedir.

Bizi de kapsayan coğrafyada bunlara “kıssa” yani, iz, yordam sağlayan denmesi, boşuna değil.
Böyle bir öykücüğü, Muzaffer Oruçoğlu’yla birçok hapishanede birlikte yatmış olan Aydın Çubukçu (Evrensel Kültür dergisinin Genel Yayın Yönetmeni) anlatmıştı: 12 Eylül 1980’de Türkiye’de faşist bir darbe gerçekleştiren cunta, sadece polis merkezlerinde, semt karakollarında sorgu odalarında büyük işkence tezgahları kurmakla yetinmemiştir, hapishanelere doldurduğu binlerce insana akıl almaz eziyetler ederek, işkenceyi, cinayetlerini, sindirme biçimlerini süreğen hale getirmek için de uğraşmıştır.

Mahkûmlara tek tip elbise giydirmek için yapılan baskı, insanları adıyla değil de hapishane idaresinin vereceği bir rakamla çağırma ve mahkûmların buna uymasını sağlamak için yapılan işkenceler, günlük koğuş baskınlar, hücre ve tecrit cezaları, aç bırakma ve kaba dayak, kitap başta olmak üzere her türlü yayının yasaklanması vb. uzun yıllar sürgit devam etmiştir…
İşte tam böyle günlerden birinde, Muzaffer Oruçoğlu’yla Aydın Çubukçu Antep hapishanesinde karşılıklı iki hücreye düşmüştür. Çubukçu karşı hücrede Oruçoğlu’nun olduğunu öğrenince sesleniyor:

“Muzo nasılsın, ne yapıyorsun?”

Oruçoğlu, Türkçesine sinmiş o güzelim Kars şivesiyle yanıtlıyor:

“Olla gardaş (len/ lan kardeş) bırakmıyorlar ki mücadelemizi verelim.”

Hapishane ortamında yapılmış bu şakacığı dinlediğim günden beri hem gülümserim, hem düşünürüm…

Çünkü basit, küçük ama katmanlıdır.
Daha nasıl mücadele etmeli? Faşistçe kurallarla örülmüş, nefes almanın bile bedelinin ödendiği bir ortamda, her anı değişik işkencelerle dolu o daracık yaşam alanlarında ayakta kalına savaşımı veriliyor, direniş yöntemleri geliştiriliyor, ama birisi diyor ki, “bırakmıyorlar ki mücadelemizi verelim.”

Aydın Çubukçu da, Oruçoğlu da felsefeye, resme sanatın diğer dallarına ilgi duyan, teoriyle uğraşan, üretken insanlardır; zira Oruçoğlu’nun yaşam öyküsüne bakanlar, onun ilk tutuklanmalarından birinin yayımladığı şiir kitaplarından ötürü olduğunu görecektir. Ama Oruçoğlu’nun sözlerinden sadece ‘bırakmıyorlar ki resim yapayım, şiir düşüneyim, öykü, roman kurgulayayım’ gibi bir sonuç çıkmıyor. Bunları da kapsayan bir şey var: devrimcilik sadece o ana direnmek; kaba şiddete dayalı, çökertmeye, kimliksizleştirmeye yönelik bir saldırıyı, diktatörlüğün pervasızlaştığı bir zaman kesitini savuşturmaktan ibaret olamaz…

Yani yaşamak direnmek değildir.

Devrimcileri sadece bir direnişçi haline getirmek, direnme odağına sıkışmış topluluklara dönüştürmek, aslında, zulmedenlerin temel amaçlarından biridir. Burjuva diktatörlüğü, devrimcilerin tam buraya sıkışmalarını ister. Saldırı yöntemlerinin temelinde bu vardır…

Oysa devrimcilik bütün bu zulme karşı çıkarken, geleceğe ilişkin tasarımları büyütmek, genişletmek; toplumların yaşamının nereye doğru evrileceği, devrimci politikanın bütün bunlardaki tutumunun ne olacağı, estetik alanda nelere öncelik verileceği gibi meseleleri gündemde tutmak, bütün bir yaşama ilişkin çalışıp çırpınmaktır. Yaratma cesaretini her an yeniden büyütmektir. Devrimci aydının, önderin yaşamını da bu alanlarda ürettikleriyle/ yaptıklarıyla beğeniriz ya da eleştiririz…

Ama bütün bunlar, koşullar insani boyutlara doğru geliştikçe, özgürlük kazanacak özgürlük ortamı elde edildikçe olabilir.

İşte size bir ülkede neden demokrasi, demokratikleşme, özgürlük istediğimize ve diktatörlüklerin bunu neden vermek istemediklerini düşündürecek, gösterebilecek yalın bir öykü.

Nazım Hikmet “hapishanede iyi şiir yazılması zordur. İnsanın beyni, imgesi, bakışı sınırlanmıştır çünkü” diyor. Oruçoğlu da hapisten kurtulur kurtulmaz edebiyattan denemeye, şiirden resme uzanan yeni ürünleriyle çıktı sevenlerinin, izleyenlerinin karşısına.

Onunla ressamlık serüvenine ilişkin bir söyleşi yapma önerisi aldığımda, aklıma ilk bu öykücüğün gelmesini sağlayan da bu üretkenlik oldu.

Değerli gazeteci Berat Günçıkan, Oruçoğlu’nun resimlerinde oluşan ve “Bütün Dünya Evim” adını taşıyan katalog için ressamla yaptığı söyleşide, onun yaşamına, soyağacına ilişkin temel soruları sorduğu için, ben, Oruçoğlu’dan daha çok sanat anlayışıyla, resimlerine kaynaklık eden, esin veren olgularla, resim sanatının günümüzdeki durumuyla ilişkili soruları yanıtlamasını istedim.

Barış üstünüzde olsun.

Tevfik Taş

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.