ÖYKÜ
Her zaman olduğu gibi o gün de annemle babam uğurladı beni. Otobüs, meydanın darlığında kendine bir yol bulup ilerledi. Sağımdaki ağaçların gölgesinde dinlenen parka baktım. Yaşlı bir amca parkın bir köşesinde bir kedinin başını okşayarak onu doyurmaya çalışıyordu. Sonbahar yaprakları düşmüştü yerlere.
Otobüsün güzergahı annemle her zaman gittiğim Arzu Teyze’nin derme çatma kumaş dükkanının önünden geçiyordu. Oradan geçerken uzun boylu, kamburu çıkmış Arzu Teyze’nin beyaz önlüğüne boya, alnına ter bulaşmış hali bir fotoğraf gibi yerleşti zihnime. İçimde bir sonbahar bulutu kabardı. Yanımdaki koltukta Sevgi Teyze’nin oğlu Taner oturuyordu. Gözlerinde bir gurbet kederi vardı.
“Taner, ben İstanbul’da yaşıyorum. Doğduğum yere geldim, yaşadığım yere dönüyorum. Ya, sen nereye?” dedim. Gülümsedi Taner. Gülümseyince kara gözleri de gülümsedi. Nazik, insancıl birisi. “Ben de İstanbul’a gidiyorum. Orada, dayımın oğlunun yanında kalacağım bir süre. O çok istedi oraya gitmemi. Bir turizm okulu varmış, meslek öğreneceğim.”
Taner başarılı bir öğrenciymiş. Güzel de kompozisyon yazıyormuş. Üniversite sınavında istediği puanı alamamış. Şimdi, ekonomik koşullar onu uzaklara savuruyordu. “Seneye bir daha girersin sınava.” dedim. Siyah saçlı başını iki yana salladı. Bakışlarında uzakların ağrısı, on sekiz yaşında bir çocuğun gurbet sancısı vardı. “Belki, seneye bir daha girerim.” dedi.
Otobüsün penceresinden baş döndüren sarp kayaların biraz daha üzerindeki kaleye baktım. Asırlar mağrur duruşundan bir şey eksiltmemişti. Dağ yolunun paralelindeki dere, dağın eteğini ince ince oyarak telaşla yatağına koşuyordu.
…
Ertesi gün İstanbul’a vardığımızda, Topkapı girişindeki köprü başında Taner’le yollarımız ayrıldı. Köprüler hem kavuşmaların hem de ayrılıkların noktasıdır!
…
Geçen gün telefonum çaldı. Bilinmeyen bir numara… Açtım telefonu, arayan Taner. Nasıl da sevindim! Yirmi yıl sonra buluştuk. Küçükçekmece Gölü’nün kıyısına oturduk. Durgun su, dalgın rüzgârla birlikte ara sıra kırışan kocaman bir yüz gibi duruyordu karşımızda. Biraz ilerimizde bir gelinle damat Küçükçekmece Gölü’nü fon tutmuş, poz veriyorlardı objektife. Uzun uzun sohbet ettik Taner’le. Üniversite sınavına bir daha girmiş. Kazanmış, okumuş; avukat olmuş Taner. Evlenmiş; çoluğa çocuğa karışmış. Şakaklarında hafif kırlar vardı, alnında çizgiler ama gözlerindeki ışıltı, gülerken iki yanağında oluşan gamzeler aynıydı. Nezaketi de… Çayımızı içerken güneş batıyordu. Ufuk kan toplamıştı sanki. Edip Cansever’in o çok sevdiğim dizesi geçti aklımdan:
“Her şey rengine göre kanar. Bilirsin.”
Küçükçekmece gölü herkesten bir şeyler dinliyordu sessizce!
Gülten Doğruyol İncesu
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.