Okuma Günlüğü: “Huzur Sokağı” / Heybet Akdoğan

KİTAP İNCELEMESİ

Okuma Günlüğü: “Huzur Sokağı” / Heybet Akdoğan
Yayınlanma: Güncelleme: 285 views

“(…)İstanbul’un kenar semtlerinden birinde kırık dökük, irili ufaklı ahşap evlerin sıralandığı dar ve küçük bir sokakta başlamıştı her şey. Yağmur yiye yiye tahtaları aşınmış, her rüzgâr esişte yıkılıverecekmiş intihamı uyandıran, kırılan camların yerine sararmış gazete kâğıtları yapıştırılmış, rengi solgun, yer yer yamalıbasma perdeli evleri ile “Huzur Sokağı”nın ilk bakışta fakir bir sokak olduğu anlaşılırdı…Sâkinleri, kanaat ve huzur içinde yaşayan, zenginlik ve debdebede gözleri olmayan mümin ve mütevazi kimselerdi. Bu mütevekkil, asil insanlar, bütün fakr-u zaruretlerine rağmen yaşayış tarzlarından gayet memnun, içinde bulundukları hayat şartlarından dolayı da o derece müsterihtiler… Bu sokak, âdeta yılların tahribatı ile aslî veçhesini kaybetmiş,maddeci ve materyalist insanların hırs ve ihtirasları üzerine inşa edilmiş, yeni ve modern İstanbul’un bir parçası değil de, Osmanlı devrinin bütün ince ahlâk ve fâziletlerini sinesinde yaşatan ve sanki şu tefessüh etmiş cemiyetle bütün bağlarını koparmış âsude birköşeydi…

Herkeste köklü bir gönül birliği vardı… Herkes birbirine karşı sonsuz bir sevgi, derin bir muhabbet, samimi bir kardeşlik, candan bir bağlılık duyardı… Komşuluk münasebetleri öylesine kuvvetliydi ki, şairin; “Ferde râci şadmeden efrâd olurmuş lerzedâr.” Dediği gibi, sokak sakinlerinden bir kişiye veya aileye gelen herhangi bir musibet ve felâket, bütün sokağın derdi ve elemi olur, felâketzedeye yardımcı olmak, onu teselli etmek, derdine derman olmak için herkes birbiriyle göz yaşartıcı bir fazilet yarışına girişirdi… Şayet musibet hastalık ise, elbirliğiyle tedavisine çalışılır, ameliyatı mucib hâl karşısında ameliyat ücreti bir anda toplanır, hasta en mükemmel hastahanede ameliyat ettirilir, hastanın evi âdeta bir ilâç deposu haline getirilirdi… Dükkânı soyulan şahıs, üzülmeye dahi vakit bulamazdı. Zira zayıf bütçelerine rağmen “Huzur Sokağı” sakinleri, yine bir anda aralarında topladıkları paraları küçük bir sermaye hâline getirir, dükkân için lüzumlu malzemeleri derhal temin ederler ve kardeşlerinin yüzünü güldürürlerdi… Evi yanan şahsın evi de eşsiz bir yardımlaşma ve gayret neticesinde, eskisinden de mükemmel bir tarzda, eşyaları ile birlikte en kısa zamanda kendisine hediye edilirdi. Sokak sakinlerinden birinin kızı evleneceği zaman, bütün komşu genç kızları ve hanımları, onun çehizini hazırlamak için seferber olurlar, dantelli yatak takımları, oyalı yemeniler, nakışlı örtüler ve sırmalı seccadelerle sandığını hazırlarlar, hayır dualarla onu gelin ederlerdi…

Bu sokakta herkesin, ateşten çekinir gibi çekindiği ve en ziyade nefret ettiği şey, dedikoduydu… Hiç kimse, hiç kimsenin arkasından konuşmaz, kimse birbirini çekiştirmeye tevessül etmezdi… Herkes birbirinin kusurunu hoş görür, ayıbını yüzüne vurmazdı. Çekememezlik, hased, kıskançlık ve rekabet gibi hisler, bu faziletli insanların kalbinde yer bulamıyordu bir türlü… Çünkü herkes kardeşinde, komşusunda olan yüksek meziyetle iftihar ediyor, onun meziyetini, kendi meziyeti olarak kabul ediyordu…Hâsılı, İslâm ahlâk ve yaşayışının topyekûn iflas ettiği şu bozuk cemiyet içinde bu sokak, tesanüd, teavün, ittihad, ittifak ve uhuvvetin abideleştiği bir fazilet, bir asalet, bir şecaat otağı, kalbleri birbiri için çarpan fertlerden müteşekkil sarsılmaz bir aile ocağıydı…

Gün, her sabah böyle başlardı Huzur Sokağı’nda… Gecenin bütün mahremiyetini kalın ve koyu bir perde gibi sinesinde gizleyen zifiri karanlıklar, fecre yakın saatlerde gitgide açılır ve gecenin bu son saatleri, perdeleri sımsıkı örtülmüş ahşap evlerin üzerine açık mavi bir tül gibi iner, ortalık sihirli bir güzellik içine bürünüverirdi.(…)”

“(…)Bilâl’in hayatta en ziyade sevdiği şeylerin arasında çocuk sevgisi büyük bir yer tutardı. Sokaktaki çocuklar da onu çok severlerdi… Oyundaki şikâyetlerini ekseri ona yaparlar, onun sözünün dışına çıkmazlardı. Bilâl de onların hakemi olur, şikâyetlerini dikkatle dinler, sonra haklı ile haksızı ayırıp, onlara müşfik bir sesle tatlı tatlı nasihat eder, iyi geçinmelerini, birbirlerinin hakkını yememelerini tavsiye ederdi. İşte bugün de bir yandan ders kitabını okurken, bir yandan da hakemlik vazifesini yerine getirmekteydi… Bir ara çocukların cıvıl cıvıl seslerine bir korna sesi karıştı. Ve çok geçmeden uzun, siyah bir taksi boş arsanın önünde durdu. Taksiden inen 5 adamdan zayıf ve uzun boylu olanın elinde çelik bir mezro vardı. Şişman, göbekli ile arsayı ölçmeye başladılar… Çocuklar oyunu bırakıp merakla adamların etrafında toplandılar…
– Amca niçin ölçüyorsunuz burayı?
– Bundan sonra burda gürültü etmeyesiniz diye!…
– Ama biz gürültü yapmıyoruz ki… Oynuyoruz sadece…
– İyi ya işte… Biz de size burada kocaman bir oyuncak hediye hazırlayacağız… Ha… Haaa… Haaa… Apartman yapacağız evlâdım buraya… Apartman… Anladın mı şimdi?(…)”

“(…)Şimdi sokaklarında kurulan bu büyük apartman, Bilâl’in gözüne bir veba mikrobu kadar tehlikeli olarak görünmekte, yılların yıpratamadığı “Huzur Sokağı” için bu binanın, ilerde pek çok zararlar teşkil edeceğini düşünerek imanlı gencin üzüntüsü her an biraz daha artmaktaydı. Derhal karar verdi. Müezzin Sadi Hoca’ya düşüncelerini açtı. Ve fikrinin hoca tarafından da tasvip ve takdirle karşılanışı üzerine harekete geçip apartmana henüz kimse taşınmadan bir gece yatsı namazından sonra bütün sokak sakinlerini camide bir araya toplayarak birkaç merdivenle çıkılan minbere çıkıp oturdu. Hanımlar ve genç kızlar, kadınlar için perdelerle ayrılmış arka bölümde adeta üst üste oturuyorlar ve Bilâl’in “mühim bir mevzu” olarak bahsettiği konuşmasını dinlemek için nefes dahi almaktan çekiniyorlardı. Erkekler de aynı merak ve heyecan içinde birbirlerine sokulmuşlardı. Zira, bu, Bilâl’in câmide yapacağı ilk konuşmaydı. O halde ortada cidden mühim bir mesele vardı…

Bilâl:
-Allah’ın ve Resulullah’ın selâmı üzerinize olsun. Diyerek sözüne başladı:
– Sokağımızın asil fertleri olan muhterem kardeşlerim, ağabeylerim, yengelerim ve kız kardeşlerim!… Bugün sizleri olağanüstü bir şekilde camimizde toplamam, muhakak ki haklı olarak hayret ve merakınıza mucip olmuştur. Bir an evvel mevzuya girmek suretiyle, merakınızı zail etmeye çalışacağım. Evvela hepimizin bildiği bir husustur ki içinde yıllar yılı eksilmeyen bir huzurla yaşadığımız, dert, felâket, üzüntü ve sevinçlerimizi hep birlikte paylaşacağımız bu sokak, şu ahlâken her gün biraz daha bozulmakta olan cemiyetin süfliliği arasında eski fazilet devrinden kalmış paha biçilmez bir antika hükmünde ve kıymetindedir. Bizler, “Huzur Sokağı” sakinleri olarak genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle bu sokağı gözümüzün bebeği gibi sonuna kadar her türlü tehlikeden korumak, maddi ve manevi tahribattan muhafaza etmekle mükellefiz. Biliyorsunuz, sokağımızın, mütevazi evlerimizin karşısında yeni bir bina, büyük ve modem bir apartman kuruldu. Allah sokağımız için hayır etsin. Temenni edelim ki buraya taşınanlar, bu sokak sakinlerinin mazbut yaşayışına zıd düşünceli ve hareketli insanlar olmasınlar. İmanlı, mukaddesatçı, muhafazakâr insanlar olarak bizlere komşu olsunlar. Ancak bu günkü cemiyet içinde 8-10 daireli bir apartmanın bütün dairelerinin de imanlı ve muhafazakâr insanlar tarafından satın alınması, maalesef hemen hemen imkânsız bir şeydir. Bu bakımdan, taşınacakların ekseriyetinin kozmopolit, yani mâneviyattan habersiz, garb taklitçisi olabileceğini hesaba katarak, güzel sokağımızın, asıl çehresinin zamanla değişebileceği endişesi içinde bazı mevzulara temas etmek yerinde olacaktır. Göreceksiniz, bir müddet sonra sokağımıza eşya dolu kamyonlardan biri gelip, biri çıkacaktır. Bu kamyonların içinden şahane koltuk takımları, lüks yatak odası ve yemek takımları, kıymetli halılar ve avizeler ve daha bir sürü pahalı, gösterişli, şatafatlı eşyalar inecektir. Gerek bu birbirinden kıymetli ve gösterişli eşyalar, gerekse geniş pencerelere takılan ağır ipek perdeler, naylon tüller, olabilir ki yeni yetişen genç kızlarımızın ve bazı genç hanımlarımızın yüreğini kabartıp içlerinde bir nevi yerinme duygusuna yol açabilir. Başlangıçta olmasa bile ilerde onlarda beğenmediğimiz bir takım şeyler, bize cazip görünüp kendi hayat tarzımızı, onların hayat tarzlarına, kendi kıyafetlerimizi onlann kıyafetine benzetmek meyli kalblerimizde uyanabilir. Şuna şimdiden muhakkak gözüyle bakabiliriz ki apartmana taşınacak kimselerin çoğu bizlere yüksekten bakacak, bizleri hor görmeye kalkacak ve hattâ giyim, kıyafet, hareket ve düşüncelerimizden dolayı bizi küçük görüp, alaya dahi almaya cür’et edecekler… Muhterem kardeşlerim, kendi dinlerinin icaplarına saygısızca sırt dönmüş kimseler olduklan için kendilerini medenî ve dinimizin emirlerini, hakikî müslümanlığa yaraşır şekilde yerine getirdiğimizden dolayı bizleri cahil, basit, görgüsüz ve gerici olarak göreceklerdir. Bu insanlara karşı gereken insanî ve İslâmî vazifelerimizi yerine getirmekle beraber, son derece uyanık olmamız da zaruridir. “Huzur Sokağı” sakinleri olarak izzetimizden zerre miktar fedakârlıkta bulunmamaya, gelin burada hep birlikte yemin edip and içelim… Sokağımızın muhterem hanımefendileri ve kıymetli kız kardeşlerim, sakın, o pahalı, şatafatlı eşyalara iç geçirerek bakmasınlar. Onların solmuş basma perdeleri her biri nice emek mahsulü, göz nuru ile işlemiş oldukları yastıklar, divan örtüleri ve çeşitli nakışlı örtülerle süslemiş oldukları mütevazi evleri, diğerlerinin yanında mânâ itibariyle çok daha kıymetli ve makbuldürler.  İmanlı hanımlar ve genç kızlar, daima mütevekkil ve kanaatkar olmakla tarihte en mûtena yeri işgal etmişlerdir… Kanaat, kadının ziynetidir… O, maddi olan her eşyadan daha kıymetli ve daha değerlidir gerçek mânâsında… Kıyafet mevzuuna gelince, sokağımızda mazbut giyimli, imanlı ve asil genç kız ve hanımlarımızın, Avrupa’nın sokak fahişelerinden farksız kıyafetteki benliklerinden kopmuş, açık saçık, mini etekli, müstehcen kıyafetli bu nevî süfli kadın ve kızlara gıpta nazarlarıyla bakarak, bu kepaze kıyafetli kadın ve kızları kendilerine örnek alabilecek kadar küçülebileceklerini düşünmeyi dahi abes görmekteyim… Hasılı bu sokağın şerefini, namusunu, iffetini, izzet ve hayatiyetini korumak ve İslâmî yaşayış ve prensiplerimize en ufak bir halel düşürmemek yolunda, bugünden itibaren birbirimizle âdeta yarışa girişmeli, en ufak hata veya birimizin o tarafa meyil etmemiz karşısında birbirimizi incitmeden ikaz etmeliyiz kardeşlerim…Sözlerim, bundan ibarettir. Hepinize en büyük cihad olan nefis mücadelenizde başarılar diler, dinleme lûtfunda bulunduğunuzdan dolayı şükranlarımı arzederim efendim…

” Bilâl, minberden erkeklerin omuzları üzerinde indirildi. Caminin içi fokur fokur kaynıyordu âdeta… Herkes birşey söylüyordu:
—Allah razı olsun!…
– Sokağımızm medar-ı iftiharı, varol!…
-Allah seni vatana ve bizlere bağışlasın!(…)”

“(…)Bilâl, gözleri denizin derinliklerinde, şimdiden bu yeni hayatın projelerini kafasında tasarlıyor, Feyzâ’ya lâyık olduğu saadet ve refahı temin edebilmek için neler yapmak icabettiğini enine boyuna düşünüp duruyordu… Allah’ın kendisine büyük bir lütuf ve ihsanı olarak Bilâl, kısa bir zaman içinde, helâl yoldan, büyük bir servet sahibi olmuş, memleketin tanınmış iş adamlarından biri durumuna yükselmişti… Geniş imkânları sayesinde istediği yerde, istediği hayatı temin edebilecek bir durumu vardı… Bu bakımdan şâyet Feyzâ, İstanbul’da oturmayı tercih ederse, derhâl iş yerini İzmir’den İstanbul’a nakledebilirdi… “O zaman Boğaziçi’nde güzel bir yalı alır, yaz aylarında Boğaz’ın o muhteşem manzarası ve müstesnâ havası içinde geçirir, kışın da şehrin temiz bir semtinde konforlu ve güzel bir evde otururuz” diye düşünmekteydi Bilâl.(…)”

“(…)Son olarak 5-6 sene evvel gelmişti bu sokağa. O zaman, eski komşularının, sâdık dostlarının herbirinin evine ayrı ayrı ziyarette bulunmuş, herbiriyle ayrı ayrı hasretle kucaklaşmış, saatlerce sohbet etmişti… Mütevazi ve engin gönüllü insanlar… Adeta bütün sokak bayram yapmıştı… Medine’ye hicretinde Resul-ü Ekrem’i (S.A.V.) evlerinde misafir etmek için Müslümanların gösterdiği tarihî fazilet yarışı misali. Huzur Sokağı’nın mü’min ve müttaki sakinleri de Bilâl’i âdeta kapışmışlar ve: “Bizde… Hayır, bizde kalacak…” diyerek çetin bir yarışa girişmişlerdi.(…)”

“(…)Bilâl, mecbur kaldığından dolayı Hacı Mustafa Bey’le Hayri Dede’ye, Feyzâ hakkındaki temiz hislerinden, yani aşkından bahsettiği için, bu aşkla şehadet mertebesine ulaşamayacağmı biliyordu… Şehadet gibi ulvî bir mertebe şöyle dursun, o şimdi âşkın, Cenab-ı Hak indinde sakil ve hakir görünmeyişi karşısında duymuş olduğu derin tehassüs ve sevincin tadını çıkarmak istiyordu… Demek bir mü’minin âşık olması ayıplanacak bir şey değildi. Üstelik gizli tutulduğu takdirde bu aşk, insanı şehadet gibi en yüce mertebeye de çıkartmaktaydı. Sonra aklına bir başka hadis geldi… Bu hadisinde de Peygamber Efendimiz: “Dünya bir metadır. Dünya meta’ının hayırlısı da iyi kadındır” demekteydi.(…)”

***

Türkiye’de burjuvazinin ilerleyişiyle eşgüdümlü bir amaç belirleyen siyasal İslam, İslam’ın bir bütün hâlinde yaşanması gerektiğini söyleyen ve siyaseti şeriat için bir araç olarak benimseyen bir ideolojidir. Laik, çağdaş ve demokratik düzeni yıkarak şeriat düzenini iktidara dönüştürmek isteyen siyasal İslam, İslam’ın kamusallaşarak tüm kurum ve kurullarıyla; yerelden evrensele doğru bir dünya sistemi haline gelmesini savunmaktadır. Doğuşu itibarıyla modernizmin krizlerine denk düşen siyasal İslam’ın, gelinen noktada her türden modernleşmeye karşı çıktığını ve savunduklarıyla birlikte kendi modernizmini kurmak istediğini görmekteyiz. Siyasal perspektiften yola çıkarak toplumu yeniden kurma ve dönüştürme iddiasında olan siyasal İslam, kapitalizmin dinamikleriyle iç içe geçerek dini söylemlerini politikleştirerek, kapitalist düzenin organik bir parçası olmak için İslamcı ideologlar şahsında sentezleştirilmiştir. Belli bir tarih, kültür ve toplum tasavvurunda olan siyasal İslam düşüncesi bu doğrultuda kavramlar ve stratejiler üreten bir hatta sahiptir. Geleneksel İslam’dan ayrı olarak modern akültürasyon sürecinin ürünü olan siyasal İslam, klasik ümmet anlayışıyla birlikte kendisini kapitalist düzende meşrulaştırmayı benimsemektedir. Ayetlerin, hadislerin ve İslamcı önderlerin sözleriyle sloganist bir tarzda siyasal söyleme dönüşmüş olan siyasal İslam, modernliği kendi terminolojisine göre yeniden üreterek; ancak var olan modernliğin belli ilkelerini reddederek toplumsal alanda yeni bir toplum mühendisliğini hedeflemektedir. Böylece siyasal İslam’ın asıl simgesi olan kutsal mazlum tipolojisi, kapitalizmin gerisinde ve modernleşmenin tahakkümü altında ezilen  İslamcı toplumun yeniden yaratılması için bir yaşam kaynağı olmaktadır.

Modern dünyada İslamcı toplumun sanatsal çalışmalarından biri olan roman, siyasal İslam’ın metinleri olarak yorumlanan edebi ürünlerdir. Müslüman kimliği yeniden inşa etmek adına ve ilahi düzeni sağlamak için yakın tarihimizde yazılmaya başlanan İslamî romanlar, siyasal İslam’ı bir yaşam biçimi haline dönüştürmede önemli rol üstlenmişlerdir. Bu tür romanlarda hem varolan hem de olası yaşam tarzlarına imkân vermeyen bir İslamcı düzen temalaştırılmaktadır. Çok belirgin hiyerarşilerin kurulduğu İslamcı romanlarda, Müslüman özneler hidayete çağrılır ve siyasal İslam’ın tasavvuruna göre Müslüman olmayan insanların dönüşüme tâbi tutulması için propagandist telkinlerde bulunulur.

Siyasal İslam’ı gaye edinerek yazılan romanlar arasında Şule Yüksel Şenler’e ait olan ” Huzur Sokağı ” romanı tam olarak açıklamış olduğumuz amaçlara yönelik kaleme alınmış bir eserdir. Bu yapıtta Müslüman özne, İslamî olmayan düzene karşı cihada davet edilmektedir. 1973 yılında yazılan ” Huzur Sokağı ” romanında, siyasal İslam’ın simgesi olarak kurgulanan “Huzur Sokağı”nda fakir ama mutlu insanlar yaşamaktadır. Bu sokaktaki insanlar, İstanbul’un diğer sokaklarındaki insanlara göre marjinal olan ve siyasal İslâm’ın henüz sınıf atlamamış insanlarıdır. Romanda, şehirli, modern ve Batılı olan yaşam tarzları, ülküleştirilen İslamî hayat tarzının karşısında konumlandırılmıştır. İstanbul’un kozmopolit, Batılı ve modern yapısı içerisinde şehrin bir kenarında; bir semtin mekânı olan “Huzur Sokağı”nın sakinleri, modern dünyaya karşı geleneksel değerlerinden ödün vermemiş insanlar olarak tanıtılmaktadır. Bu sokakta da her ideolojinin kahramanları gibi kahramanlar vardır. Fakat “Huzur Sokağı”nın kahramanları, işçi sınıfıyla benzerlik gösteren ideolojik kahramanlar gibi değildirler. Bu kahramanlar, siyasal İslam’ın doğası gereği romanın ilerleyen bölümlerinde sınıf atlayan; kapitalist sistemi eleştirirken, zamanla kapitalist sistemin bir parçası olan ve değişecek giyim tarzlarıyla, modern dünyanın ruhunu yansıtacak kılık kıyafetler giyinen kahramanlara evrilirler.

“Huzur Sokağı” romanının öncüleri, siyasal İslam’ın diliyle ifade edecek olursak mücahitleri, Bilal ve Feyza’dır. İki âşık etrafında kurgulanan roman, “Huzur Sokağı”nda bulunan eski evlerin arasına bir apartman dikilmesiyle olay örgüsünü başlatmaktadır. Bu apartman, yazar tarafından ilahi aşka kadar yorumlanmasına müsaade edilen Bilal ve Feyza’nın sevdalarının başlamasına vesile olacaktır. İslamcı önder olarak kabul edilen Said-i Nursi’den alınan sloganik söylemlerle, muhafazakâr sokak sakinlerini İslamcı bir yaşam etrafında kenetlemek isteyen roman; Bilal ve Feyza arasında başlayan dünyevi aşkla, batınî olması istenilen her şeye yönelik duygusal bir seyir izlemektedir.

Romanın ana ekseninde yoğunlukla ideal bir tip olarak kadın işlenmektedir. Şule Yüksel Şenler tarafından kadınların bir sembolü haline dönüştürülen Feyza, ” Huzur Sokağı”nda, muhafazakâr yaşama karşı bir tehdit olarak görülen apartmanda yaşamaktadır. Ancak Feyza romanın akışı içerisinde Bilal’den etkilenerek seküler hayat tarzını geride bırakır ve siyasal İslam’ın arzu ettiği bir kadına dönüşür. Şule Yüksel Şenler’in Feyza karakteriyle başı açık ve modern kadınları aşağılaması, romanda idealleştirilen İslamcı kadını tarif etmektedir. Hatta yazar tarafından yapılan aşağılamalar o kadar ileri boyutlara varıyor ki, o ifadeleri tekrar etmeme terbiyem izin vermiyor! Tasvirler tam olarak siyasal İslâm’ın jargonuna yakışır örneklerle telaffuz edilmektedir. Bundan dolayı siyasal İslam’ın istediği biçimde yaşamayan diğer kadınlar, İslamcı kadınlar yanında karakter ve dış görünüş bakımından “aykırı” cinsler olarak lanse edilmektedir. Feyza’nın, çağdaş yaşamını bırakmasına öncülük eden ve siyasal İslam düşüncesinin “Huzur Sokağı”ndaki kurtarıcı kahramanı olan Bilal ise bir üniversite öğrencisidir: Fakir ve idealist bir gençtir. Romanın ilerleyen bölümlerinde, yoksul olan Bilal, üniversiteyi bitirdikten sonra ünlü bir iş adamı olur. Ama hayırsever bir iş insanı olan Bilal’in yanında çalışan işçilerin, emeklerinin karşılığını kapitalizmin ücret standartlarına göre almalarından nedense hiç şikâyet edilmemektedir. Artı değer, emek sömürüsü gibi kavramlar, Bilal’in iş hayatında hiçbir şekilde yer almamaktadır. Ve bir zamanlar “Huzur Sokağı”na yapılan apartmana karşı olan Bilal, artık giyimiyle ve oturduğu eviyle tam bir burjuva sınıfı hayatı yaşamaktadır. Siyasal İslam’ın fakir ve mücahit kimliğiyle tanınan Bilal’i, sınıf atlayarak tam da siyasal İslam’ın nihaî hedefi olan zengin sınıfına mensup bir birey olmuştur. Bilal ile ilgili romanda şahit olduğum çok ilginç bir sahneyi sizlerle paylaşmadan edemeyeceğim! Bilal’in maddi olarak sahip olduklarının dışında, siyasal İslamcı inanca sahip biri olarak sergilediği tüyler ürpertici bu tavrına sizlerin de çok şaşıracağına inanıyorum. Şöyle ki: Karlı bir kış gününde, Bilal sokakta yürürken yol kenarında kardan adam yapan bir çocuğa rastlar. Bilal, çocuğa kardan adamın bir putla eşdeğer olduğunu ve kardan adam yapmanın günah olduğunu çocuğa nasihat etmektedir…

Benzer bir durumu, Feyza’nın, kızının ilk okulda yaşadığı baş örtüsü sorununda da görerek yine şaşıracağız!  Feyza’nın, kızına küçük yaşta başörtüsü takmasını İslam’ın bir gereği olarak anlatması ve henüz olgunluk çağında olmayan küçük bir kız çocuğunun kendi özgür iradesi dışında baş örtüsü takarak; okul arkadaşlarıyla ve okul yönetimiyle yaşadığı sorunlar, günlük hayatımızda şahit olduğumuz travmatik olaylardan bir tanesidir. Siyasal İslam’ın dünya görüşünün birer parçası olan bu örnekler, çocukların sevinçlerine nasıl müdahale edildiğini ve doğal olan birçok şeyi, İslamcı zihniyetin nasıl bir bilinçle algıladığını çok açık bir şekilde göstermektedir. Çocukların saf ve masum akıllarını değiştirmekten tutalım da hayatta olması gereken nice tabii şeyleri engelleyen İslamcı ideolojinin, günlük pratiklerimize kadar bir yön verme hedefinde olduğunu “Huzur Sokağı” romanında yalın bir anlatımla okuyabilmekteyiz.

1970’lerden itibaren İslamcı bir yönetim modelini topluma benimsetmek amacıyla “Huzur Sokağı” romanını yazmış olan Şule Yüksel Şenler, edebi ve politik geçmişiyle, siyasal İslam için eserler kaleme almış yazarlardandır. “Huzur Sokağı” romanı dil, anlatım ve roman tekniği bakımından hiç de iyi sayılamayacak bir eser olsa da, bu roman 1970’li yıllardan günümüze kadar hâlen basılıp satılmaktadır. Okunma amacı salt ideolojik bir kaygıya dayanan “Huzur Sokağı” romanı, modernleşmeyle birlikte geride kalmış olan ve kapitalizm tarafından ezilen bir topluluğun, ruhsal, sosyal ve siyasal tercümanı olmaktadır. Siyasal İslam ya da daha genel anlamıyla İslamcılık, “Huzur Sokağı ” romanında müşahede ettiğimiz gibi, bütün toplumların nasıl bir toplum olması gerektiğiyle ilgilenmektedir. Ve öncelikle yerelden başlayarak bir toplumu siyasetle nasıl yönetebileceğini planlamaktadır. Yepyeni bir topluma ve siyasal doğrultuya odaklanan siyasal İslam var edeceği yeni toplumu mistik ve otantik olan geçmişiyle beraber dönüştürmeyi tasarlamaktadır. Fakat yakın tarihimizden günümüze kadar amaçlanan ve uygulanan siyasal İslam’ın pratiklerine baktığımızda, amaç ve içeriğin yaşananlarla birlikte tam bir zıtlık içerisinde olduğuna tanık olmaktayız. Çünkü birçok ideolojik düşüncenin temelinde olduğu gibi, siyasal İslam ideolojisinin özünde de sınıfsal sorun vardır. Bu nedenle siyasal İslam gelmiş olduğu nokta itibarıyla yeni bir burjuvazi sınıfının temsilcisi olmuştur. Siyasal İslam’ın varmış olduğu sonuç kapitalizm içerisinde sistemleşmiş olan neoliberal düzendir.

Bugün bazı okurların İslam ve İslamcılık konusunda düşünceleri henüz berraklaşmamış olabilir. Bu yüzden bu yazımı okuyanlar içerisinde sert eleştiriler yapmak isteyenler olacaktır. Ancak İslam ve siyasal İslam (İslamcılık) arasında çok büyük mesafelerin olduğu tarihsel ve sosyolojik bir hakikattir. Bu açıdan kapitalizmin dinamikleriyle bütünleşmiş olan siyasal İslam’ın, bir edebi anlatımı olan “Huzur Sokağı” romanın irdelenmesi, sosyal hayattaki siyasal İslam ve kapitalizm arasındaki organik ilişkiyi anlamak için gerekli olduğu kadar edebiyat ve siyaset arasındaki bağlantıyı fark edebilmek için de önemlidir. Ortaya çıkışı bakımından modern kapitalizmin bir krizi olarak gelişen siyasal İslam’ı, “Huzur Sokağı” romanıyla tanımak ve edebiyat sahasında incelemek isteyenlere iyi okumalar dilerim!

Heybet AKDOĞAN

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.