İNCELEME
Günümüzün tüketici toplumunu şekillendirme, her şeyden önce toplumun tüketici rolünü sürdürmesiyle belirleniyor. Toplum üyelerine dayatılan normlarla, toplumdan bu normları sergilemeleri bekleniyor.
Tüketici toplumlar tarafından öncelikli olarak varoluşsal bir algıyla sergilenen tüketim rolleri, günümüz literatüründe “Habitus” kavramıyla adlandırılıyor. Bu kavramın içeriği; toplumların, tüketimi bir benliğe dönüştürmesiyle anlamsallaşıyor. “Habitus” gerçeğiyle konumuzu biraz daha açtığımızda, toplumsal tüketim kültürünün; siyasette, sanatta ve din alanında toplumların tercihlerini ve tutumlarını belirlediğine tanık oluyoruz.Günümüz hakikati olan bu konu hayatta yönlendirici gücü çok güçlü bir etmen. Öyle ki, bugün itibariyle çalışma etiğinin yol gösterdiği bir toplumdan, tüketim estetiğiyle karakter değiştiren bir topluma doğru olan evrilme devam ediyor. Süregelen bu sınıfsal sorundan toplumsal ahlak da nasibini alarak değişiyor. Orta sınıfa mensup insanlar, yoksullara artık ezilen bir sınıf olgusuyla bakmak yerine, tüketim kültürü geri kalmış bir kesim olarak bakıyor.
Postmodern bilince göre tüketimin geri kalmış mensupları olarak yorumlanan yoksul insanlar, sistemin her türlü acımasızlığını yaşarken, kapitalist sistemin müşterileri olan tüketim toplumları; kendileri için özellikle kapalı mekânlarda inşâ edilen alışveriş merkezlerinde, sömürü sisteminin rasyonel tüketimini yapıyorlar. Elbette, bu sistemin egemenliği altına aldığı toplumsal sınıfa bu tabloyu okutmak için fırsat kollamak oldukça zor. Çünkü her ânı değerlendiren kapitalizm özellikle Fordist ve post-fordist dönemlerinde, kitle iletişim araçlarıyla sunduğu tüketim kültürüne ve yaşam tarzlarına toplumsal adaptasyonu başarılı bir şekilde sağlayarak, yapısal krizlerini aşıyor ve kendine meşrulaştırıcı alanları daha kolay buluyor. Böylelikle kapitalizm, toplumları tasarruf davranışından uzaklaştırıp, hazcı bir topluma doğru yönlendirmekte hız kazanıyor. Tüketimin, toplumsal yaşamı sürdürmeye yönelik bir araç olmaktan çıkıp başlı başına bir amaç hâline gelmesi, toplumun metalaşmasına zemin hazırlayan temel bir koşulları oluşturuyor. Böylelikle metalaşan toplum, kapitalist sistem tarafından kendine biçilen her türlü rolü zaman içinde mutlaka oynuyor. Sergilenilmesi istenilen her toplumsal rol ise, yeniden üretilen tüketici toplumu katmanlaştırıyor.
TÜKETİM TOPLUMUNUN ORTAK KABULÜ
Toplumsal kabulün ortak değerler algısı harcanılan emek için değil, harcanılmayan emeğin kabulünde ortaklaşıyor. Bu nedenle sahip olmak istediklerimize ulaştığımızda, sahip olduklarımız değerini bizim gözümüzde o an kaybediyor. Tüketiciliğin bir yaşam biçimi olmasıyla birlikte toplumsal bir değere dönüşmesi, hayatımızın ölçüsü olmaya devam ediyor.
Tüm satın alınmak istenilenlerin bir ihtiyaç biçimi şeklinde algılanması, zihinsel aldatmacalarla büyüyen ortak pazarların ortaya çıkmasına sebep oluyor. Bu sayede teknolojinin de gelişmesine oranla, reklam endüstrisi aracılığıyla güç kazanan meta iktidarı, gündelik hayatın her alanında toplumu kontrol etmek için Panoptikon’nunu geliştiriyor. Bu bağlamda kitle iletişim araçları toplumu etkileme amacına paralel olarak hizmet sunuyor. Hegemonik yaşam tarzından sıyrılamayan insan bilinci, objektif bir zihin ve özgür davranış yeteneğine sahip olamadığı için, mutluluğun yollarını yine kapitalizmin araçlarıyla metalaştırdığı toplumsal değerler içinde arıyor. Kitle iletişim araçlarının meşrulaştırdığı bu kültür türü, küreselleşme olgusu ile ivme kazanan popüler kültürdür. Toplumun popülerliğe yönelimi ise, popüler emtialara olan talebi beslemekte ve emeğin küresel düzeyde sömürge pazarlarında sömürülmesini artırmaktadır.
Toplumların modern anlamda ve statü bağlamında aynılaşmasına yol açan pazar odaklı bu yönetim modeli, hegemonik yaşam tarzını kurumlaştırıyor. Özellikle dijital çağda kurumlaşan meta düzeniyle ve teknolojinin desteğiyle, toplumlar, sınıfsal konumlarını sorgulamaktan bigâne kalıyorlar. Böylece aynı yörüngede dolanan toplum bireyleri hiper bir gerçeklik ile karşı karşıya geliyorlar. Gerçeğin hiper gerçeğe büründüğü toplumsal vücûttaki benlik, kapitalist sistemin yönlendirdiği karakterle iç içe geçerek özgünlüğünü yitiriyor. İçinde bulunduğumuz modern dünyada yani teknolojik gelişimin doruk noktasına ulaştığı sistemde, toplumsallığın varoluş koşulları, hegemonyası altında bulunduğu bütün teknik imkânlarla birlikte sadece kapitalizm için var oluyor. Bu koşulla benimsenen yaşam ise harcanılmayan emeği, harcanılan emek üzerinden ortak bir kabule zorlayarak, insanı yalnızca tükettiği kadar değerli kılıyor.
POSTMODERNİZMİN TÜKETİM PARADOKSU
Tüketim kültüründe, kültürün toplumsal hayatın merkezine taşınma eğilimi daima vardır. Ama bu kültür birçok ideoloji gibi parçalı, sürekli ve yeniden işlenen bir kültürdür.
Günümüzün en müphem kavramı olarak ifade edilen postmodernizm tam olarak bölük pörçük ve yeniden işlenen tüketim kültürüne denk düşüyor. Mutlak doğruların ve kesin değerlerin yer edinemediği tüketim kültürünün yeni ismi olan postmodernizm, yükselen ekonomik beklentilerin karşılanmadığı ve geleneksel orta sınıfın değerlerinin sarsıldığı, devamlı tüketim odaklı ve dönüşüm hâlinde olan toplumsal yapıyı niteliyor. Tüm bunlara mukabil, küresel tüketimin esas alındığı tüketim toplumu mühendisliği her zaman çeşitlilikleri ilke edinip, tutarlılıkları yok etmeyi amaçlıyor. Çünkü tüketim toplumundaki gâye, metafiziğe ve modernizmin mutlakiyetçi anlayışına savaş açarak, postmodernizmin küresel bir işlerlik kazanmasını amaçlamaktır. Böylece modern dünyanın merkezine oturan salt tüketici hayat anlayışı, toplumların dinlenme vaktindeki zamanını dahi tüketim üzerinden planlıyor. Dolayısıyla dinlenebilmenin bütün aktiveteleri tüketime dair kurgulanıyor ve arta kalan diğer zamanlar ise emek sömürüsü koşuluyla artı değer üretmek için programlanıyor.
Postmodern tüketimde, tüketilen şey görünenin ötesinde olmakla birlikte, insani değerlerin unutulması ve yaşanmaması için elle dokunulan, gözle görülen her şeyi kapsamına almaktadır. Düşüncenin, duygunun ve arzuların yerine konan tüketim nesneleri, sadece kültürel sembolizmin araçları olup, insanın ruhsal ve biyolojik yapısıyla içselleşmeyen üretimlerdir. Öyle ki, insana ait en önemli değer olan aşk bile, bir postmodern tüketim objesine dönüşebiliyor.Bu nedenle postmodern toplumda aşk, bir meta gibi tüketiliyor ve değer üretmekten yoksun bırakılıyor.
Yaşadığımız dünya, kontrolümüz dışında tüketimci olmak yolunda varlığını sürdürmeye devam ediyor. Ekonomik fırsatı ele geçirince aşırı harcamalarla sadece tüketim üzerine kurgulanmış toplumun hayat felsefesi, postmodern dönemin kimlik krizini ve değerler kaybını ortaya koyuyor. Görünen o ki, günümüz insanları Foucault’unda benzer bir ifade de bulunduğu gibi, egemen kapitalist sistemin kendilerini ne yönde motive ettiğinin henüz farkında değiller. Bu nedenle toplumun ve tüketim rejiminin beklentilerinin örtüşmesi, postmodernizmin paradokslarını vazgeçilmez bir toplumsal gerçeklik hâline getiriyor.
Toplumsal hayatın kılcal damarlarına kadar sirayet eden kapitalizm ve varlık koşulu olan tüketim kültürü, toplumsallaşmış sabit doğruları ve toplumsal ortak ilkeleri postmodernizmle unutturarak insanlığın yıkımı olmak için nedenler üretiyor. Toplumun tüketici rolünü yerine getirmesiyle ilgili olan postmodernizmin tüketim paradoksu, insanlığın ortak geleceğini ortadan kaldırmak için ciddi bir tehlike olmaya devam ediyor.
***
Modern toplumların üretim odaklı yapısından tüketim merkezli bir yapıya geçişi, toplumsal konumu ve kimliği “tüketici” rolü üzerinden yeniden tanımlar. Habitus kavramı çerçevesinde, tüketim pratikleri toplumun benliğini şekillendirir. Bu bağlamda tüketim, sadece maddi değil, aynı zamanda kültürel ve sembolik bir işleve sahiptir. Toplumun yönelimleri artık üretim etiğinden çok, tüketim estetiğiyle belirlenirken, bu dönüşüm beraberinde sınıfsal değer algılarının da değişmesine neden olur. Artık yoksulluk, sınıfsal bir mücadele değil, tüketim yetersizliğiyle somutlaşmış bir kimliktir.
Tüketim toplumunun ortak kabulü, emeğin değil, harcanmayan emeğin yüceltilmesiyle biçimlenir. Tüketimin yaşamsal gereksinim olmaktan çıkarak bir amaç olarak benimsenmesi, toplumu metalaştıran dinamikleri harekete geçirir. Gelişen teknoloji ve kitle iletişim araçları, Panoptikon benzeri bir denetim mekanizması işlevi görerek, toplumun tüketim eğilimlerini şekillendirir ve yönlendirir. Bu süreçte medya, toplumsal normları yeniden üretirken, toplumu hegemonik yaşam tarzlarına bağımlı kılar. Bu kültürel hegemonya, toplumun sınıfsal konumunu sorgulamasını engelleyerek, toplumu sistemin işleyişine uyumlu bir tüketiciye dönüştürür.
Postmodernizm bağlamında tüketim kültürü, parçalı, süreksiz ve yeniden kurgulanan yapısıyla bireyin benliğini sürekli olarak yeniden inşa eder. Mutlak değerlerin kaybıyla, toplumsal sabiteler yerini göreli arzulara bırakır. Tüketim nesneleri, duyguların ve düşüncelerin yerini alarak, aşk gibi en insani değerleri bile metalaştırır. Böylece tüketim, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda ontolojik bir faaliyet olarak bireyin varoluşunu şekillendirir.
Kapitalist sistemin yönlendirdiği bu yaşam modeli, bireyin özgünlüğünü silikleştirirken, tüketim üzerinden kurulan sahte bir tatmin duygusuyla gerçekliğin yerine hiper-gerçeklik deneyimini ikame eder. Bu durum, postmodernizmin tüketim paradoksunu oluşturur. Böylelikle toplum hem sistemin tüketici öznesi olarak konumlanmakta, hem de bu özneleşme sürecinde insanî olanı tüketmektedir.
Heybet AKDOĞAN
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…