Yeraltı Kapıları / Erinç BÜYÜKAŞIK

ÖYKÜ

Yeraltı Kapıları / Erinç BÜYÜKAŞIK
Yayınlanma: Güncelleme: 140 views

Ev, taş gibi. Sessiz. Ağır. Göğsümde büyüyen, paslı bir zırh gibi oturuyor odanın ortasına. Perdelerin kenarları küf yeşiline dönmüş, masa üstündeki bardakta yarı buharlaşmış su, dibinde kahverengi bir çay tortusuyla bekliyor. Camın önündeki sardunya, toprakla bağı kesilmiş, ruhu çekilmiş gibi solmuş. Birkaç güne kalmaz, kuru yaprakları fısıldayarak dökülecek. Odamdaki her şey, yavaşça ve acımasızca, sonsuz bir boşluğa doğru kayıyor.

(Mutfak. Keder kazanı. Günler, mahkûm hücresi. Duvarlar daralıyor, zaman ağırlaşıyor.)

Bulaşıkların şakırtısı. İsyan melodisi. Duvarlar… Yutacak sanki. Oyuncaklar… Umutlarım dağılmış, bir yapbozun kayıp parçaları. Çoraplar, hayallerim ezilmiş, ayaklarımın altında çürüyen yapraklar. Ödevler… Sönük umut, bir kış gecesinin puslu lambası. (Yumru göğüste, nefes daralıyor.) Akşam yemeği? Değirmen ruhumu öğüten, bir yeraltı madeninin bitmeyen gürültüsü. Temizlik… Savaş, aynadaki solgun suretle. Yemek… Zehir, tatlı bir aldatmaca. Beklentiler omuzda, bir Atlas’ın dünyası taşıması gibi. Harita puslu, kayıp bir şehrin haritası. Solgun suret. Kırık yansıma, parçalanmış bir aynanın binlerce yüzü. Ben kimim? Gölge anne, çocukların hatıralarında silik bir figür. Maske eş, yabancı bir yüzün sahte gülüşü. Zindan mahkûmu, kendi evinde sürgün.

(Dehlizlere iniş. Ruh kuyularına yolculuk, şehrin labirentlerinde kayboluş.)

İlk kapı aralık. Zemin titriyor, altında bir lav denizi kaynıyor. Ne oluyor? Sesler… Kadınlar bağırıyor, “Kadınlar burada!” Zamanın labirentinde yankılanan bir çığlık. Hayalet mi? Geçmişin tozlu raflarında unutulmuş bir kitap. Kelimeler… Şifreler unutulmuş, çözülmeyi bekleyen bir bilmecenin harfleri. Fısıltı suda, dipsiz bir kuyunun yankısı. “Kadınlar susmayacak!” Aynalar kırık, binlerce yüzün çığlığı. İsyan ateşi, ruhu tutuşturan bir kıvılcım. “Kadınlar isyan edecek!” Eller buz, ölümün soğuk dokunuşu. Kapı ağır, tarihin sırtına yüklediği bir kambur. Geçmiş prangası, ruhu esir alan zincirler. Pas, taş, su… İzler, zamanın acımasız neşteriyle kazınmış. Lanet mi? Yoksa bir kurtuluş vaadi mi? Fısıltı mı? Yoksa kendi içimde yankılanan isyanın sesi mi? Yankısı çığlıkların, şehrin derinliklerinde kaybolan kadınların feryadı.

Kapıyı açıyorum, bir labirentin karanlık koridorlarında ilerler gibi. Kapı… Zırh ağır, yüzlerce yıllık savaşların izlerini taşıyor. Yükü hikâyelerin, şehrin yeraltına gömülmüş sırları. Sürgün yeri, kendi ruhunun derinliklerine sürgün. Mahzen, unutulmuş anıların saklandığı karanlık bir sandık. Unutulmuşluk, zamanın unuttuğu bir yaprak gibi savrulmak. Eller titriyor, geçmişin hayaletlerinin soğuk dokunuşu. Pas, taş, su… Bir şey var, hissediyorum. Lanet mi? Yoksa bir kadının ruhu mu? Tutsak mı? Benim gibi, evine, ailesine, yazgısına hapsolmuş bir kadın mı?

İkinci kapı aralık. Sloganlar yankılanıyor, bir isyan marşının ritmi. Çığlık ruhumu parçalayan, bir yıldırımın karanlığı aydınlatması gibi. Kadınlar yürüyor, bir nehir gibi akıyorlar, zamanın ve mekânın sınırlarını aşarak. Sokakta mı? Meydanda mı? Barikatta mı? Yeraltı sessizliği, şehrin unuttuğu, ama asla yok edemediği bir vaha. Hapsolmuş kelebek, kozasından çıkmaya çalışan bir ruh. Sesler uğultuya dönüyor, şehrin yeraltı labirentlerinde yankılanan binlerce fısıltı. Duyuyorum, buradaki taşlar da duyuyor, tarihin duvarları da duyuyor.

Şehir gömdü kadınları, derin kuyuların karanlığına. Zindanlara kapattı, demir parmaklıkların ardına. Suya demirledi sesleriyle, dalgaların altında boğdu. Kale inşa etti unutulsun diye, taşlardan bir mezar. Doğurun! Büyütün! İtaat edin!Buyruk ruhu kemiren, iliklerime kadar işleyen.

Haykırıyorlar şimdi, şehrin sokaklarında yankılanan bir ordu gibi. Taşlar üzerinde, ayaklarının altında gömülü olan her şeyi bilerek, her şeyi hatırlayarak. Medusa’ya meydan okuyorlar, taşa çeviren bakışlarına karşı durarak. Adını fısıldıyorlar ters dönmüş kadınların, unutulmuş bir lisanın kelimeleriyle. Biz de varız! İnsanız! Özgürüz! Şarkı kurtuluşun, ruhu özgürlüğe çağıran bir melodi. Melodi zincir kıran, duvarları yıkan bir çığlık.

Üçüncü kapı aralık. Ayak sesleri… Marş ordunun, şehrin sokaklarında yankılanan bir ritim. Patlama mı? Yoksa çığlık mı tarihin, geçmişin acı hatırası mı? Bilmiyorum, yeraltı labirentlerinin nemli geçitlerinde kaybolmuş bir yolcuyum. Sarnıcın kalbi, şehrin yeraltı damarlarında atan bir nabız. Su kasırga gibi, ruhumu saran bir girdap. Dalga sır gibi, binlerce yıllık bir sırrı fısıldayan bir elçi. Gölge hatıra, zamanın unuttuğu bir yüzün silueti. Taş zamanın nabzı, şehrin altında atan bir kalp. Medusa duyuyor musun? Sakiniydin bu şehrin, yeraltı labirentlerinin kraliçesi. Korktular, taşa çevirdiler, ruhunu esir aldılar. Hapsettiler karanlığa, seni kendi korkularının zindanına. Korkuyorlar şimdi, seni unuttuklarını sanıyorlar, ama senin gölgen hala üzerlerinde. Ayna isyanın Medusa, suskunluğun kırılma noktası, tarihin unuttuğu bir kahraman.

Ayak sesleri hızlanıyor, bir isyanın ayak sesleri. Patlama sesi mi? Yoksa çığlık mı tarihin, geçmişin acı hatırası mı? Bilmiyorum. Geçitte nemli, yeraltı labirentlerinin soğuk duvarları. Sarnıç kalbinde, şehrin altında atan bir kalp. Ses kadınların kasırga gibi, ruhumu saran bir girdap.

Dalga yayılıyor, yeraltı koridorlarında yankılanıyor, bir isyanın dalgaları. Gölge kıpırdıyor, binlerce yıllık bir sırrı fısıldıyor, şehrin karanlık yüzü. Taş titriyor, zamanın ruhu uyanıyor, tarihin derinliklerinden yükseliyor.

Medusa duyuyor musun? Sakiniydin bu şehrin değil mi? Korku taşa dönüştürdü, bakışlarının gücüyle. Lanetlediler, ruhunu esir aldılar. Hapsettiler, kendi korkularının zindanına. Susturdular seni, sesini kıstılar. Seçmedin susmayı, direndin karanlığa. Korkuyorlar şimdi, seni unuttuklarını sanıyorlar, ama gölgen hala üzerlerinde. Kızların torunların korkmuyoruz, seninle gurur duyuyoruz. Yemin direnişin, özgürlüğe yazılmış bir destan. Destan özgürlüğün, zincirleri kıran bir çığlık.

Dördüncü kapı aralık. *Mezar açılışı sessiz, bir kehanetin gerçekleşmesi gibi. Kehanet gerçekleşiyor, ruhun zincirlerinden kurtuluşu. Zincirler kırılmış, özgürlüğe kanat açan bir ruh. Zehir dalgalanıyor, şehrin yeraltı damarlarında dolaşan zehirli bir su. Deprem sallıyor taşları, zamanın sarsıntısı. Tufan çöküyor, ruhumu saran bir karanlık. “Kadınlar susmayacak!” Nehir akıyor, zamanın nehrinde bir yolculuk. Boğulmuş seslere karışıyor, tarihin derinliklerinden yükseliyor. Yarık dokuda, zamanın dokusunda açılmış bir yara. Yolculuk bilinmeyene, ruhun karanlık kuyularına iniş.

Gözler Medusa’nın, taşa kesmiş bakışlar; hangi zaman, hangi gerçeklik?… Kimim ben, bu labirentte kaybolmuş ruh?* Ben, bu şehrin yeraltına gömdüğü, ama asla susturamadığı bir kadınım.

Bu kez gıcırdamıyor. Hızla açılıyor. Sanki arkasında bekleyen bir şey artık duramayacakmış gibi. Su dalgalanıyor. Taşlar sallanıyor. Uğultu çöküyor.

“Kadınlar susmayacak!”

Ses akıyor. Boğulmuş seslere karışıyor. Duvarların arasındaki yarıktan sızıyor. Çağların arasından akıyor usulca.

Kapıyı geçiyorum.

Gözleri Medusa’nın ardında.

Biliyorum kim olduğumu artık. Hangi  zamana ait olduğumu anlayamıyorum o an.

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.