SİNEMA
Kırk iki yıl önce bir 29 Mayıs sabahı onu evinde hayatını kaybetmiş olarak bulduklarında, avucunda sımsıkı tuttuğu kağıt parçasının bir veda notu olduğu düşünüldü önce, ama değildi. Şöyle yazıyordu içinde: “Çocukluğunu cebine sıkıştırıp kaç buradan. Çünkü senin olan tek şey o.”
Böyle oluyor bazen…
İnsanın yaşadığı acılar üst üste geldiğinde –bir anlamda dibe vurduğunda- ruh bedenin enkazını kaldıramıyor. Zira bedeni enkaz haline getiren acılar ruhu da çürütüyor. Çürümüş bir ruh ve enkaz halindeki bir bedenle ne kadar yaşayabilir ki bir insan?
43 yıla sığdırılan iki mutsuz evlilik, ilk eşin intiharı, oğlunun feci ölümü, inişli çıkışlı aşklar, ihanetler ve o müthiş filmler… “Bu kadar yakışıklı adama asla tek başına sahip olamazsın!” diyenlere inat Alain Delon’la yaşanılan tutkulu, zor, yıpratan, üzen med-cezirlerle dolu bir aşk…
Evet, Romy Schneider’dan söz ediyorum. Sinema tarihinin gelmiş geçmiş en güzel kadınlarından biri. Zirvedeyken yaşadığı trajedilere yenilmiş, hüznün simgesi bir anne.
Her şeyi geride bırakıp 43 yaşında çocukluğunu cebine koyup giden, sinemanın belki de en büyük kaybedeni.
Ardında 58 film, 2 mutsuz evlilik, 2 çocuk , bir büyük aşk ve sayısız ilişki bırakan bu efsane kadın, 23 Eylül 1938 de Viyana yakınlarında Berchtesgaden kasabasında doğdu. Annesi ve babası 1930’ ların ünlü aktör ve aktrislerinden Magda Schneider ve Wolf Albach-Retty’di. Yaşamının ilk 14 yılını anneannesinin yanında yatılı okuyarak geçirdi.
15 yaşındayken Beyaz Leylaklar filminde annesi ile birlikte kamera karşısına geçti. 2. Filminden sonra Rosemarie Magdelena Albach olan adını Romy Schneider olarak değiştirdi. 1955 de yönetmen E. Marischka, “Avrupa’nın bütün genç kızlarının rüyalarını süsleyeceksin” diyerek oynattığı “Sissi” filmiyle şöhreti yakaladı. Filmin getirdiği ses üzerine seri halinde devamı çekildi. Artık sinema dünyası bu 17 yaşındaki kızı konuşuyordu. Ve bir setten diğerine koşmaya başladı Romy.
Cristine filminin çekiminde Alain Delon’la birbirlerine aşık oldular. Annesinin ve tüm yakın çevresinin karşı çıkmasına rağmen sevdiği adamın peşinden Fransa’ya gitti. Alman sinema çevreleri Romy’yi “hain” ilan ederken, Fransızlar yüzyılın büyük aşkı dedikleri, ilişkiyi adeta kutsadılar. Tutkulu, inişli çıkışlı ve ihanetlerle dolu aşkları 5 yılın sonunda bir demet çiçek ve iliştirilmiş kısa bir notla bitti.
Berlin’e dönen Romy 2 yıl sonra yönetmen Harry Meyer’le evlendi. Bu evlilikten oğlu David dünyaya geldi. Oğluna karşı olan sevgisi Meyer’in aşırı koruyucu ve aşağılayıcı tavırlarına karşı korusa da sinemayı özlüyordu . Tam da bu yıllarda bir film teklifiyle Alain Delon yeniden girdi hayatına. Gişe rekorları kıran “Sen Benimsin” filmini çektiler. Romy tekrar sinemaya dönmüş ama evliliği yara almaya başlamıştı. 1975 de ayrıldılar.
Aradığı mutluluğu bir türlü bulamayan Romy, aynı yıl sekreteri Daniel Brasini ile evlendi. Daniel’in başka kadınlarla ilişkisi evlenince de devam edince bir kez daha hayal kırıklığı yaşadı. Bu mutsuz günlerde eski kocasının intihar haberiyle sarsıldı. Bundan kendini sorumlu tuttu. Daniel’den ayrılma kararına David’in itiraz etmesi sinirlerini iyice bozdu. Geçirdiği zor dönemin üstesinden gelemeyince bir psikiyatri kliniğinde tedavi gördü.
1981 yılının 6 Haziran günü David’in bahçe çitlerinin sivri demirleri üzerine düşerek ölmesi üzerine hayattan tamamen koptu. Acısını alkol ve sakinleştiriciler de geçirmeye yetmedi. 1982 yılının 29 Mayısında avucunda sıkı sıkı tuttuğu kağıt parçasıyla masa başında ölü bulunduğunda kimse kalp krizinden öldüğüne inanmadı.
Elindeki kağıt parçası babasından gelmiş bir mektuptu aslında. Babası, çocukluğunu cebine sıkıştırıp kaç buradan derken, ona acı veren anılarından uzaklaşıp çocukluğuna sığınmasını öğütlüyordu. Zira “Kimse yaşamadan bilemezdi elbet, nereye , neden giderse gitsin tüm yolculukların insanı çocukluğuna götürdüğünü.”* Ve “Çocukluğunun elinden tutmayan bir kişi hiçbir yere gidemez” **di.
O bu yolculukta oğlunun elini hiç bırakmadı. Ve kendi çocukluğuna sığınmak yerine oğluna sığınmak istedi Romy. Onun tertemiz, henüz kirlenmemiş masumiyetinde huzur aradı.
Ve daha çok canı yandı.
İçindeki çocuğa sığınamamış, sığınmak istediği çocuksa daha çok yaralamıştı onu.
Sığınmak!
Yeri geliyor hepimiz birine/ bir şeye sığınmak istemiyor muyuz?
Bu yüzden değil miydi, ilk çağlardan bu yana insanoğlunun kendine tanrılar yaratması?
Sığınabiliyor muyuz peki?
Yoksa sığındıklarımız daha mı çok acıtıyor canımızı?
Böyle oluyor bazen…
Para, şan, şöhret, güzellik ve yaşanan onca aşkların hiçbir anlamı olmuyor.
Efsane de olsa, dibe vurmaya görsün insan, ruh bedenin enkazını kaldıramıyor!
*Şükrü Erbaş /Çekilme Suları
**Hasan Ali Toptaş /Başlarken Yalnızsın, Bitirdiğinde Daha da Yalnız
…
Melek Koç
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.