Kargo

Hindiba Hanım, pencereden baktığında yağmur yağıyordu. Hava da ruhu gibi kapalıydı. Bu sabah, uyandığından beri içinde, garip bir ürperti duyumsuyordu. Ilık bir coşkuydu; ama bir burukluğu, bezginliği, isyanı barındırıyordu. Sanki..

Kargo
377 views

Hindiba Hanım, pencereden baktığında yağmur yağıyordu. Hava da ruhu gibi kapalıydı. Bu sabah, uyandığından beri içinde, garip bir ürperti duyumsuyordu. Ilık bir coşkuydu; ama bir burukluğu, bezginliği, isyanı barındırıyordu. Sanki bir şeyler gizli ve bilinmezlikle dolu da onlar ortaya dökülecekmiş gibi geliyordu: “ Belki de sadece ben kuruntu yapıyorum.” diye düşündü.

O sırada kapı zili aralıksız çaldı. Açtığında kapı koluna takılmış bir kargo paketi gördü. Paketi şöyle bir ters yüz yaptı, sadece adı ve adresi yazılıydı: “ Nalan Dikici” isim kendi ismi de olsa ona yabancı gelmişti. Herkes çok uzun zamandır kendisinden “Hindiba Hanım” diye bahsediyordu. Çünkü hindiba çiçeği yazın açtığında sarı, mavi, beyaz renkleriyle etrafa güzellik saçarken, tohuma durduğunda tüm albenisini kaybeder, hiçbir güzelliği kalmaz. Şayet hindiba çiçeğini tanımıyorsan bu kirli tüy kürenin yazın renk renk yaprakları olduğuna inanamazsın. Aynı Nalan Hanım’ın da bir zamanlar güzel, bakımlı, neşeli bir genç kız olduğuna şu andaki haline bakıp da inanamayacağın gibi.

Nalan titreyen parmaklarıyla paketi açmaya çalıştı. O anda yere birkaç fotoğraf ve bir defter düştü; hatta fotoğrafların bir kısmı siyah beyazdı, yani eskiye aitti. Fotoğrafları görünce kalbi yerinden fırlayacakmış gibi çarpmaya başladı, ayakları yerden kesilircesine sersemledi; ama yine de yere dökülen fotoğrafları ve defteri düzenleyerek topladı. Elleriyle göğsüne bastırdı. Pencere önüne geldi; dışarıya bakıyor gibi görünse de aslında geçmişe bakıyordu; çünkü fotoğraflardaki kızlar geçmişin penceresinden kaçıp gelmişlerdi. Yani Hindiba Hanım olmadan önceki zamana aitti.

Şimdi de ayağını sürüye sürüye içerideki odaya gitti üstü işlemeli örtüyle kaplı sandığı eliyle okşamaya başladı, sanki daha iyi görebilmek için geçmişin tozunu alıyordu. Sonra sandığı açtı. Aslında bu bir çeyiz sandığıydı; hiç açılmamış, o köşede unutulmuş gitmişti. Alıcı gözüyle baktığında içinde neler yoktu ki… Yer yer sarı lekelerin olduğu beyaz üzerine işlenmiş kanaviçelerle süslü masa örtüleri, yatak takımları… O anda kargoyla gelen fotoğrafların bir kısmıyla aynı zamana ait kendi fotoğraflarını gördü. Hemen eline aldı, o anda gözlerinden akan yaşları da fark etti; oysaki baktığı kızlar ne kadar mutlu gülüyorlardı. Ne oldu bu kardeşten öte arkadaşlığa, nasıl savruldular böyle? Gerçi bunu kendi istemişti; ama şimdi içinde daha başka güçlü bir özlem duyuyordu.

Kargo paketinin yanına gitti, tekrar eline alıp göğsüne bastırdı. Açmak istiyordu; geçmişin, gençliğin güzellikleri bir yol bulup bu güne akmışlardı. Ama biliyordu ki geçmişin mutlu günleri, bu günün tüm mutsuzluğuna rağmen canını daha çok acıtacaktı belki de. Aslında daha fazla acı ısmarlamanın anlamı yok diye düşünse de eline defteri alıp açtığında defter, fotoğraflarla bir albüme dönüştürülmüştü. Ayrıca o günlere ait duygular, açıklamalar ve kendine hitaben yazılmış; ama gönderilmemiş mektuplar yer alıyordu.

Albümü rastgele açtığında ilk gördüğü can arkadaşının kızıyla çektirdiği fotoğrafı ve diğer sayfada kendisine yazılmış mektuptu… İçeriği artık dönmesi gerektiğini, anlamsız gidişine son vermesini; kızının teyzesini tanımasının zamanının gelip de geçtiğini… Anlatıyordu. O zaman gözü anne kızın fotoğrafında takılı kaldı. Artık gözyaşları sel, iniltileri gök gürültüsü olmuştu. Dünyasında kopan fırtına her şeyi yıkıyordu. Ayakta kalmaya çabalıyordu; ama başaramıyordu, olduğu yere çöktü. Can arkadaşını ne kadar çok özlemişti, parmaklarını onları okşarcasına fotoğrafta dolaştırdı; sonra öpücüklere boğdu anneyle kızını.

Diğer sayfalardaki fotoğraflar, gönderilmemiş mektuplar derken geçirdikleri kazadan kendini sorumlu tutmasının yanlış olduğunu anlatan mektubu gördüğünde geçmişe yolculuk da başlamıştı.

Nesrin’le aynı apartmanda karşılıklı dairelerde yirmi gün arayla dünyaya gözlerini açmışlar, bir daha da hiç ayrılmamışlardı. Üniversiteye geldiklerinde ilk kez farklı alanlara yönelmişler, Nesrin edebiyat okurken Nalan mimar olmayı tercih etmişti.

İşte Orhan da üniversite yıllarında aralarına katılmıştı. Çok iyi anlaşıyorlardı. Üç Silahşörlere taş çıkaracak bir birliktelikti onlarınki. Nalan zaman içinde Orhan’a farklı duygular beslerken Orhan da aynı duyguları Nesrin’e duyuyordu; ama onların duyguları karşılık bulmuştu.

Bu karşılıksız aşk Nalan’ı perişan ediyor; onlardan başarabildiği kadarıyla uzak durmaya çalışıyordu, kendini eve hapsetmişti.

Günler böyle geçerken bir akşam Nalan’ın aşk acısından habersiz, Nesrin çat kapı gelmiş, Orhan’la iş bulur bulmaz evleneceklerinin müjdesini vermişti. Bu akşam yemeğe çıkacaklarını kutlama yapacaklarını; itiraz kabul etmeyeceğini bir solukta söylediğinde Nalan arkadaşını kutlayıp sevincine ortak olmaya çalışmış, duygularından dolayı da çok utanmıştı.

O akşam üçü kutlama yemeğine çıkmışlar. Nalan çaresizlik içinde mutluluklarını paylaşırken diğer taraftan vicdan azabı çekmişti. Nesrin’in aşkı gözlerden kalbe, kalpten de sözcüklere dökülürken kendi sevdası kalbinde azap olarak kalmıştı; ama taşımakta çok zorlanıyordu.

Gecenin bitiminde Orhan kendi arabasıyla geldiğinden eve ayrı dönüyorlardı. Arabayı Nalan kullanıyor. Nesrin durmadan mutluluğunu anlatıyor, radyoda çalan şarkılara eşlik ediyordu. Tam da bu sırada karşıdan gelen araba önündeki arabayı hatalı sollamış, Nalan da çarpmamak için direksiyonu kırınca hâkimiyetini kaybetmiş, yoldan çıkarak ağaca çarpmıştı. Nalan kazayı hafif atlatırken Nesrin ağır yaralandı. Defalarca ameliyat oldu, günlerce hastanede yattı.

Nalan bu kazadan kendini sorumlu tuttu. Öyle olmadığı halde kazayı bilerek yaptığına, kendiyle Nesrin’i öldürmek istediğine inandı. Günlerce vicdan azabı ve acı içinde kıvrandı. Nesrin’in çektiği acıları gördükçe kendini daha da suçladı. Kimseye de bir şey söyleyemedi; kendi karabasanlarında, sorgulamalarında kayboldu.

Nesrin’in İyileşmesi, hayata karışması uzun zaman alsa da iyileşti; ancak sanki kazayı her daim hatırlatmak istercesine ayağında hafif bir aksama kaldı.

Nalan artık, hayata uzak bir pencereden bakıyor; orada olanları içine sindiremiyordu. Böyle devam edemeyeceğini düşündüğünden gitmeye, geçmişiyle yüzleşmeye hazır oluncaya kadar dönmemeye karar verdi. Tüm itirazlara rağmen kararından vazgeçmedi ve gitti. O günden sonra kimseyi aramadı, aramalara cevap vermedi; kendine tek başına bir hayat kurdu. Kimseyle görüşmedi, hiç arkadaşı olmadı, yaşama karışmadı. Etrafa güzellik saçan beyaz, mavi renkli göz alıcı bir çiçekken tohuma durmuş gri, kasvetli, gösterişsiz hindiba çiçeğine benzetildi. İşte bu sıralarda Nalan Hanımken Hindiba Hanım’a dönüştü.

Nalan tekrar defterin sayfalarına ve fotoğraflara döndü. Sayfalar Nesrin’in kızıyla yirmi yıllık yaşamını, Nalan’a duyulan özlem ve sevgiyi, artık dönmesi gerektiğini, anlatıyordu. Bu arada Orhan’la da evliliği yürümemiş, ayrılmışlardı.

Nalan fotoğraflara bir daha baktı ve uzun süre orada takılı kaldı. O sırada hayata baktığı pencereden bir esinti geldi. Nasıl ki rüzgârın etkisiyle hindibanın gri beyaz tohumları bahara mavi, beyaz çiçekler açmak üzere toprakla buluşuyorsa bu esintide Nalan’ın ruhuna iyi gelmişti, artık canı acımıyordu. O da can arkadaşına kavuşmak, onları sarıp sarmalamak istiyordu. Hindiba Hanım çiçek açmaya hazırdı.

Hümeyra Çınar

 

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Yorum yapabilmek için buradan üye girişi yapınız.

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.