Kar ve Kış Ülkesi / Ertekin Oruçoğlu

  Kars Öyle güzel ölürüm artık Beyaz uykusuz uzakta Kars çocuklarında Kars’ı Ölüleri yağan karda Donmuş gözlerimin arası Sen küçüğüm sımsıcak Ne derler ona- bu kızakta Boyuna türküler yakıyorsun ya..

Kar ve Kış Ülkesi / Ertekin Oruçoğlu
978 views

 

Kars

Öyle güzel ölürüm artık
Beyaz uykusuz uzakta
Kars çocuklarında Kars’ı
Ölüleri yağan karda
Donmuş gözlerimin arası
Sen küçüğüm sımsıcak
Ne derler ona- bu kızakta
Boyuna türküler yakıyorsun ya
Sanki her türküden sonra
Hohlasan gök buğulanacak
Anla ki her durakta
Yok sınırları aşkın
O iyi yüzlü Tanrı
Beklesin dursun bizi
Kurduğumuz rahat tuzakta
Nasıl olsa yine bir gün
Döneriz bu yollardan geri
Senin bir elinde bir mendil
Öbüründe kuş sesleri

Cemal Süreya

Yüzleri birbirlerine, pencereleri güneşe, kapıları patika yollara bakan bu ‘tarih’ öncesi evlerde, gece karanlıklarını süsleyen beyaz karların altındaki bu şirin evlerde, çocuk yaşlarımızda dinlediğimiz söylenceler, masala benzer gerçek yaşam öyküleri eşkiya türküleriyle başlayıp dağların ağıtlarıyla biterdi. Büyüklerimizin sesinde keklik ötüşleriyle çınlayan kekik, yarpuz kokulu dereler, kıvrılıp giden ince uzun ve küçük çaylar geçmezdi hiç, dağlar geçerdi hep. Kanlı fermanlı ve dumanlı dağlar… Ya da ninemizin bir çift zeytin yeşili gözlerinin içinden asker kaçakları fırlardı ansızın, gölgelerini kanlı bir kaput gibi sürükleyerek dağlara doğru kaçarlardı.

Tolstoy’un romanlarından çıkıp gelmişlerdi sanki. Çar’ın adamları tarafından hunharca öldürülüp kafası kesilen ve başı keskin bir kılıca takılıp köy köy, kasaba kasaba gezdirilen Hacı Murad’ın, Şeh Şamil’in, Şeyh Mansur’un yanından çıkıp gelmişlerdi. Rahvan atlarla, Gence veya Bırışka arabalarıyla Ilgar Dağı’nı aşıp sırtını yamaçlara dayayan bu köylere kadar gelmişlerdi.
Kaç yıl olmuştu buralara geleli?

Gelmesine gelmişlerdi, ama gel gör ki akılları masallara konu olan o güzelim Kafkasya’nın Elbruz Dağları’ndaydı hala. Oynadıkları Şeh Şamil’i, Kazasaka’yı, Atabarı’nı oralardan derleyip bu Terekeme diyarlarına getirmişlerdi… Gelirlerken, ateşi çalıp insanlara verdiği için Kafkas Dağları’nda tanrılar tarafından zincire vurulan ve ciğeri kartallara parçalatılıp bin bir eziyetle canı alınan Prometheus’un o kutsal ateşinden bir parça almış, bir gün lazım olur diye yanlarında getirmişlerdi. Kendilerinden önce gelen Malakanlar’la çok kısa sürede kaynaştılar. Kendilerinden sonra, İsviçre’nin Gruyere kasabasından Borçalıya, Borçalı’dan da, bürokratik rejimin baskıları sonucu Kars’a ve Ardahan’a gelen Almanlarla akrabalıklar kurdular. Alpler’in eteğinden yuvarlanarak Elbruz’a, Borçalı’ya, oradan da Boğatepe’ye ‘Zavot’a doğru gelmişti o dünya markası Gravyer Peyniri…

Bu kaynaşma evliklerle daha bir renklenmişti zamanla. O güzel Serhat şehri Kars’ın kulağının dibindeki Zavot’ta birden çok yaratıcı kültür büyük bir dayanışma içindeydi artık. Alman nenelerimiz, Malakan halalarımız, teyzelerimiz olmuştu. Evet, çok gecikmemişti

Prometheus’un o kutsal ateşinin kurulan Gravyer, kaşar kazanlarının altında gürül gürül yanması… Sırtını dağlara dayayan Zavot’ta adeta küçük bir Kafkasya platosu oluşmuştu kısa sürede. Tolstoy’un “Yüce gönüllü halklar” olarak tanımladığı Kafkasların küçük ve çok renkli pencereleri bu kez Serhat şehrinden dünyaya açılıyordu.

Karın çok güzel yakıştığı bu şirin ve emsalsiz yeri anlatmaya çabalarken, izninizle Ahmet Mühip Dıranas’ın “Kar” şiirini buraya almak isteriz.

Kar
Kardır yağan üstümüze geceden
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden
Ormanın uğultusuyla birlikte
Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte
Kar yağıyor üstümüze inceden
Sesin nerde kaldı, her günkü sesin,
Unutulmuş güzel şarkılar için.
Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan
Rüzgâr gibi ta eski Anadolu’dan
Sesin nerde kaldı?
Kar içindesin!
Ne sabahtır bu mavilik ne akşam!
Uyandırmayın beni uyanamam.
Kaybolmuş sevdikleriniz aşkına
Allah aşkına, gök deniz aşkına
Yağsın kar ütümüze buram buram.
Buğulandıkça yüzü her aynanın
Beyaz dokusunda bu saf rüyanın
Göğe uzanır- tek, tenha- bir kamış
Sırf unutmak için, unutmak ey kış!
Büyük yalnızlığını dünyanın.

En çok Serdaroğlu’nu, Hamza Dayı’yı dinlerdik. Rus beşlisinin, Berdanga’nın yanık öykülerini… Kaçak Nebi ve Hacer’in sonu gelmez hikayelerini…

İzninizle, Kaçak Nebi Koçaklaması’ndan bir bölüm buraya alalım.

Resim : Muzaffer Oruçoğlu – Kaçak Nebi

Kaçak Nebi

Nebi’m gelir Gazaklı’nın elinde
Aynalı tüfeği gama belinde
Neler çektim bu saldatın elinden
Gelesen, gelesen, ay Kaçak Nebi
Hacer’i özünden çok Koçak Nebi
Gelesen, gelesen ay nadan Nebi
Divanı yerinden oynadan Nebi.
Gazamat ismidir ay zalım, yatabilmirem
Kollarım bağlıdır açabilmirem
Önümde saldat var gaçabilmirem.
Nebi’min bıyığı eşme eşmedi
Nebi’min atını bir at geçmedi.
Nebi’min papağını gülle deşmedi.
Gelesen, gelesen ay Koçak Nebi.

Sonu zor gelen bu öykülerin soluklandığı bazı yerlerde, Kirmanşah’tan getirilen tavşan kanı kaçak İran çayını yudumlarken, Kaçak Ayvaz’ın Tiflis Kalesi’nden firarını dinlerdik.

Sabahın ilk ışıklarının beyaz karın üzerine düştüğü, ayazın amansızlaştığı, sığır kermesi ile beslenen sobanın yandığı ana kadar, gaz lambasının sarı sıcak, titrek ışığının altında sürerdi bu yangılı hikayeler.
Masaldan gerçeğe, gerçeğin sisli perdesinden masallara geçişler yapılırdı. Bu güzelim kış gecelerinde beyaz gelinlik giymiş o yüce dağlardaki buzlu kar tomurcukları ay ışığında allı, morlu, eflatuni renklere bürünerek, neon ışıkları gibi güzelleştirirdi etrafı.

Bahar geldiğinde, bütün dağlar gelinlik giymiş kızlar gibi gelincikler, Kafkas laleleri,Nergisler, Sümbüller ve akıl alınmayacak güzellikteki sarı, kırmızı, mor çiçeklere belenirdi. Reng-i ahenk dağ ve çayırlar büyüleyici görüntü şölenleri sunardı sanki.

Büyük Otak’ların baş köşelerini aşıklar tutardı. Aşık Şeref Taşlıova, Murat Çobanoğlu, Aşık İslam en bilindik olanlardı…

Taşlamalar, koçaklamalar, hikayeler, kızıl güneşin kayalıklardan yükselmeye başladığı kuşluk vakitlerine kadar sürerdi.

Gündömünden sonra, başka bir boyut kazanarak tekrar devam ederdi hayat. Geceleri elini gökyüzüne uzatsan yıldızları yakalayabileceğini sandığın bu diyarların her yanı efsunlu masallarla süslenirdi.

Masal Hindistan’da doğmuş olabilirdi, ama onun Kafkas diyarını çok sevdiğini ayrıca bir not olarak düşmek abartı sayılmaz kesinlikle.

İnsanın ilk insanlaşma hallerinin aşağı Nil Kıyısı ve Mezopotamya’da yaşandığı söylense de, öteki yakası Kafkasya’dadır.

Dedelerimizin, nenelerimizin anlattıkları bu öykülerdeki gibi köy halkının çoğunluğu, zengin yoksul fark etmez, çok güzel rahvan atlara sahiptiler. Çocuk akıllarımızla dinlediğimiz hikayelerin çoğunun izleklerini daha sonraları Dede Korkut’ta, Deli Dumrul’da, Tepe Göz veya Homeros’un o büyük destanında görmüş olmak ilginçtir. İnsan soyunun kendi serüveniyle ilgili olarak anlatageldiği büyük destanların sözlü olarak Kafkasya’dan pek çok yere doğru gezinip durduğunu söylemekle yetinelim şimdilik.

Homeros o ünlü destanında, Hektor tarafından öldürülen Patraklos’un atının cesedi görünce ağladığını söyler. Zavot’un gönlü zengin insanlarının ölümünün ardından atlarının ağlayıp ağlamadığını ise bilemiyorum.
Bu hikayelerin, menkıbelerin konuları zamana ve mevsime göre renklenir çeşitlenirdi.

Aşık orta yerlerde sazını çalıp sonu gelmeyecek gibi görünen hikayelerini anlatırken, ara ara türküler de dillendirirdi. Bu hikayeleri, konağın iç duvarına tespih taneleri gibi dizilmiş olan biz çocuklar hiçbir ayrıntısını kaçırmadan dinlerdik. Sanatın gücüydü bu.
Köroğlu’nu alıp Arpaçay’a getirir, Bolu değil, Bol beyine karşı dağlara çıkarırlardı.

Horasanlı Nakkaş Ferhad’ı Anadolu’nun birçok yerinde gezdirip taa Amasya’ya götürmekle kalmaz, Azerbaycan’a, Azeri Şirin’in yanına bile götürürlerdi. Aşık Şenliğin, Sümmani’nin gece yatarken nasıl hak badesi içtiklerini ballandıra ballandıra anlatırlardı bu aşıklar.

Yaşar Kemal, “Dağları yerinden ancak sanat oynatır” derken yerden göğe kadar haklıydı.

Evet Yaşar Kemal o büyülü sanatının gücüyle, denizden aygır kısraklar çıkarıp kahramanlarına verir ve onları baş eğmez dağlara çıkarırdı. Gel gör ki doğa harikası Zavot’un az ötesinde Aygır Gölü vardı. Derlerdi ki, “Bu göl aygırlarla doludur ve onlar yalnızca geceleri ortaya çıkarlar.”

Çocuklar bu aygırların geceleri gelip kendilerini bir bilinmeze doğru götürmelerinden korkarlardı hep.
Sabahın ilk ışıklarında henüz hiç kıpırtı yokken, kapı önlerinde renkli kaftanlı emektar kadınlar gezinirdi. Duvar diplerindeki taşlara oturup güneşlenen yaşlıların tespih taşlarının şakırtıları, kuyruklarını dikip çenelerini ayıran cins köpek havlamaları, tezek kalaklarının tepesine tünemiş serçe sürülerinin uğultuları bambaşka, düşsel bir zamanın habercisi olurdu. Sabah güneşinin iç ısıtan ılıklığıyla birlikte gözler, zirvesinin karı, sisi ve yası hiçbir zaman eksik olmayan, binlerce genç insanın donarak öldüğü Allahuekber Dağları’na doğru çevrilirdi.
Geleneksel olana başkaldıran ve çağdaş olandan beslenen Hollandalı ve Rus mimarların tasarladığı bizim Trans-Kafkasya veya benim uydurduğum deyimle “Kar ve Kış Ülkesi ”

Türkü, Azeri’si, Terekeme’si, Ermeni’si, Gürcü’sü, Kürd’ü ve daha nicesiyle, farklı inanç kültürlerinin yaşadığı, pek çok dilin konuşulduğu, Aras ve Kura nehirlerinin gizemiyle dokunmuş rengarenk Kafkas halıları gibi görkemli, gösterişli bir şehirdi burası. Geçmişten geleceğe uzanan bitimsiz, fantastik bir köprü…

Kars denilince, uygarlıkların harmanlanıp iç içe geçtiği ve bir birbirini özümlediği bir kent gelir akla. Çünkü çok önemli bir yerde bulunuyor. Bir yanını Kafkaslara, bir yanını İran’a, diğer yanını da Anadolu’ya vermiştir. Hurilerin, Urartuların, Perslerin, Şeddadilerin, Medlerin ve Kafkasya’dan gelen İskitlerin, Gürcülerin; batıdan gelen Yunan kültürünün, eski Anadolu medeniyetlerinin, Mezopotamya’dan gelen güney medeniyetlerinin iç içe geçtiği engin bir saha. Ani Antik Kenti’nin kültürel renkleri de Kars’ı önemli ölçüde zenginleştirir.
Uygarlıklar bir yerlere yerleştiği zaman, o yerin taşına, toprağına kültürel renklerini de yedirirler. Ani Şehrindeki renkleri Kars’ın o güzel siyah taş yapılarında görünce, bir efsanenin içerisinde gezinir gibi olur insan.

Antik kent Ani’deki taş işçiliği ve mimari yapı, kiliselerde, kalelerde konuşan o muhteşem dil ve kültür ile modern Kars’ı kıyasladığımızda önemli sonuçlara erişiriz. Kars’ın görkemli yapılarında Rus ve Hollanda mimarisi ve eşsiz taş işçiliği önemli roller oynamıştır. Ani’den Kars’a doğru geldiğinizde, o uygarlıkların büyüleyici izlerini görür, adeta bir edebiyat eserine konuk olursunuz. Charles Dickens romanlarında, Alexandre Dumas’ın ‘Kafkas Seferi’ anılarının gizemi içinde gezinip durursunuz.

Antik Kent’in büyülü penceresinden başınızı uzatıp Serhat kentine baktığınızda, bin yüz yıl önce kurulmuş Ani’nin dirilip ete kemiğe bürünerek Kars’ın içinde yeniden hayat bulduğunu görürsünüz. Orada doğup büyüyenler için, birçok dilin, kültürün, inancın iç içe geçtiği büyüleyici, rengarenk bir tablo gibidir bu kent.

Ani’den başınızı kaldırıp uzaklara baktığınızda, ilk göreceğiniz yerlerden biri de Ağrı Dağı olur. Yaşar Kemal’i büyüleyip efsaneler yazdıran; baktıkça yakınlaşan, gittikçe uzaklaşan, başı dumanlı ve büyüleyici Ararat yani. Destanların, efsanelerin güzelleştirdiği ulu bir dağdır Ararat. Farslılar “Kûhi Nuh” der ona. “Nuh Dağı” yani. Ermeniler “Masis” derken, Araplar “Cebel el Haris” diye anarlar onu. Kutsal metinler, insanlık tarihinin ilk tufanının burada yaşandığını, Nuh’un Gemisi’nin burada olduğu bilgisini verirler.

“O büyük tufandan, o büyük acılardan beridir, çobanlar yanık kavallarıyla dağın öfkesini çalarlar” der Yaşar Kemal. Dağ metaforlarıyla çıkmışken yola, soluk kelimelerimizi yine dağların yüceliğiyle soluklandırıp renklendirmeye gayret edelim. Dağlar yalnızca dağ olarak kalmıyor gözümüzde. Pek çok meramı anlatırken bir metafor olarak da ihtiyaç duyuyoruz onların heybetine. Geçmişimiz, dedelerimizin, ninelerimizin çektikleri büyük acılar, yaşadıkları yorgunluklar ve o yorgunluklardan payımıza düşen mirası ve düşlerimizi de sık sık kıyaslıyoruz dağlarla.

Aristo’nun veciz ifadesinden beri biliniyor; ”Bir şehir farklı tür insanlardan oluşur, benzer insanlar bir şehir meydana getiremezler…” Atını dörtnala sürüp Taşköprü’den o güzel kaleyi seyreden Puşkin, uğruna düelloya gidip canını verdiği sevgilisi Natalya’ya benzetir orayı.

Renklerle bezeli güzel bir Tebriz kilimi gibi bu şehir, dünyanın geleceğinden haber veren, Rus edebiyatının dil kurucularından olan Puşkin’i bile büyülemeyi başarıyordu sonunda.

Söz edebiyattan açılmışken, o güzel kalenin hemen karşısındaki Su Kapı Mahallesi’nde doğan şair Yeğişe Çarents’i anmamak elbette haksızlık olurdu. Doğduğu yerin hayranı olan Çarents, “Kafkaslar’ın Nazım Hikmet’i” olarak tanımlanır edebiyat tarihçileri tarafından. Modern Ermeni edebiyatının Kars’ta doğmuş dil ustasıdır Çarents. Ermenistan’a göç etmek zorunda kalmıştır bu değerli ozan ve ne yazık ki, 1930’lu yıllarda orada tutuklanıp bürokratik rejim tarafından yoklar hanesine kaldırılmıştır.

Yeğişe Çarents’in Kars’ı anlatan ve özlem kokan o güzel, kısa şiirini de anmış olalım burada.

”Bırakıp ardımda yuvamı
Nehir kıyısındaki harap evimi
Bırakıp Kars kentini
Bahçelerini ve derin mavi göklerini.

Gezinip dururum şimdi hep başka şehirlerde
Anayurdum gözlerimin önünde…”

Bu görkemli ve güzel şehrin Kafkas halısındaki renkleri yavaş yavaş solmaya başladı zamanla ne yazık ki.
Mazlum Anadolu’nun makus yazgısı hep böyle olmadı mı zaten? Tehcir, mübadele, iç kıyım zamana yayılarak sürüp gitti koca bir yüzyıl boyunca. Bu uzun acıları anlatan epeyce roman, anı, hatta analiz kitapları okuduk, okuyoruz hüzünle.

İsterseniz bu uzun arayı Ataol Behramoğlu’nun Kars şiirinden biraz tadımlık alarak anlamaya çabalayalım.

”Bütün insanları sevmek gerektiğini düşündüm
Düşmanlarımız dışında
Düşmanlarımız çünkü
Sevgiyi yok ettikleri için
Düşmanımız oldular-
Beyaz ipek gibi yağdı kar
Bir kız kardan hafif yüreğiyle
Geçip gitti güvercinleri anımsatarak.
Uzaktaki şehir
Uykuya dalmıştır şimdi.
Düşündüm bir bir
Kardeşlerimin ne yaptıklarını
Nihat
Uyumuyor olmalı.
-Nefis bir şarkı
Söylüyor yandaki odadaki kız
Bir Rus
Halk şarkısı.
Ve şimdi koroyla
Başladılar-
Nihat düşünüyordur
Karanlıkta.
-Sanırım
Bir saatten sonra
Hapishanede
Dışardan söndürüyorlar ışıkları-
Beyaz ipek gibi yağdı kar
Bir kız kelebek adımlarıyla
Geçip gitti karın üzerinden.”

70’li yıllar bütün Anadolu’yu esareti altına alan kör bir çatışmanın egemen olduğu yıllardı. Zamanın iyileştiremeyeceği yaralar açtı Anadolu’nun bağrında. 12 Eylül’ün ve onun karanlık yıllarına giden kanlı yolun taşları bu zamanlarda döşenmeye başlamıştı. 12 Eylül’lü yılların neleri getirip neleri götürdüğünü bütün Anadolu etinde kemiğinde hissetti.

Kars bu süreci ziyadesiyle ve daha ağır bir şekilde yaşadı.
2000 yılına girdiğimizde, 20 Eylül’de Kars’a doğru giden Zavot’un pejmurde minibüsüne arkadan gelen Alpay Bekar yönetimindeki Tır çarptı. O pejmürde minibüs paramparça oldu. Yaşanan ağır bir trafik faciası ve ağır bir travmaydı.

25 ton kapasitesi olan bir tır 45 tonluk bir yükle, bir köy minibüsünü hurda haline getirmişti. Dayım Adnan Koçulu dahil bu elim kazada köyümüzden 22 kişi hayatını kaybetti. Aradan 23 yıl geçti. Şükrü Erbaş’ın kısacık şiiri akıl odalarımda gezinir durur…

”Dolan gözler
Dolukur dolan gözler
Bana derler ağlama
Durmuyor dolan gözler.”

Dayım Adnan Koçulu, bizim neslin çocukluk ve erken gençlik yıllarının idollerindendi.
Bu facia dayım İhan Koçulu’yu derinden sarstı. Bir yıl sonra bir söyleşesinde, ”Mandıralar kapanmış, o güzelim Serhat kenti Kars yoğun göçler sonrası viraneye dönmüştü. Ani bir karar aldım. Kararımdan dönmemek için bütün işlerimi olduğu gibi bırakarak ceketimi alıp memlekete döndüm. Bir yeniyle başlamalıydık… İçerisinde daha çok kadınların yer aldığı Çevre ve Yaşam Derneği’ni Kurup hareket geçtik” diyordu.

Şimdi buraya, hemşerimiz Eray Canberk’in bir şiirini alma zamanıdır.

”KUYTUSUNDA BİR DAĞIN

ya da eksik bir yorumla aldanırlar
bulutlanmayı unutmuş bir gök altında
çünkü kar değildir yağan
bir ince soğuktur olsa olsa
özlerler onlar ki bir şehirde
bir başka şehri yaşamaktan
çünkü eski yerlerinde değiller aslında
yanılıp da göğe baktıkları zaman
düşünürler değişen yalnızca dışta
içlerine işleyen ne var
soğuk ve hüzün bir yana
bir de erken basan karanlıklar
kar yağsa erimese bir daha
bu şehri yaşamaya alışmak için
donmuş suları dumanları
ve çekilmiş bir dağın kuytusuna
bir de kimsenin anlamadığı
eski ve unutulmuş bir şarkı söylenince
yüreğine gurbet diye oturtmuş Kars’ı
bir kadın alışırken kadınlığına.”

Çevre Yaşam Derneği’nin çalışmaları dikkate değer çalışmalardı. Zavot’ta yıkılmaya yüz tutmuş Malakan’lardan kalma eski mandırayı Eko Müze haline dönüştürme projeleri önemli üniversitelerde tartışılıyordu. Yeni entelektüel gençlerle yürütülen bu tartışmaların bir kısmına dayım İlhan beni de götürdü.

İlhan Koçulu

Doğrusunu söylemek gerekirse, bu tartışmalara o günkü aklımla, “skolastik tartışmalar” olarak bakmıştım.
Heidelberg ve Zürih Üniversitesi’nden iki profesörün yazdıkları iki önemli eseri araştırmaya başlamıştık. Her iki yazar, eserlerinin Zavot’ta kurulan Eko Müzeye yardımcı olacağını duyunca çok sevinmişlerdi. Şaşırtıcı olan, Heidelberg Üniversitesi gibi dünya çapında bir Üniversite’nin arşivinde veya kütüphanesinde ders kitabı olarak duran Zavot’taki peynir üretimini anlatan bu tip eserlerin ülkemizde bulunup bulunmadığına dair bir bilgimizin olmamasıydı. Kitapları yanıma alıp Alkmar’daki Peynir Müzesi’ni gezmeye gittim. Devletin kurduğu bu müze derli toplu ve modern bir müzeydi. Oradaki katalogları vs toplayıp ertesi sabah Kars’a hareket ettim.

Zavot Eko Müze

Sabahın erken saatlerinde Zavot’ta Eko Müze’nin içinde geziniyordum. Nedendir bilmem, burası Alkmar’daki müzeden daha sıcak, daha samimi gelmişti bana. Eko Müze’nin duvarına asılı fotoğrafları duygulanarak seyrettim. Mansır ustayı, Emrullah Ustayı, Hacı Ellezi, Şair Ali Beyi biliyorduk. Bundan sonra, yarattıkları eserlerle dünyanın değişik metropollerindeki üniversite kampüslerine taşınacaklardı artık.

Köyün hemen yukarı yakasındaki mezarlıkta yatıyordu onlar ve oradan, bahtiyar bir edayla, Zavot’ta ateşi yanan mandıralara, Eko Müze’ye bakıyorlardı.

Zavot Eko Müze

İlhan Koçulu iyi eyliyordu. Şimdilerde o mücadelenin başka bir boyutuna geçmişti. Ozon tabakası yırtılmış, Damı delinmiş dünyanın eko sitemini, iğdiş edilip zehir saçan gıdaların organik tohumlarının peşine düşmüştü. Birgün İtalaya’da, bir gün Sevilya, Normandiya, Paris, Berlin, Diyarbakır, Petersburg’larda konferanslara katılıyordu.

Uzun sürmemişti bu zorlu süreç. İlhan Koçulu, köyün yüzü aşkın emekli öğretmenin desteğini alarak emektar öğretmenlerden kurulan komisyonla birlikte yıkılmaya yüz tutmuş eski köy ilkokulunu yeni baştan yarattılar.
Boğatepe Bilim Sanat Etkinlikler ve Öğretmenler Müzesi’nin inşaatı nerdeyse bitti.

Boğatepe Bilim Sanat, Etkinlikler ve Öğretmenler Müzesinin ilk ziyaretçileri çocuklar.

Daha müzenin ilk kuruluş aşamasında Muzaffer Oruçoğlu hemen desteğini açıkladı. Müze için yaptığı eserlerin bir kısmının fotoğraflarını Ayhan Oruçoğlu gönderdi. Yazının girişindeki Kadın temalı Zavot resmi aslında köyümüzü iyi anlatan bir resimdir.

Resim : Muzaffer Oruçoğlu – Malakanlar
Resim : Muzaffer Oruçoğlu – Malakanlar

Bu iki resime bakınca ustam Joh Berger’in ”Resime iyi baktığınızda, onunla konuşmaya başlarsınız. Bu sohbet sonrası oturup birkaç makale yazabilirsiniz.” sözleri bana Dr. Beşir Doster’in yıllar önce yazdığı Malakanlar yazısını hatırlattı. Doster dünyanın birçok ülkesine dağılan bu halkın geri Kars’a dönmek için ne kadar çok emek harcadıklarını, ülke yöneticilerinin duymazdan geldiğini uzunca anlatır. Bu resimlerin, müze duvarlarını seyredecek olanları uzun ve acılı bir tarihsel yolculuğa çıkaracağı kesindir.

Müzenin kuruluş aşamasında tartışmalar sürerken Albert Camus’un ”Veba mikrobunun hiçbir zaman ölmediği ya da yok olmadığını, yıllarca mobilyalarda ve çamaşırlarda uykuya daldığını, odalarda, mahzenlerde, sandıklarda, mendillerde ve kağıtlarda beklediğini ve belki bir gün, insanların bir mutsuzluk yaşaması ya da bir şeyler öğrenmesi için vebanın kendi farelerini uyandırıp mutlu bir kente ölmeye yollayabileceğini’‘ söylediği Veba yeni bir elbise giyerek Covid19 elbisesini giyerek yeniden dünyamızı ziyaret geldiğinde kitapların dünyasına sığındık.

Masamın üzerine koyduğum Tolstoy’un Hacı Murat, Orhan Pamuk’un Kar, Oktay Ekinci’nin Kars kitabı, Kemal Varol’un Aşıklar Bayramı, Ludmila Denisenko’nun Böyle Bir Kars, Candan Badem’in Kars, Ardahan, Kenan Karabağ’ın 4 ciltlik Kura Çözüldü kitaplarını tekrar okudum. Tarık Akan’ın Deli Deli Olma Filmini izledim.
Akrabam, ağabeyim Samettin Nesipoğlu’nun anı romanı Balam’ı da daha önce okumuştum.

Geçen yıl yine akrabam ve arkadaşım Yücel Kazım Tanrıkulu’nun Zavot’taki mezar taşlarının izlerini sürerek, taa Amasya’lara kadar uzanan inanç ritüellerini, Tarikatları araştırdığı uzunca yazısını okudum. Tanrıkulu meşakkatli bir arşiv çalışması yapmıştı… Kalemine bereket.

Bütün bu eserleri eleştirebiliriz. Hatta siyasal yelpazesinden oldukça uzak olabiliriz. Fakat tarihsel hafıza oluşturduklarını da teslim etmeliyiz. Kadın hemşerimiz Fatma Aras’ın güzel şirini buraya alırsak iyi olacak.

Resim: Muzaffer Oruçoğlu – Zavot İlkokulu

 

Resim: Muzaffer Oruçoğlu – Veyis’in Eşeği.

Bu iki eser Zavot’u anlatıyor. İlkokul’da kısa bir dönem de olsa ressamın kendisi de okumuştur. Veyis Koçulu Zavot ve Serhat şehrinin varlıklı, milletvekilliği de yapmış önemli figürlerindendir. Büyüleyici bir gökyüzü ve sonsuza doğru giden bir doğa. John Berger’in söylediği gibi izleyiciye birkaç makale yazdırır. Bu Resimler için ‘gerçeğin çok yukarılarda parçalanarak yeniden yaratıldığı resimler diyebiliriz.

İpil ipil yağan karın altında efil efil giden Doğu Ekspresi’nin içinde gitar çalan gençlerin Serhat kentinde görmek istediklerinin listesine Eko Müze Zavot’tan sonra Boğatepe Bilim Sanat, Etkinlikler ve Öğretmenler Müzesini de ekleyecekleri kesindir…

Zavot’ta kurulup bütün dünyayı selamlayan bir müze için bir şeyler yazmaya çabaladık. Adına Zavot denilen, etrafı dağlarla çevrili bu doğa harikası köyde; önlerinden saygıyla eğilinecek gravyer, kaşar ustaları, ülke sathında, tanınmış iş insanları, tüccarlar, yargıçlar, mühendisler, akademisyenler, öğretim üyeleri, profesörler, matematikçiler, doktorlar, şairler, yazarlar, ressamlar, ‘deli’ler, dahiler çıktılar… Hollanda’da Alkmar, Gouda, İsviçre’de Gruyere neyse Türkiye’de de Zavot odur..

Eko Müze’den sonra Boğatepe Bilim Sanat, Etkinlikler ve Öğretmenler Müzesi serhat şehrimize, ”Kar ve Kış Ülkesine’ önemli değerler katacağına kesinlikle inanıyoruz… Emeği geçen herkesi saygıyla selamlıyoruz…
Yazımıza Cemal Süreya’nın Kars Şiiriyle başladık, hemşerimiz Metin Kaya’nın Kars Şiiriyle sonlandıralım.

Cemal Süreya’dan sonra Bir daha Kars

Sanki her türküden sonra
Hohlasan gök buğulanacak
Cemal Süreya
sen
umudunu kışa vermiş
yaprağını düşe
kaldırımları ökçe nazlısı
Sisli bir gök başında
coğrafyası sancılı
haşarı çocukluğumsun sınırda

Puşkin’in dörtnala sevdası
Tahir’in gurbeti
Kerem’in sılası

taş duvarlı şehrim
peç* sıcaklığın
ömrümün alfabesi
ekmek arası helva tadında seviyorum seni kars
puslu kuşlarınla
Cemal Süreya’dan sonra
bir daha

Metin Kaya

*peç Rus mimarisinde birkaç odayı birden ısıtmak için yapılan fırın tarzı Ocak.

Ertekin Oruçoğlu 

YORUMLAR (2)

  1. Sevgi erol öçal 15 Mart 2023, 12:12

    Çok güzel bir yazı
    Yine dolaştım o uzak diyarları
    Ve yine canlandı o mazi
    Evelik yemlik yarpuz kokan bir Çocukluğun
    Beyazı kristal kar ı ipek O coğrafyasında
    Asılı kaldı gençlik ateşi
    Ve o askeri darbelerin vurduğu aşkların bitmeyen kalp ağrısı
    Vay be
    Tebrik ediyorum hem Yazanı hem de yayınlayarak bana bu efsunlu şehri yeniden hatırlatan Beşinci Sanat Edebiyat Kültür Sanat Sitesi ni

  2. Hanife olt 16 Mart 2023, 14:07

    Değerli Abiciğim Ertekin Oruçoğlu gençliciğimizin kahramanları
    Dün güzel yazını okudum o yazı beni çocukluğuma götürdü, o güzel değerlerimizi ve rahmetli değerli büyüklerimiz gözümün önünde canlandı ayrı ayrı evlerde otursak da yaş grubumuz farklıda olsa hepimizin anıları aynı ne kadar şanslıymışız o güzel insanlarla ve öyle güzel dışarısı soğuk içersi sıcak sevgi mutluluk huzur dolu evlerde büyümüşüz. Ayrıca o güzelim kar şehirin tarihi eserlerin farklı inanç kültürlerinin yaşadığı, pek çok dilin konuşulduğu, gösterişli bir küçük şehirin içine nasıl sığdırdığını düşündükçe evet Kars budur dışarısı soğuk içerisi evlerimiz ve kalbimiz gibi sıcak.

YORUM YAZ

Yorum yapabilmek için buradan üye girişi yapınız.

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.