Heybet Akdoğan yazdı: Rusya’da 2023’ün en çok okunan ve çalınan kitabı “1984”

EDEBİYAT

Heybet Akdoğan yazdı: Rusya’da 2023’ün en çok okunan ve çalınan kitabı “1984”
125 views

Dönemsel olarak; felsefi, hukuki, siyasi, askeri, kültürel ve sosyolojik olarak farklı bakış açılarına göre yorumlanan savaş kavramı, çok çeşitli şekillerde anlatılmasına rağmen uluslararası literatürde ortak bir tanıma ulaşamamıştır. Ancak insanlık tarihini şekillendiren en etkili eylemlerin başında yer alan savaş, tarihsel süreçler içerisinde kazandığı niteliklerle, sınıflı toplumların geleceğine yön vermeye devam ediyor.

Savaş şiddet içeren nesnel bir gerçekliktir. Savaşlarda kuvvet kullanma neticeye varmayı zorunlu kılan ilkedir. Savaşların nedenleri farklı olsa da, her savaşın temel içgüdüsü düşmanlık üzerine kurgulanan davranışlardır. Bir savaşın oluşabilmesi sübjektif davranışların düşmanca tutumunu ve objektif öğelerin neticeye bağladığı silahlı çatışmanın olmasını gerektirmektedir. Günümüzün modern dünyasında savaşın öznesi devlettir. Bu bakımdan silahlı çatışmanın savaş olarak kabul görebilmesi için prensip olarak en az iki devletin cepheleşmesi zorunludur. Son yıllarda yaşanılan Ukrayna-Rusya savaşı tam olarak tanımladığımız savaşın karakteristiğine uygun emperyalist bir savaş senaryosudur. Ukrayna devletinin jeopolitik konumu, tarıma elverişli topraklarının olması, mineral kaynaklarının önemi, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin’in etnik milliyetçiliği ön plana koyarak yürüttüğü sınıfsal gayeler ve NATO-ABD emperyalizminin Rusya ile olan sınıfsal çatışması, bugün yaşanılan Ukrayna-Rusya savaşını tetikleyen ana etmenlerin başında gelmektedir. Rusya’nın savunma politikasındaki amaçları Ukrayna’yı hedefe koyan bir başka neden olsa da, Rusya’nın yaklaşık olarak 400 yıldır Ukrayna coğrafyasında hakimiyetini süreklileştirme arzusu ve Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin emperyalist güçler için kullanışlı bir eleman olması, içinde bulunduğumuz emperyalist sömürüye yeni alanlar açan jeo-stratejik alternatifleri beraberinde doğurmaktadır. Tüm bu gelişmeler tarihin her döneminde olduğu gibi sanata ve edebiyatada yansıyor. Sanatın ve edebiyatın insanlığın yaşadığı her şeye tercüman oluşu, Rusya-Ukrayna savaşında da ortaya çıkan hakikatin bir başka boyutu oluyor. Öyle ki, Rusya-Ukrayna savaşı yaşanırken George Orwell’in 1984 adlı romanı en çok satılan kitaplar arasında. Hatta 1984 romanının satışlarında yaşanılan artıştan rahatsızlık duyan savaş yanlıları söz konusu olan eserin satışına ve dahası çalınmasına yönelik engelleme girişiminde bulunuyorlar. Buna benzer bir örneğin Rusya’da aşikâr olması ise hiç şaşırtıcı değil.

Moskova’da George Orwell’in 1984 isimli distopik yapıtının bedava kopyalarını dağıtan birkaç kişinin göz altına alınması, edebiyatın savaşan güçler üzerinde nasıl bir etkiye sahip olduğunu çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor. Ukrayna-Rusya savaşının yaşandığı bir süreçte George Orwell’in 1984 isimli; manipülatif iktidar anlayışını teşhir eden romanının tekrar gündeme gelmesi aslında devamlı gündemini koruyan totalitarizmin, 1984 romanıyla canlılığını somutlaştırmasından kaynaklanmaktadır. Orwell’in başyapıtlarından biri olan 1984 romanı, totaliter rejimin kontrolünde olan bir toplumsal yaşamın anlatımıdır. 1949 yılında yayımlanan 1984 eseri, sahip olduğu içerikle aynı zamanda geleceğin dünyasına yönelik uyarı niteliği taşıyan mesajlarla doludur. George Orwell’in bu kitabının bir başkaldırı ve anti ütopya romanı olması ise, modern dünyanın kaosunu, emperyalist düzendeki toplumun amorf yapısını ve insanların direnişe karşı olan bakışını çözümlemektedir.

Orwell yazmış olduğu bu ölümsüz romanıyla gelecekte korkulacak bir yaşamdan haber verirken, sınıfsal sorunların ve nihayetinde diktatörlüklerin edebiyatla anlatılan hakikatlerini dile getirmektedir. Bu romanda iktidarın, insanın doğal tabiatını nasıl yok edebileceği; ezilen toplumların analizi, paradoksal sloganlarla insan zihninde faşizmin kutsallaşması, viral metotlarla bireyselliğin, toplumsallığın, özgürlüğün ve yaratıcı düşüncelerin nasıl ortadan kaldırabileceği geleceğe ayna tutularak yazılmıştır.

George Orwell’in alegorik tarzda olan 1984 başlıklı politik romanı, hikâyesini günümüzün emperyalist baskısıyla yönetilen dünyasına karşı distopyayla beslemiştir. Romanda tanımlanan Big Brother (Büyük Birader) kavramı, emperyalist dünyamızın yöneticilerinin bizleri nasıl yönettiğini ve kontrol altında tuttuğunu anlatan düzen içi algılarla doludur.

Rusya-Ukrayna savaşı örneğiyle bir savaşın emperyalistlerce nasıl kumanda edildiği ve toplumların büyük bir kesiminin bu savaşa karşı nasıl pasifize edildiklerinin mahûf paragraflarını okuyabileceğimiz 1984 adlı roman tam da bu nedenle emperyalistler tarafından okunulmaması ve çalınmaması için müdahaleye uğramaktadır. Tüm bu gerçeklerin farkında olan sağduyulu insanların Orwell’in bu eserine rağbet göstermesi, Ukrayna-Rusya harbiyle birlikte, geleceğe karşı duyarsız kalınamayacağının tutumunu mevcût insan potansiyeline göre az da olsa ifade etmektedir. Fakat uygulanan şiddete rıza üretme yönteminin bir başka adı olan savaşlar, dünyada öldürmeyi yasallaştırarak yayılmaya devam ediyor. Genelde savaş liderlerinin narsist olması ve savaşçıların da liderlerinden narsistlik ihtiyaçlarını gidererek savaşı olağan bir eylem gibi sürdürmeleri, doğal olan insan kimliğinin yeterli görünmeyişine neden olarak, kanla mühürlenmiş kolektif kimliklerin artmasını sağlıyor. Gittikçe ağırlığını hissettiren totaliter yönetimlerin, toplumları kolayca yönetmek ve dünyayı paylaşmak için zorunlu hissettikleri savaşlar, bugün Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte güncellenerek dünyanın farklı coğrafyalarına doğru sıçramaktadır. Bu sebeple geleceğin dünyasının savaşlarla tayin edileceğini bizlere anlatan George Orwell’in 1984 isimli romanı içerdiği terminolojiyle birlikte sansürlenmeye ve yasaklandıkça merakları üzerinde toplayan bir eser olmaya devam edecektir. Her ne kadar burjuva sosyologları ve felsefecileri, savaşların etiyolojisi üzerine çalışmalar yapsalar da, savaş karşıtı insanların 1984 romanına ilgi duymaları; edebiyatın insan ruhuyla ne derece içselleştiğini gösteren bir özgünlüktür.

Çünkü insanlar olağanüstü şeylerin izahı konusunda her zaman bilimsel ve düşünsel açıklamalarla teskin olamıyorlar. Bazı şeylerin; bilhassa gayriadi olayların anlaşılması teorik ve metodolojik anlatımlardan ziyade, bizzat yaşanılmış gibi izaha muhtaç tabirlere muhtaç kalıyor. Bu muhtaçlığın telafisini ise ancak sanat ve edebiyat temin edebiliyor.

Heybet AKDOĞAN

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…

 

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Yorum yapabilmek için buradan üye girişi yapınız.

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.