Josef K.’nın davası “Bir köpek gibi!” olan sona yaklaşırken onun cellatlarını bizzat biz de tanımış oluruz. “Frank giymiş, soluk yüzlü ve şişman kimselerdi.” Dönemin modasına göre oldukça şık, Çehov’un açlık..
Josef K.’nın davası “Bir köpek gibi!” olan sona yaklaşırken onun cellatlarını bizzat biz de tanımış oluruz. “Frank giymiş, soluk yüzlü ve şişman kimselerdi.” Dönemin modasına göre oldukça şık, Çehov’un açlık çeken kahramanları gibi sıska, cılız, bir deri bir kemik olmayıp bolluk içinde yüzdükleri şişman vücutlarından belli oluyor. “Yerlerinden oynatılamaz gibi duran silindir şapkalar vardı başlarında.” İşte burada insanın aklına “oynatılamaz gibi duran” despot, diktatör kişi ya da iktidarları düşündürttüğünü söylemeliyim. Zira şapkalar da tıpkı despotlar gibi başta durur. Bu da yapacakları eylemin sarsılamaz kesinliğini akla getirir ve daha sonra ne kadar zalim olabileceklerini. “Kapının önünde biri ötekini buyur etti içeri, öteki birini. Sonra aynı merasim, daha geniş çapta, K.’nın odasının kapısı önünde tekrarlandı.” İşte burada insan bir an için afallıyor. Bu cellatların kibarlığı ve nezaket kurallarına tamı tamına uyma kararlılıkları beni dehşete düşürüyor. Zira pahalı takım elbiseleri içinde bunlarınkine benzeyen nezaket kurallarına uyan, ama sonrasında gür gür bağıran politikacılara sık sık rastlıyoruz çevremizde, doğal olarak bu da bizi korkutmalı.
Josef K. daha sonra şöyle geçirecekti içinden: “Belki de tenor şarkıcılar bunlar.” 20. Yüzyılın başındaki Kafka bir kâhin gibi modern zamanların cellatlarının sahip olabilecekleri özelliklerini adeta tek tek sıralıyor.
Ama insanın içinde yine de bir kuşku uyanıyor. Bu cellatların nezaketleri (sonuçta tüm kapıların önünde aynı merasimi uyguluyorlar) bir rol icabı mı, yoksa gerçekte mi bu özellikleri kazanmışlar muğlak kalıyor. Zira insan, oldum olası büründüğü kıyafetin hakkını da vermek istiyor. Aynı cellatlar yırtık pırtık ya da kanlı elbiseler içinde olmuş olsalardı yine aynı nezaket kurallarını gösterirler miydi doğrusu merak ediyorum.
Josef K.’da benzer bir kuşkuyu hissetmiş olmalı ki “Yaşlanmış ikinci sınıf oyuncular yolluyorlar benim için.” diye söyleniyor. Bundan emin olmak için başını çevirip gelenlere bakıyor: “Ucuz yoldan işimi bitirmek istiyorlar.” Josef K.’nın roman boyunca peşinde koştuğu ve anlamaya çalıştığı davasını düşününce ona hak vermemek elde değil. Sonunda neyle suçlandığını bile öğrenemiyor. “Yaşlanmış ikinci sınıf oyuncular” demekle küçümsendiğini hissetmiş olacak ki öç alır gibi “Hangi tiyatroda oynuyorsunuz beyler!” diye bu cellatlara dönüp soruyor. Bu kadar dehşetin içinde Josef K.’nın değil belki, ama Kafka’nın mizah anlayışına kayıtsız kalmak mümkün değil.
Kafka bunu bir tık daha yukarı çıkararak okuru hayran bırakıyor: “Baylardan ağız köşelerinde tiki olanı, ötekisine dönerek, sanki onu yardıma çağırır gibi: ‘Tiyatro mu?’ dedi. Öteki ise dilsiz bir kimseymiş de, konuşacağım diye çırpınırmış gibi davrandı. Bunun üzerine: ‘Anlaşılan soru sorulmasına hazırlıklı değilsiniz,’ diye söylendi K.” Burada elbette Kafka cellatların fizyolojik kusurlarıyla alay etmiyor, aksine yukarıdan Josef K. için gönderilen bu cellatların fizyolojik kusurlarını ve zihinsel yetersizliklerini ortaya dökerek ona verilen değerin çapının küçüklüğünü okura göstermeye çalışıyor.
Jofes K.’nın katledilmesine kadar geçen zaman boyunca daha birçok benzer sahneyle karşılaşıyoruz. Hatta Josef K. yer yer cellatlarına zorluk çıkartmanın yanında bazen onlara yardımcı olduğu bile söylenebilir, işlerini daha rahat yapabilsinler diye: “Taşların koparıldığı bir kayalıktı burası; böyle koparılmış bir taş yerde duruyordu. Baylar, K.’yı oturtup sırtını taşa yasladılar ve başını taşın üzerine yatırdılar. O kadar uğraştılar, K. da görevlilerin işini kolaylaştırmak için o kadar çaba harcadı, gene de yatışındaki aşırı zorakilik ve inandırıcılıktan uzaklık bir türlü kaybolmadı.”
Sonunda Josef K. bu cellatların ancak ilerideki (yukarıdaki, saraydaki) despotun sıradan, basit kolları-uzantıları olduğunu ve bir nevi rolünü yapmaya çalışan tiyatrocular olduklarını, asıl tehlikeli başın ve gövdenin ileride durduğuna karar vermiş olacak ki devamında Kafka şöyle yazar: “Neredeydi şimdiye kadar yanına hiç ulaşamadığı yargıç? Neredeydi o bir türlü yanına varamadığı yüksek mahkeme? Ellerini kaldırdı, parmaklarını aralayıp ileriye uzattı.” Bu da bizi bir adım daha ileriye, eli kanlı bıçaklı oyunculara değil de onları yönlendiren başa, despota bakmamızı söyler.
Kaynak: F. Kafka, Kâmuran Şipal, Cem Yayınevi
Sedat Sezgin
[button url=”https://www.besincisanat.com/category/sedat-sezgin/” target=”true” text=”Yazarın diğer yazıları için tıklayınız… ” class=”mavi” size=”small”]
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.