Hakikatin Peşinde Akıl ve Mantığın İlkeleri / Fatih Oto

Günümüzde felsefe, alt dalları da kapsayan disiplinlere ayrılmış bir yapı göstermektedir. Böyle bir durum bilimde çeşitli dalların ortaya çıkmasına bağlanabilir. Rönesanstan sonra pozitif bilimler kendi alanlarını, çalışma yöntemlerini bağımsız olarak..

Hakikatin Peşinde Akıl ve Mantığın İlkeleri / Fatih Oto
637 views

Günümüzde felsefe, alt dalları da kapsayan disiplinlere ayrılmış bir yapı göstermektedir. Böyle bir durum bilimde çeşitli dalların ortaya çıkmasına bağlanabilir.

Rönesanstan sonra pozitif bilimler kendi alanlarını, çalışma yöntemlerini bağımsız olarak belirlemeye başlamıştı. Bilim felsefesi de, gözlem ve/veya deneye dayanan bilimleri konu, amaç ve yöntem bakımından ele alıp ontolojik, epistemolojik ve metodolojik olarak inceler. Bilim felsefesi bilim tarihinin verilerinden yararlanır, mantıksal çözümlemeler yapar. Siyaset alanında siyaset felsefesi, siyasi yapıların üzerinde felsefi incelemelerini gerçekleştirir. Genel bilim felsefesinin yanında tarih, zihin, fizik, kimya, biyoloji, sosyoloji, psikoloji vb. dallar içerdiği alanlar üzerinde duran özel bilim felsefeleridir. Burada vurgulamak istediğimiz Rönesans’tan sonra ortaya çıkan bilimlerle felsefe arasındaki bağın kopmadan süregelmiş olmasıdır. Tabii felsefenin kendi içinde de bölümlendiği yerler mantık, ontoloji (metafizik), epistemoloji, etik, estetik ve sanattır (poetika).

Aristoteles’in analitik adını verdiği mantık bilimsel yöntemle yakından ilişkiliydi. Daha sonra peripatetikler Mantık kitabına alet anlamına gelen Organon adını vermişlerdir. Aristoteles’te mantığın ilkeleri formların zorunlu bağlantılarıyla ilgiliydi. Zihin-varlık özdeşliğinin dayandığı ontolojinin kurucusu sayılır ki Rönesans’a kadar sürmüştür. Platon’da ise ilkeler idelere dayanıyordu. Daha önce Parmenides ve Zenon felsefi görüşlerine mantıksal bir zemin hazırlamışlar, çelişmezlik ve özdeşlik ilkelerine karşılık düşen basit anlamda önermeler getirmişlerdir. Klasik mantık üç temel ilkeyi mantığın ana ilkeleri yapar. Bir de buna ilaveten yeterli neden ilkesi bulunmaktadır. Bu ilkeler özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü halin olanaksızlığıdır. Sembollerle gösterecek olursak A, A’dır, A, A-olmayan değildir, A ya vardır, A ya yoktur; yani hem var hem yok değildir. Aristoteles mantık sistemini kurarken bunu metafizik veya ontolojisine uygun düşecek bir biçimde yapmıştı. Yani zihin ve düşünme varlıkla uyumlu olmalıydı. Zihin varlığın aynası olarak görüldü. Tabii o dönemlerde bu ilkelerin tersini savunanlar da çıkıyordu ama Aristoteles onları eleştirmiştir. Temel ilkeler doğanın, varlığın açıklanmasında temel dayanak teşkil ediyordu. Özdeşlik bir nesnenin kendisi olabileceğidir. Kalem kalemdir, ağaç ağaçtır. Eğer bir nesne kendisiyle özdeşse o zaman o nesne kendisi olmayan değildir. Burada gerçekliğe dayanan ontolojik ilintiyi fark ediyoruz. Betimleme bir doğa nesnesi, varlık üzerine de uygulandığında uyumluluk beklenir. Varolan karşısına olmayan terimi çıkarılmış ve özdeşlik iki değerlikli hale getirilmiştir. Varlık ve olmayan halinde birbirine zıt olan bu iki terim birbiriyle çelişik halde bulunur. Özdeşlik ilkesi ise içinde çelişkinin kabul edilmediği bir yapıdır. Yani bir şeyin özdeş olabilmesi için çelişmezlik taşıması gerekir. Daha sonra Hegel mantığında göreceğimiz gibi ilkelerin tam tersi ileri sürülür. Klasik mantıkta üçüncü ilke birinci ilkeyi kuvvetlendirir ve belirgin hale getirir. Bir nesne ya vardır ya yoktur. Özdeş olan nesne aynı anda hem var hem yok olamaz. Çelişik olan yanlışı, çelişik olmayan doğruyu verir. İki değerlikli bir sistem kurulur.

Klasik mantığın üç ilkesine karşıt düşebilecek bir tez Herakleitos’tan çıkarılabilir. Onun hareket ve değişimle ilgili tezleri bu üç ilkenin ölçülerini başka bir yere taşımaktaydı. Dere örneği özdeşliği bozar gibidir. Bir derede akan sular sürekli değiştiği için o dere kendisiyle ne kadar özdeş olabilecektir? Dere aynı zaman diliminde, aynı yerde başka bir su kütlesini taşır. İçinde farklı maddeleri de getirmektedir. Aristoteles’in mantıkta aradığı niteliksel kesinlikti. Onun bilim anlayışı da niteliksel kesinlik üzerine inşa edilir. Aslında Aristoteles’in diyalektik, çelişki, nicelik, hareket, değişim, deney ve gözlem gibi kavramlardan haberi vardı ama yöntemi bu ilkelere dayanıyordu. Onları sürekli kanıtlamaya çalışan betimlemelere girişmiş, karşı görüşte olanları da eleştirmiştir. Matematiğin bilimsel alana uygulanmasına ise hiç yanaşmamıştır. Bilimsel yöntem anlayışında tümel ve nitel öncülden hareket etmeyi belirleyici buluyordu. Tümevarım yönteminde öncüller her zaman zorunlu bir doğruluk çıkarımını vermez ama derecelidir ve sınanmaya açıktır, ayrıca yeni bir bilgi üretir. Tümdengelimde ise çıkarım öncüle göre doğru olmak zorundadır, derecelenme olmaz, yeni bir bilgi de üretmez.

 

Hegel’e gelindiğinde üç ilkeli mantık sistemi tam tersine çevrilmiştir. Aristoteles’in bilimsel yöntem anlayışı Rönesans’a kadar sürmüşse de etikteki, poetikadaki felsefi tezleri zamanımıza kadar yerini korumuştur. Mantığı da sınırlı alanlarda geçerli olabilmektedir. Ortaçağ skolastik felsefesi Aristoteles’in felsefesini geliştirmek bir yana bazı taraflarını çarpıtarak dönemi boyunca skolastiğe uyarlamıştı. Rönesans’a gelindiğinde skolastik felsefe bir kenara atılıp yeni bir bilim ve mantık anlayışı gelişmeye başladı. O dönemin bilim insanları Bacon, Galileo bilimsel yöntem açısından Aristoteles’i sert eleştirmişlerdir. Aslında sorunu Aristoteles’te görmek doğru değildir. Sorun onu bin yıl boyunca geliştirmeden, çarpıtarak uygulayan skolastik düşüncede aranmalıdır. Skolastik felsefenin terk edilmesiyle beraber ortaya yeni açılımlar çıktı. Bilimde gözlem ve deneyle, tümevarımcı yöntem ön plana geldi. Bacon tümevarımcı yöntemi esas alarak tümdengelimci yöntemi tamamen bir kenara atma eğilimine girdi. Ancak tabii bu da hatalı bir tutum olup bilimsel modellemeyi noksan bırakan bir yaklaşımdı.

Mantığın ilkeleri, Rönesans sonrasına modern dönem dersek, kendine yeni mecralar buldu. Bunlar ampirizm, rasyonalizm, psikolojizm, sosyolojizm başlıkları altında toplanabilir. 18. yüzyılda Hume’un deneyciliği (ampirizm) klasik mantığın varlıkla uyumlu zihin edimine dayanan ilkelerinden ayrılıyordu. Klasik mantığın ontolojik yaklaşımı modern dönemde yerini fenomenal ve epistemik yaklaşımlara bırakmıştı. Gerçek ve hakikate ulaşmada artık ontolojik ilkeler değil, fenomenal ve epistemik yaklaşımlar kendini gösteriyordu. Rönesanstan sonra bilim ve mantık anlayışındaki değişmeler felsefeye de yansıdı. Ampirizm denilen deneycilik bunlardan biridir.

Kilisenin siyasal etkilerinin sürdüğü 18. yüzyılda ampirist Hume, din ve Tanrı konusunda olumsuz eleştiriler getirmiştir. Tanrının varlığının kanıtlanamaz olduğunu, dünyadaki kötülük problemine bakılarak Tanrının varlığının olamayacağını ifade eder. Ampirist Locke ise onun tersi bir görüş ileri sürer. Hume rasyonel tinsel edimleri kabul etmeyerek zihnin rolünü izlenimler, bellek ve algı araçları olarak gösterir. Öğretisinde bilme biçimi olarak deneysel bilginin geçerli olduğunu ileri sürdü, ancak deneysel bilgiyi de akılcı nitelikte olmayıp tümel, zorunlu, yasa halini alamayacak bir bilgi olarak değerlendirdi. Zihnin rolü bilgiyi oluşturup üretmek değil, alışkanlıklara, izlenimlere ev sahipliği yapıp birleştirmek, çıkarmak gibi bazı düzenlemeler yapmakla ilgiliydi. Bu durumda göreceli bir bilgi anlayışını ortaya çıkarmaktadır. Bellekle birlikte alışkanlık (ona göre nedensellik denilen şeydir) ve benzerlik ilkelerinin benlik algısını oluşturduğunu, izlenimlerin duyumlardan ileri geldiğini, düşüncenin zihnî algılara bağlı bir alışkanlık olduğunu söyler. Tümevarımcı akıl yürütmelerde de gözlemlenemeyen tikeller nedeniyle rasyonel bir çıkarıma gidilemeyeceği yönünde görüşe sahiptir. Algı dışındaki şeylerden mantıksal çıkarım yapmanın bir zemini olmadığını ileri sürer. Zihnin içeriğindeki düşünce ve ideleri duyu algılarına göre daha zayıf izlenimler olarak niteler. Zihin-varlık ilişkisini epistemolojik olarak açıklar; zihinden bağımsız fizikî varlığı, duyumsama noktasında geçici bir algı olarak kabul ederken, sürekli gerçekliğini zihnî imgelere ve inanca bağlı yansımalar olarak değerlendirerek tuhaf, çelişkili bir mantığa, idealizme düşer. Bilme ve bilim konusunda da bilgiyi algı ve ide olmak üzere iki farklı alana ayırır. Deney gözlem konusu olmayan matematiği, ide bilgisi olarak gösterir. Buna bağlı olarak da zorunlu, dolaysız, apaçık önermeler olarak niteler. Doğa bilimlerini ise olgu bilgisi olarak tanımlayıp zihin-varlık ilişkisindeki görüşüne bağlı olarak kesin ve açık olmayan olasılıklı önermeler olarak kabul eder. Hume çatalı olarak bilinir, Aydınlanmadaki pozitif bilimlerin tutarlılığını ortadan kaldıran bir yaklaşım ortaya çıkarır.

Modern dönemde mantık ilkelerinin epistemik ve fenomenal anlayışlara dayanarak klasik mantığın zihin-varlık uyumundan, ontolojik birliğinden ayrıldığını görüyoruz. Bu düalizmin örneği Descartes’ta kendini iyice belli eder. Ruh ve beden iki ayrı varlıktır, ruh ölümsüzdür, doğuştan bilgilerle gelir (a priori). Zihindeki bilgiler de doğrudan sezgilerle elde edilir.

Descartes’in düalizminin aksine tözcü, tümelci, monist bir yaklaşım Spinoza’da karşımıza çıkıyor. Kant ise zihni edimleri, tini belirleyici kılıp deneycilikle akılcılığın orta yolunu bulmaya çalışan sentezler yapmıştır ama düalist, bilinemezci kalmıştır. A priori bilgiler onda bir hipotez oluşturur ve fenomenal bir yaklaşım sergiler. Modern mantık, zihin-varlık birliğine dayanan ontolojiden kopup epistemik ve fenomenal düzeyde mantık anlayışını sürdürdü.

Modern dönemde Rönesans, coğrafi keşifler, sömürgeciliğin ortaya çıkışı, bilimdeki yöntem değişiklikleri, endüstriyel gelişme, sosyal yapılardaki değişimler mantık ve felsefede de buna göre gelişen yaklaşımlara gidilmesine yol açmıştı. Mantık ve felsefe artık ontolojik uygunluktan koparak zihin yönüyle epistemoloji ve fenomenolojinin alanına girmişti. Hegel’e gelindiğinde o, ontoloji veya metafizik zemininde Mantık Bilimi adlı yapıtıyla özne-nesne özdeşliğine dayanan epistemik bir mantık kurar ve klasik mantıktaki özne-nesne uyumundan tamamen farklı bir yöndedir. Kant’ı da eleştirmiş, klasik mantık ilkelerinin tam karşıtlarını kurmuştur. Özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü halin olanaksızlığı ilkeleri yerine tez, antitez ve sentez karşımıza çıkar. Ayrıca bu basamakları diyalektik tarzda işleyerek ilerler. Diyalektiğin yasaları da çelişkiler üzerine kuruludur. Yani klasik mantıktaki çelişmezliğin tam tersidir. Bir nesne özdeş halde bulunamaz, karşıtlıklarıyla vardır. Diyalektikte zıtların birliği yasası geçerlidir. Bir varlık doğa durumunda karşıt koşullarla bir arada bulunur. Antitez olan karşıt terim, varlığın karşıtı olan yokluktur. O karşıt koşulları bünyesinde dönüştürerek ortaya sentez çıkarır. O sentezde hem kendi varlığı hem karşıt terim olan yokluk bulunur. Oysa çelişmezlik yasasında karşıtlar hiçbir zaman bir arada bulunamazdı. Diyalektik materyalizm de bu kuramdan yararlanmış ancak onu somut bir düzeleme çekip yeni baştan düzenleyerek hareket ve değişim açısından doğanın, sosyoekonominin, devrimin ve tarihin işleyiş yasaları olarak ele almıştı. Ancak diyalektik işleyişte doğa, devrim ve tarih açısından aynı paralelliği kurmak yanlış çıkarımlara yol açacaktır. Devrim ve tarihin işleyişinde yalnız içsel dinamikler değil, dışsal, başka faktörler etkin olabilmektedir. Savaşlar, karşıt propagandalar, yasaklar, bilgi çarpıtmaya örnek verebiliriz. Neokapitalizm de bu türden girişimlerle kendi dinamiğini işletir.

Hegel’in yaklaşımı epistemolojiktir, yani bilgi kuramıyla ilgilidir. Onun mantık ilkeleri bir metafiziğe bağlanmışsa da klasik mantıkta olduğu gibi değildir. Kurduğu mantık diliyle varlığın, daha çok insan edimlerine dayanan modern dönem sosyal hayatın şifrelerini çözmeye çalışır. Çelişkiyi soyut, salt varlık denilen kavramsız bir varlığın karşıtına yerleştirdiği yoklukla (antitez) ilişkilendirir. Salt varlık anlam ya da içerik kazandığında bu yokluğu kapsayarak sentez oluşturur. Yani terimler maddesel değil, soyut, epistemik bir anlamda ele alınır. Yoksa reel maddede karşıtların birliği her zaman mümkün olmayacaktır. Örneğin ateşle barut hiçbir zaman bir arada olamaz. Olduğunda ikisi de patlayıp dağılıp gider. Kimyevî birçok maddede durum böyledir. Klasik mantıktaki gibi özne-nesne uyumuna dayanan ontolojik ilkeler söz konusu olmadığından öznel idealistlerin aksine, getirdiği, hem özdeşlik-hem karşıtlık birliği, mantık ilkeleri onun epistemik, fenomenolojik dili üzerinden anlaşılabilir. Hegel aslında insan ve sosyal hayatın dizgelerini ontolojik zeminde, özne-nesne birliği, varlık bağlamında vermektedir. Kant’ta da ilkeler akıl (tin) üzerinden kuruluyor, mekân, zaman, a pirori formlar, kendinde şey aklın bir özelliği olarak işleniyor, bilgide, etikte esas (hakikat) fenomenal aklın kendisi olarak belirleniyor ve varlıkla ilişkide düal olarak yalıtılmış bir tin anlayışı öne çıkarılıyordu. Yani onun mantık ilkeleri varlığın yasalarını yansıtmıyordu. Fenomenlerin bilgisi a priorinin getirdiği koşullarla sınırlıydı.

Hegel’i önemli kılan fenomenlere getirdiği hareket, değişim ve gelişim diyalektiğidir. Gerçek ve hakikatin dolayımlı, görünmeyen yüzünü bir mantık ve felsefe diline çevirerek görünür kılma durumuna getirmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken modern dönemde klasik mantığın iki değerlikli sistemden çok değerlikli sisteme geçilmiş, sentez gibi bir üçüncü değer ortaya çıkmıştır. Yani karşıtların, çelişik olanların bir arada bulunmasıdır. Bunlar hareket ve oluş süreçleriyle ilgili fiili kapsar. Örneğin Sokrates bir insandır. Sokrates dışarıdan bakıldığında anlamsız, içeriksiz düz bir insan olma haliyle belirsizdir, hem vardır hem yoktur. Sokrates bilinçlendiği zaman bir içerik kazanmış olur ve ortaya sentezlenmiş bir kişi çıkar. Yanlış bilinçlenmişse ortaya kötü bir sentez çıkacağı bellidir. Bu açıdan bakıldığında diyalektik sürecin her zaman doğru bir sentezlenmeyi vermediği sonucu çıkarılabilir. Sentez yanlış çıkınca kişinin bu yanlışı kapsayıp aşması gerekecektir. Yani bu çok değerlikli mantığın mekanik bir şekilde her zaman düzgün, doğru bir senteze gideceği sonucunu vermeyeceği söylenebilir.

Mantık kendi dilini kurar. Çok değerliliği destekleyen Einstein’ın görecelik kuramı, belirsizlik ve olasılık kuramları ortaya çıkmıştı. Hegel doğa yasalarında zorunluluk olduğunu ama insan tininin doğa yasalarından farklı olarak özgürlük öğesine de bağlı olduğunu söyler. Özgürlüğün insanın daha iyi, yetkin yaşam koşullarına gitmesinin bir isteklendiricisi olması gerekir.

Batı, Rönesans’tan itibaren Hıristiyan skolastiğini aşmasını bildi. Skolastik düşünce hayatın devinimini, gelişmeyi, insan özgürlüğünü kilitlemişti. Aristoteles felsefesi ve mantığını da kendi kalıbına uydurmuştu. Rönesanstan sonra mantık ve düşünce yapısında yeni yollar açıldı. İslamiyet’te ise on birinci yüzyıla kadar felsefe ve düşün alanında önemli gelişmeler olmasına rağmen bu noktadan sonra kapanma haline girdi. Birçok İslam filozofu Aristotelesçiydi. Bu dönemden sonra deyim yerindeyse İslam skolastiği kendini gösterdi ve kültürel hayatı belirlemede Tanzimat’a kadar devam etti. Medreselerde Arapça-Farsça gramer öğretiliyordu. Türkçeyi eğitim dili olarak yürütecek okullar yoktu. Okuma yazma oranının düşük olmasının nedenlerindendir. Dil sorunu olduğu gibi mantık ve felsefî olarak da İslam skolastiğine takılı kalınmıştı. Batıyla arasına beş yüz yıllık bir fark ortaya çıktığı gibi İslam etkisindeki kültürün on birinci yüzyıldan sonraki gerilemesine bağlı sekiz yüz yıllık bir geriye bağımlılık ortaya çıkıyordu. Osmanlı medreseleri imlediğimiz İslam skolastiğinin etkisi altında öğrenim vermekteydi. Voltaire, Osmanlı’yı okumayan insanlar ülkesi olarak nitelemiştir. On sekizinci yüzyıl sonlarında Fransa’da 300’e yakın felsefe dergisi çıkmaktaydı. Osmanlı Batıdaki kültürel gelişmeler karşısında nerdeyse sıfır konumunda kalmıştır. Ancak Tanzimat’la birlikte modernleşmenin kapıları açılıp Batıdaki gelişmeleri örnek alan kültürel edim gelişmeye başladı. O zamana kadar kültürel hayata nazım dili eğemedi. Arap-Fars etkisi altında olunduğu ve onlarda nesir dili olmadığı için Osmanlıda da nesir dili oluşmamıştı. Tanzimat’tan sonra Batıdaki esinlenmelerin de yardımıyla edebiyata nesir dili girmeye başladı. Felsefede ise çok geri kalındığı ortadadır. Nesir dili Batıda beş yüzyıldan daha çok zamandır uygulanıyordu. Nesir dili olmadan anlam, kavram, zihinsel ve kültürel gelişim sağlamak mümkün değildir. Modern edebiyatın kurucularından Ahmet Mithat Efendi Osmanlıcadaki anlaşılmaz, karmaşık dil sorununu eleştirmiştir. Dil sadeleşmeden okuma yazma oranındaki artış, gelişme de mümkün olmayacaktı. Bu nedenle Atatürk’ün sekülerleşmenin temelini de hazırlayan harf devrimi önem kazanmaktaydı. Böylece dil sadeleşecek, uygarlık ve bilim kültür açısından Batıyı yakalamak kolaylaşacak, okuma yazma öğrenimi yayılacaktı. 1950’lere gelindiğinde Demokrat parti döneminde kültürel gelişmeler eski muhafazakâr, gelenekçi anlayışa çekilmeye çalışıldı. Sonraki süreçlerde de sorunlar devam etti.

Rönesanstan sonra Batıda mantık felsefe, edebiyat, bilim anlayışı yeni bir düzleme girmişti. Skolastik felsefenin getirdiği bütün muhafazakârlığın yükü üzerlerinden atılmaya başlandı. Bilimsel, kozmolojik buluşlar dini saptamaların evren hakkındaki iddialarını tek tek çürüttü. Ortaya bilimselliğe dayanan bir evren algısı çıktı. Ancak Fransız devrimine kadar kilisenin yasaları etkin olarak sürdü, birçok filozof, bilim insanı zarar görme pahasına görüşlerini sundular. Fransız devrimiyle sınıf ve din sorunları açığa çıkmış, siyaset evrensel nitelikte yeni, güçlü kanıtlar kazanmıştı. Vatandaşlık kavramı, özgürlük ve haklar ilkeleri ortaya çıktı. Fransız devriminin Osmanlı üzerinde de etkisi olmuştur. Tanzimat’a giden yol, bu süreçlerle başlar. Mutlakıyet ve saray rejimi karşısındaki toplumsal gelişme ve özgürlük talepleri, yolun bilim ve akıldan geçtiğini gösteriyordu. Tabii bahsettiğimiz gibi beş yüz yıllık fark aradaki açığı kolayca kapatmıyordu. Bugünkü durumlar açısından da aradaki farkın ne kadar kapatıldığının sorulması bize bazı yanıtları verecektir.

Fatih Oto

[button url=”https://www.besincisanat.com/category/fatih-oto/” target=”” text=”Yazarın diğer yazıları için tıklayınız… ” class=”mavi” size=”small”]

 

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Yorum yapabilmek için buradan üye girişi yapınız.

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.