Dergi
GÜNEY’in ‘’Yaşayan Ölüler Yılmaz Güney’e Saldırıyor!’’ Başlıklı Açıklamasından…
‘9 Eylül 1984’te yaşamını yitirmiş, bedenen aramızda olmayan, fakat eserleriyle yaşayan; sahip olduğu görüşleri ve pratiğiyle sömürücü sınıfların iktidarına karşı açık ve cepheden savaş açan, ezilenlerin safında mücadele bayrağını yükselten ve bugün sadece Türkiye’nin değil, uluslararası alanda da milyonlarca ezilmiş insanın sevdiği, saydığı bir insanı; Yılmaz Güney’e saldırıyorlar. Ölümsüz Yılmaz Güney’i öldürmek istiyorlar. ‘’Lümpen, katil, kadın döven’’ diyerek kin kusuyorlar. Bunu yapanlar esasında aramızda yaşayanlar, vücutça var olanlar, fakat kendisi gayet barbar olan; sömürü üzerine kurulu bir düzeni savunan; kan emicileri ve onların kurulu düzenini savunan ve öldükten bir süre sonra hiçbir şekilde adlarının anılma imkanı olmayan birkaç kukla. Bunlar bugün bedenen aramızda yaşıyorlar ama aslında birer yaşayan ölüdürler.’’
Fatoş Güney’le Söyleşi. Söyleşiyi Halil Yeni yaptı.
Fatoş Güney Yılmaz Güney’i anlatıyor. ‘’Artık bir amacımız vardı. Kapitalizmi, faşizmi, dışa bağımlılığın bozuk düzenini yıkmak, yerine adil ve özgür bir düzen kurmak.’’
‘’Burjuva bir ailenin tek kızıydım. İstanbul’un en zengin semtlerinden birinde oturuyorduk ve ben başka hiçbir yeri tanımıyordum. Yılmaz’ın bana verdiği ‘’Boynu Bükük Öldüler’’ kitabıysa Çukurova’yı anlatıyordu. İlk kez kırsal kesimle ve köylü kahramanlarla karşılaşıyordum. İlk kez pamuk ırgatlarının çaresizliklerine, Halil ve Emine’nin çaresiz aşklarına ağladım ve onlar için endişelendim. Kurtuluşlarıysa Yılmaz Güney’in iki dudağı arasında duruyordu; Devrim! O’nunla bu devrimi gerçekleştirecektik. O’nunla hayatımı birleştirdim. Çünkü ona inandım.’’
Gülsen Gülbeyaz ‘’Dijital Medya-Çocuklar, Ergenler ve Ebeveynler’’ başlığıyla yazdı…
‘’Ebeveynlerin, çocuklarının genel eğitim sorunlarına paralel günümüzdeki en büyük problemleri ve rakibi kontrol edemedikleri aşırı dijital medya kullanımıdır. Zamanı değerlendirme açısından teknolojinin henüz bu kadar gelişmemiş olduğu geleneksel dönemdeki çocuklar ile günümüzün çocukları arasında önemli farklılıklar var. Geleneksel dönemde çocuklar zamanının çoğunu sokakta, evinin bahçesinde yaşıtlarıyla birebir etkileşim halinde oynayarak geçirmekteydi. Ancak teknolojinin ilerlemesiyle çocukların sosyal medya, televizyon ve diğer medya sistemleriyle harcadığı sürede önemli bir artış meydana gelmiştir. Ebeveynlerin de cep telefonu gibi dijital araçları günümüzde sürekli kullanmalarıyla çocukların medya araçlarına erişimi daha kolaylaşmakta.’’
Temel Demirer ‘’Militan’dan ‘Yüzüncü Yıl Marşına’ Ataol Behramoğlu’’ başlığıyla yazdı…
‘’Halkın ekmeği gibi kutlu ve kutsal olan’ ya da ‘Cumhuriyet herkesin kardeşliği demektir / Silinsin yüreklerden kin, kuşku ve düşmanlık / Kendi yazgımız şimdi kendi elimizdedir / Yeryüzü bütünüyle vatanımızdır artık’ dizeleri ve bölümleri, bu nedenle şiirde en sevdiğim yerlerdir…’’ ‘Militan’ Ataol Behramoğlu, ‘Mustafa Suphi Destanı’nı kaleme almıştı; bugünkü CHP’li versiyonu ise, ‘100. Yıl Marşı’nı… Böyle bir tercih farklılaşmasını; ‘’Küçük burjuva, dar ve sığ yaşamımızı, bu açıdan baktığımda hor görüyorum şimdi,’’ ifadesindeki üzere, şiirine de yansımaması mümkün değil… Hayır, kesinlikle O’nun demokratlığını inkar ediyor değiliz. Elbette Ataol Behramoğlu’nun, Bitlis Eğitim ve Tanıtma Derneği tarafından düzenlenen kitap fuarındaki söyleşisinin iptal edilmesini; Aydın Üniversitesi’nden uzaklaştırılmasını unutuyor değiliz… Lakin…’’
Mehmet Desde ‘’Yaşamını Rock Müziğine Adamış Bir Müzisyen: Erkin Koray’’ başlığıyla yazdı.
Erkin Koray’ın görüşlerini, yaptıklarını vb. hiç sahiplenmemiş, savunmamış, ya da uzak kalmış kişilerin, Erkin Koray öldükten sonra onu, aşırı derecede ‘’sahiplenmeleri’’, ‘’sahiplenir’’ görünmeleri elbette sebepsiz değildir. Erkin Koray’ın sahtekarca sahiplenilmesinin altında, O’nun kitleler tarafından sevilmesi ve onlar üzerinde haklı bir prestije sahip olması, onun bu etkisinden yararlanma, gerçek siyasi kişiliğinden arındırıp, şekli – şemalini öne çıkararak, prestijinden yararlanma sahtekarlığı yatmaktadır. Bir başka deyişle ceset sömürücülüğü yapılmaktadır!’’
Anuş Pazarcıyan ‘’Sinema Notları’nı yazdı:
Oppenheimer konusu itibarıyla bilim insanlarının yaptıkları buluşlarda sorumlulukları gibi, bugün de örneğin yapay zeka, ya da insan klonlanması konularında olduğu gibi güncel ve aynı zamanda ahlak felsefesi açısından çok önemli bir sorunu tartışan, tartıştıran bir film. Nolan Oppenheimer’i ateşi çalan Prometeus gibi trajik bir kahraman olarak resmediyor. Oppenheimer’i yalnızca onu bize tanıtan bir film değil, aynı zamanda bir tarihi dönem filmi. Kurgu olarak bütün Nolan filmleri gibi kronolojik bir anlatım değil. Seyirciyi yer yer zorlayan ve film üzerine film sonrasında düşünmeye iten bir film. Senaryosu, kurgusu, müziği, oyunculuğu, görüntü yönetmenliği ve yönetmenliği ile mükemmel bir film. Yılın şimdilik en iyi filmi olduğu kesin. (…) Bir başeser!’’
Tuncay Özkaradeniz ‘’Faust Çağı’’ başlığıyla yazdı:
Bütün canlılarda ortak olan biyolojik ve psişik özelliklerin yaşamın sürdürebilmesi için vazgeçilmez olduğu yadsınamaz. Açlık, tokluk, korku, savunma, saldırı; gibi belirtiler gösteren bu özelliklerin korteks bir fonksiyona ihtiyacı yoktur. Her organ zorunluluk sonucu evrim zincirine eklenir. Çağımızın Faust’una gelmeden önce en basit sorulara cevaplar aramalıyız diye düşünüyorum ve diyebilirim ki; cevaplarımızın ne olduğundan daha çok cevaplar arıyor olmamız benim için yeterli olandır. ‘’Başlangıçta eylem vardı!’’ diyebilmekte başlangıç için yeterli olur sanırım.’’
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.