ÖYKÜ
İnsan hayatının anlamını oluşturan, mutlu ve kutsal ilk gençliğimin, hayatta umudun korunduğu hayali cennetin, sığınma limanım olacağını ve zorluklara dikenli yollardan varıldığını sezgimle görmüştüm! Soğuk ve aydınlık bir kış günüydü. Rüzgârın kuru üşüttüğü ve sabahtan akşama kadar bazen dışarıda gezinirken, caddede ve sokak aralarında dolaşır, daha insancıl yerlerde yalnız ve ölümle baş başa kalmamak için çareler arardım!
Sarı yapraklı keskin soğuk sonbahardı. Karanlık fobim vardı. Geceleri tek kalırsam çok kötü şeyler olabilirdi. Eve misafir çağırır ya da uzun uzun telefonda konuşur ya da arkadaşımın yanına giderdim. Kâfede bir iki saat oyalansam yeterdi sonra nasıl olsa geçerdi, en fazla erkenden uyurdum ya da lamba açık bir şekilde televizyon izlerdim, gelmeyeceğini, korkumun geçtiğini hissedince rahatlar yatardım yatağıma!
Bir gün enerjim yoktu işyerinde, ucube işçilerden biri tüm gün kafamı ütülemişti. Bunlar normaldi ama gece elektrik kesilince karabasanla burun buruna kalmıştım. Çaresizlik duygusu içerisinde ha geçer ha geçecek derken, huzursuzca evde yukarı-aşağı gezinir dururdum!
Mor berjer koltuğumda otururken yakalandım, ölüm korkusu ölmekten beterdi. Ama bazen, balkonda hava alırdım uzunca! Perdeler yarı açık-kapalıydı… Güzel hayallere dalmaya çalışırdım korkum gelince ve mutfakta mumlar yakmıştım! İyiydi hoştu, mumlar ışıldardı…
Debelenirken, hayalim hep seneler öncesinde yolumuzun ayrıldığı, mavi gözlü Melis’ti.
Aşka ve şehvete, sevgiye dalabilirsem hayalimde rahatlardım… Sonra uyumuşum! “beni öldürmeyen beni güçlendirir” derler, yalan, süründürürdü…
Fobi: bir keresinde sabahları lapa lapa yağan karla, çocukça mutlu ve aydınlık sabahlarda uyanmanın saplantılarıma iyi geldiğini keşfetmiştim! Karanlık korkumun neden ve ne zaman başladığı pek belli değildir; çocukluğumda bir gece oyun oynarken, yüksek bir yerden düştüm. Dilim tutulmuş hıçkıra hıçkıra ağlamış, çok korkmuştum ve her şey korkumun sonraları tetiklenmesiyle başlamıştı!! …
O kadar korkmuştum ki, etrafımda toplanan aileme bir şeyler anlatmaya çalıştıkça, daha çok nefesim kesiliyor ve kekeliyordum. Korkumu o ilk seferde yenmek çok zor olmuştu!
Sakinleşmem ve dikkatimi toplayıp, eski kişiliğimi hatırlayana kadar oldukça zorlandım epey zaman geçti. Sadece şoku atlatmak karanlığı unutup, başka şeye odaklanmak yetti!
Fobi: Sadece sakinleş, ilk şoku atlatırsan ölüm korkusunu, hatta acı çekmeyi hatta gece karabasanı bile yenersin! Nefes al, odaklan, hiç konuşma sadece geçmişini ve eski duygularını hatırlarsan, ölüm bile geçer! … Böyle böyle öğrendim zor durumlarda korkumu yenmeyi…
Bir keresinde inşaat çukuruna düştüm: yine başladı! Nefes alamıyordum, inşaat eski mi eski, yıpranmıştı, etrafta hiç kimseler yoktu! Etrafta tuğlalar, kumlar, demirler, çakıllar, molozlar vardı ve eski bir su deposu gibiydi! … Kapağı açık kalmış boş bir odaydı!
Bağırdıkça bağırdım ve sesim yankılanıyor ama kimse, hiç kimse beni duymuyordu!
İki gün beni aramışlar, sonunda beni buldular! Gece orada korkumu yenmiştim. Ama çok zor olmuştu… Beni iple yukarı çektiler… Sadece kazaydı ama bu da önemli bir gelişmeydi!
Hayatımın anlamı başarıydı! Bir şeylere anlamını yükleyebilmek için ilahi bir şansı olmalı insanın, derin bir öç alma isteği duyarım şansın sillesi karşısında, insanda sağlık ve güç olduktan sonra gerisi boş, çünkü zarlar düşeş geldiğinde, hayatın kapıları ardına kadar açılır gibi hissederim! Hele bir de bir şeylere gelişine gelişine tekmeyi vurabiliyorsan ne ala, sanki içimden duyguların akıcılığını, coşkuyu paslanmış tutkuların açılmasını zaferini duyarım!! …
Mor berjer koltuğumda şamdanların ışığı altında, perdeler yarı açık, gökyüzünün kızıl-sarı-mor ışıkları salonuma girerken, ilhamla hevesle-şevkle uçucu bir coşkuyla, oyun oynamak isteği duyunca kitap okumayı bıraktım ve dışarıda caddelerde çılgınca gezme isteğiyle fırlamışım yine bu gün sokağa! … Sanki damarımda çılgınca bir gezme isteğiyle.
Motorumla dolaşıyor ve hızlanıp yine es’ler çiziyorum.
Caddeler insan seli, bazı dükkânların camekân önleri tenha, renkli ve loş ışıklı yerlerde sanki Azrail beni çağırıyordu çılgınca!
Soğuk ayazda gezerken sarı kış güneşinin izleri aklıma geldikçe, bazı yerlerde, loş sokak lambalarının etrafında turluyordum. Batan güneşin son izleri bazı bina aralarından, metal-cam yerlerden, uzun uzun şehrin rüzgârını, önüme katıyor ışıklar öyle bir unutuyorum ki her şeyi… Coştukça kanım kaynıyor, işte öyle mutluyum öyle mutluyum ki sanki güçlendiğimi hissediyorum ve güçlendikçe mutluyum! …
Ben rüzgârın oğluyum, kim karşı koyabilir bana! Uçuyorum insan kalabalıkları üzerinden, tepelerin ve sokak yokuşlarının ardına motorumla sanki zıplar gibi. Uçar gibi gidiyorum… Zevkle her şey birleşiyor kanımda. Damarlarımda çılgınca mutluluk, gidiyorum uzaklara gaza bastıkça! Şehrin boş yokuşlarından geceye rampalardan toz bulutu kaplı ışıklı cennete… Şehrin banliyölerine…
İşte ne olduysa o anda oldu! Öyle bir kaza ki sormayın?! Hayat sillesini böyle vuruyor.
Önce bariyerlere, sonrada tünel girişine çarpmanın şiddeti çok fenaydı. Ölümden kıl payı kurtuldum!
Gözlerimi açtığımda hastanede yatıyordum. Flöresan ışıkları gözlerime geliyordu. Vücudumda ağır kırıklar ve sargılar, tedaviler… Günlerce yattım.
Bir öncesi-bir de sonrası vardır hayatımda.! Çok acı bir kazaydı. Hastanenin karanlık odasında otuz güne yakın komada kaldım ve bitkisel hayattan çıktığımda alçılarım halen duruyordu. Hastaneden ayrılınca psikolojim gittikçe bozulmaya başladı ve moralsizlik, kötümserlik ve sinirlerimin yıpranmasıyla buhrana iyice kapıldım!! Buhran zaten alınganlık, sinirlerin yorulması ve buna benzer şeylerden oluşuyordu…
Kış ortasında lapa lapa yağan kar-tipi dışarıda hayatını kazanmaya çalışan zorluklar çeken güçlüklerle boğuşan insanların sırtına yağarken, bazı evsiz insanlar soğuktan donarak ölürlerken, ben kendimi eve kapamışım. Salonda yanan şöminenin önünde ateşi seyrediyorum. Elimde viski bardağıyla berjerimde oturmuş rahat olmam gerekirken, hayatımın paramparça olduğunu ve ortasında kaldığımı, içinde boğulmuş gibi görüyordum kendimi! Şöminede yanan ateşe bakarken, birden kafama dank eder gibi, fobimin yok olduğunu, tamamen ondan kurtulmuş olduğumu anladım. Birden öyle mutlu oldum ki anlatamam!!!
Anladım ki, fobi gitmiş ama daha da kötüsü, buhrana yenik hissediyordum… Saatler geçtikçe gece ilerliyor ve ben öfkeden çıldırıyor ve çıldırmanın eşiğine doğru ilerliyordum sanki.
Saatler geçtikçe sabahın serinliği artıyor ve gecenin sonu gittikçe yaklaşıyordu.
Ve ölümcül bir sessizlik ve soğuğun ortasında Güneşin ilk ışıkları doğmaya başladı.
Ne yapacağımı bilememekten artık güneşin tam göründüğü anlarda kararımı verdim. Ama yüküm sanki daha da arttıkça yorgun düştüm. Böyle zamanlarda maalesef elinde olmadan istemese bile insan sürekli sorun çıkarır! Ortada gerçek bir sorun olmaması daha da kötüdür, başka çare var mı? Elime geçirdiğim dibi kırılmış şişe parçalarıyla, sokakta belamı ararmış gibi dolanmaya başladım… Uzun sokakta eriyen kar suları yoldan akıyor ve ben uzun caddede öfkeyle yapacak bir iş, ya da çatacak bir yer arıyordum. Artık aydınlıktı…
Yürüye yürüye sanki kendimi çölde, güneşte terlermiş gibi düşlemeye başladım. Halbuki kış ortasıydı ben sadece yorgundum. Kendimi belediye binasının önünde görünce yani binanın önünde bulunca aklıma çılgınlığın ta kendisi geldi. Çaresizlikten delice kendimi binaya girerken buldum. Belediye başkanının önüne çıktım, çaresiz hissediyordum: Tutunacak hiçbir dalım kalmadı. Şöyle böyle… Durumum budur, bana yardım edin. İşsizim, iş istiyorum sizden? Bana yardım edin muhtacım, dedim yalvararak.
“Defol git buradan… Bizde sana göre iş-miş yok!” diyerek azarladı. Güvenlikçiler beni kapı dışarı kovdular, bir güzel de azarladılar. Üstüm başım halim perişandı!
Belediyeden de kovulmanın acısı gittikçe çok ağır gelmeye başladı. Gittikçe daha yenik, daha acınası, daha utanca batmış gibi hissediyordum. Yollar sanki cehennem yeri gibi geliyordu.
İnsanlar, hayat, binalar… Çok kötü bir yer ve kötülüğe batmış gibi göründü sanki hep gözüme.
Böyle zamanlarda her şey kötü, siz ise kurban oluyor gibi hissedersiniz! Kurban durumuna düşmek acıdır…
Havanın soğuğu aklımı başımdan almıştıalmıştı. Soğuk bana acı gelirdi. Şehrin sokakları bomboş sanki terk edilmiş savaş alanı gibiydi. İnsanlar neredeydi? Böyle bir an da kulağıma sanki parkta oynayan çocukların şen sesleri gelince, eski bir hatıraya kapıldım… Çok eskiden sevgilimle beni hayatta sevmiş tek insanla, buluştuğumuz noktaya, yani çocuk parkına için hızlandım… Onu o kadar çok sevmiştim ki hayatımı onun için değiştirirdim.
O da beni sevmişti kuşkusuz, şimdi… Salıncakların, kaydırakların otların yerinde yeller estiğini kocaman bir asfalt boşluk ortasında kalınca gördüm. Bir kez daha şok geçirerek acıyla ağlamaya başladım! Ağladım.
Çıldırmış olduğumu artık biliyordum. Karışık zihnimden neler geldi neler geçti bilmiyorum ama bundan daha kötü ne vardı? Hayatıma son verme, acıyı bitirme isteğiyle her şeyin başladığı yere hastaneye geri dönmüştüm.
Çatıya çıktım ve içimden hiç bir şey düşünmeden yorgun argın, hayatıma son verme niyetiyle çatının olduğu yerden kendimi atmak istemiş olabilirim. Çatıda beyaz önlüklü bir doktor gördü
Yabancı olduğuma göre durumu anlaması hiç uzun sürmedi “yaklaşma” dedim ona! Ama beni ikna etmeye çalıştı hemen. Onu hayal edebileceğim, en beyaz ışıklar içinde, başında ulu bir çember hale ile sanki cennetin en ışıklı meleği olarak gördüm… Ama huzuru özlüyordum!. Bana yaklaştıkça sanki yumuşadım ve çaresiz beni sarıp tutmasına izin verdim.
Her şey başladığı yerde bitti, mucizevî bir kurtuluştu!
Cilasin Özgün
Mayıs-2021.
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.
Güzel bir öykü. Hayatın içinden. Ve anlamlı. Yüreğine sağlık. Nicelerine .
Yorumunuz ve moral verdiğiniz için teşekkür ederim. Nicelerine arkadaşım.