Büyü Bitti / Gülten Doğruyol İncesu

ÖYKÜ

Büyü Bitti / Gülten Doğruyol İncesu
180 views

Kar durdu. Çocuk, “şehir bütün seslerini alıp gitmiş” diyecekti ki, su boyundaki kavakların çıplak dallarına inip kalkan sığırcıkların cıvıltısını duydu. Açlığın sesi miydi incecik kuru dallardan yükselen, yoksa üşümüşlüğün mü, bilemedi. İstasyonun kar sessizliğinden çıkıp ince bir çizgi gibi uzayan sesin; soludukça dumanlar çıkaran kara trenin uzaklara, küçük köylere, bozkırlara, ıssız taş istasyonlara çağrısı olduğunu biliyordu ama. Bilinmeze gitmenin, keşfetmenin sıcaklığı geçti içinden. Eskimiş, yorgunca gıcırdayan tahta köprüyü geçerken suya baktı. Akmıyor, kımıldanıyordu. Yeşil derili bir sürüngen gibi. Kıyısında ne balık tutan insan ne dallarını suya eğmiş söğütler vardı. Kar almıştı suyun sesini…

Ninesi, elini sımsıkı tuttu.
“Üşüdün mü?”
Ağzından parça parça küçük, beyaz bulutlar çıktı.
“Biraz.”
“Az kaldı.”
Eliyle çatısından kalın buzlar sarkan, boyası kararmış evi işaret etti.
Çocuk, ninesinin ağzından bulutlar çıktıkça, kara treni çeken lokomotifi düşündü. Güldü.
“Nine, yoksa senin içinde tren mi var?”
Yaşlı kadın ses etmedi. Kahverengi çarşafla örttüğü başını iki yana salladı sadece.
Evin önünde bir kadın dikiliyordu, çocuğun aklından garip şeyler geçti. İnsanın gözünü yoran renkli bir şalvar giymişti. Yüzünde, nedeni bilinmez sessiz bir gülüş. Üşümüş elleri, şalvarının içindeydi. Siyah örtüsü saçlarını susturmuştu.
“Baban evde mi kızım?” dedi ninesi.
Kadın, hızlı hızlı başını salladı. Yüzünde anlamsız bir gülüşün çizgileri oynadı.
İçeride bir odaya girdiler. Gri sakallı adam, sobanın yanındaki mindere bağdaş kurmuş, önündeki rahleden sararmış bir kâğıda bakıyordu. Dudakları kıpır kıpırdı. Elindeki iri taşlı sarı tespihi çeviriyordu kalın kıllı parmakları şak şak… Duvarda, ahşap saatte zaman durmuştu. Minderden kalktı. Üzerinde yıprak bir ceket, ütü çizgileri kaybolmuş bir pantolon vardı. Başındaki kirli beyaz takkesini düzeltti.
“Senin oğlunda büyü var. O bayılmalar, o sinirli haller ondan,” dedi ninesine.
Sedirde oturuyordu nine. Adamın sözleri, soğuk bir ürperiş yarattı zayıf bedeninde.
Çocuğun ince bileğini tuttu adam. Diğer eliyle masadan aldığı küçük şişeden, işaret parmağının tırnağına mürekkep damlattı. Tırnağına baktı çocuk. Masmavi. Neden damlattı ki… Adam bağırdı:
“Ne görüyorsun ?”
Çocuk düşündü. Tırnağı maviydi. Açık lambanın ışığı vuruyordu üstüne. Ne görünebilir ki? Sinemanın perdesi miydi sanki tırnak? Uydurdu:
“Durgun bir deniz… Üzerinde ışıklı bir gemi… Nereye gidiyor bilmem.”
Sözü kesilmese, daha anlatacaktı.
“Sus!” dedi adam.
Nine, oturduğu yerden başını salladı. Adam, bu kez kızına seslendi.
Kız, kapıdan şalvarına sürünen kara kediyle girdi içeri. Kedi, sırtını kamburlaştırıp düzeltti. Bir kez zayıfça miyavladı. Sivri dişleri, pembe dili göründü ağzında. Adamın minderine uzanıp gözlerini yumdu sonra…
“Tut çocuğun bileğini. Tırnağına bak. Ne görüyorsun?”
Kız, eğilip çocuğun bileğini tuttu. Anlaşılmaz homurtular çıkardı. Adam tercüme etti. Nine, dikkat kesilmiş dinliyordu.
“Git,” dedi adam kızına, “Mutfaktan su dolu tencereyi getir.”
Kız koşar adım gitti, biraz sonra elinde içi su dolu bakır bir tencereyle döndü. Sobanın üstüne koydu. Adam, nineyi yanına çağırdı. Kapağı açıp su dolu tencereyi gösterdi.

Kedi uyanmıştı. Yeşil gözlerinin üzerinde iki siyah çizgi vardı. Çocuk, başını okşadı, “Ne kadar sevimli.” Kedi miyavladı. Bir şeyler söyledi. Bir tek çocuk duydu.

Adam, “Kapağın içine bak sadece, birazdan büyü bu suyun içine düşecek,” dedi ninesine.
Çocuk aşağıdan, adamın çok yukarıda kalan elleriyle tuttuğu kapağın içini görebiliyordu. Tam ortaya mumla üçgen, yeşil bir bez parçası tutturulmuştu.
“Aaa!” dedi kendi kendine çocuk. “Bu adam sihir yapıyor. Lunapark çadırındaki hokkabaz gibi.”
Adam kapağı kapattı.
Az sonra, içindeki su fokurdamaya başlayınca, kapağı açtı. Tencerenin içinde muska yüzüyordu. Nine cezbelendi, dualar mırıldanmaya başladı. “Allah razı olsun,” diyordu adama, minnet yüklü bir sesle. Çocuk güldü.
“Ama nine, bu amca hokkabaz. Kapaktaki mum eridi. Yeşil şey, tencerenin içine düştü. Dayım iyileşmez ki böyle. Doktora gitsin.”
Nine, duasını kesti. Öfkeyle baktı adama. Bu bakışla birlikte, her şey kayboldu. Nine, sakallı adam, şalvarlı kadın, ev… Kâbustu…
Kavak ağacının üstündeki kara bulut, gıcırdayan köprünün üzerindeydi. Su, etrafındaki söğüt ağaçlarının yapraklarını ıslatarak akıyordu. Kar erimiş, aldığı sesleri geri vermişti. Gökyüzü pırıl pırıl maviydi. Kırlangıçlar titreşti ufukta. İstasyondan gelen trenin düdüğü, onu aydınlığa çağırdı. “Yaşasın, büyü bitti!” diye haykırdı çocuk…

Gülten Doğruyol İncesu

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…

 

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Yorum yapabilmek için buradan üye girişi yapınız.

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.