Heybet Akdoğan yazdı: Beyaz Perdeye Uyarlanacak Bir Eser: “Kürk Mantolu Madonna” Romanı

İNCELEME

Heybet Akdoğan yazdı: Beyaz Perdeye Uyarlanacak Bir Eser: “Kürk Mantolu Madonna” Romanı
Yayınlanma: Güncelleme: 294 views

“(…)Büyük salonun kapıya yakın bir duvarının önünde birdenbire durdum. O andaki hislerimi, bilhassa aradan bu kadar seneler geçtikten sonra, anlatmama imkân yok. Yalnız orada, kürk mantolu bir kadın portresinin önünde, mıhlanmış gibi durduğumu hatırlıyorum. Resimleri seyredip geçenler, vücutlarıyla beni sağa sola itiyorlar, fakat ben olduğum yerden ayrılamıyordum. Bu portrede ne vardı?.. Bunu izah edemeyeceğimi biliyorum; yalnız, o zamana kadar hiçbir kadında görmediğim garip, biraz vahşi, biraz mağrur ve çok kuvvetli bir ifade vardı. Bu çehreyi veya benzerini hiçbir yerde, hiçbir zaman görmediğimi ilk andan itibaren bilmeme rağmen, onunla aramızda bir tanışıklık varmış gibi bir hisse kapıldım. Bu soluk yüz, bu siyah kaşlar ve onların altındaki siyah gözler; bu koyu kumral saçlar ve asıl, masumluk ile iradeyi, sonsuz bir melal ile kuvvetli bir şahsiyeti birleştiren bu ifade, bana asla yabancı olamazdı. Ben bu kadını yedi yaşımdan beri okuduğum kitaplardan, beş yaşımdan beri kurduğum hayal dünyalarından tanıyordum. Onda Halit Ziya’nın Nihal’inden, Veci-hi Bey’in Mehcure’sinden, Şövalye Buridan’ın sevgilisinden ve tarih kitaplarında okuduğum Kleopatra’ dan birer parça vardı. O benim hayalimdeki bütün kadınların bir terkibi, bir imtizacıydı.Yabankedisi derisinden bir kürkün içinde, gölgede kalmasına rağmen donuk beyaz rengi belli olan küçük bir boyun parçası, bunun üzerinde, hafifçe sola dönmüş, beyzi bir insan yüzü vardı.(…)”

“(…)Artık Maria Puder, yaşamak için kendisine kayıtsız ve şartsız muhtaç olduğum bir insandı. Bu his ilk anlarda bana da garip geliyordu. Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim ol-mayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz? .. Ben de, o zamana kadarki hayatımın boşluğunu, gayesizliğini sırf böyle bir insandan mahrum oluşumda bulmaya başlamıştım. İnsanlardan kaçışım, içimden geçenlerin en küçük bir parçasını bile etrafıma sezdirmekten çekinişim bana sebepsiz ve manasız görünürdü. Zaman zaman beni saran hüzünlerin, hayat bıkkınlığının bir ruhi hastalık alâmeti olmasından korkardım. Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım. Halbuki şimdi her şey değişmişti. Bu kadının resmini gör-düğüm andan beri geçen birkaç hafta içinde, ömrümün bütün senelerinden daha çok yaşadığımı hissediyordum. Her günüm, her saatim, uyuduğum zamanlar bile dopdoluydu. Bana sadece yorgunluk veren uzuvlarımın değil, ruhumun da yaşamaya başladığını, içimde, haberim olmadan bekleşen üstü örtülü derin tarafların da birdenbire meydana çıkarak bana fevkalade cazip, kıymetli manzaralar arz ettiklerini görüyordum.(…)”  
***

Toplumsal cinsiyetçilik, toplumun yapısal ve kültürel dinamikleri içine yerleşmiş, kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsiz güç ilişkilerinin yaşandığı toplumsal bir düzen sorunudur. Erkek otoritesinin esas alındığı toplumsal cinsiyetçilik, bireylerin doğal bir şekilde içselleştirdiği ve toplumsal pratiklere bağlı olarak gelişen bir toplumsal modeldir. Tarihsel birikimlerle inşa edilmiş bu model sosyal yapılarla, eğitimle, politikayla ve medya ile yapılandırılmaktadır. Kadın aklını ve bedenini toplumsal kontrol altına alan toplumsal cinsiyetçi strüktür, kadının nasıl düşünmesi ve nasıl giyinmesi gerektiğini erkek egemenliğinin zihniyetine göre kurumsallaştırmaktadır. Bu bilinçsel mekanizma cinsiyet rollerini zihinsel ve bedensel olarak pekiştirmektedir.

Geleneksel ve modern tesisin, bireyleri belirli toplumsal cinsiyet rollerine mahkûm ettiği toplumsal cinsiyetçi yönetim, bireyleri kategorileştiren ve disipline eden bir toplumsal mühendisliktir. Bu çerçevede sosyal pratikte özel bir söylem ve eylemle kendini gösteren toplumsal cinsiyetçilik, varlığını obsesif bir şekilde dayatmaktadır. Eril tahakkümün narsist boyutlara kadar varan toplumsal cinsiyetçiliği, mekânsal ve zamansal anlamda hayatın sınırlarını belirleyen hiyerarşik toplumsal bir yapının neticeleriyle varlığını korumaktadır. Bu açıdan toplumsal cinsiyetçilik, eril içeriğiyle tekçi, sabitleyici ve dışlayıcı özelliklere sahiptir. Dolayısıyla değişmez bir sosyal pratiğe ve yönetim anlayışına dönüşen toplumsal cinsiyetçilik, yaşamın her alanında simgeler, semboller ve kodlamalarla güncel hayattan, politikaya ve militarizme kadar genişleyen paradigmalarla doludur.

Biyolojik manada cinsiyet farklılığının ötesinde toplumsal bir düzenin açımlayıcısı olan toplumsal cinsiyet kavramı, bireyin kendini tanımlamasından bağımsız olarak, toplumun bireyi kimlikleştirdiği sınıfsal bir cinsiyet türüdür. Toplumsal iş bölümüyle doğrudan ilintili olan toplumsal cinsiyetçi sistem, patriarkal gücün kontrolünde kadını üretim sürecinden kopararak erkeğin metası kılmaktadır. Bu güncelliğiyle toplumsal cinsiyetçilik, kadın cinsiyeti hususunda sosyolojik ve politik olarak kavramsal bir kategoriye sahiptir.

Sosyokültürel açıdan kadın ve erkeğin yeniden tanımlanmasına sistematik olarak neden olan toplumsal cinsiyetçilik, kadını ikincil konuma iterek yalnızca anatomik bir yapıya indirgemekte ve kadını toplumsal statüsü bakımından geri plana itip bedensel yapısına tutsak etmektedir. Aslında burada fark edilmesi gereken gerçek, erkek için de bir o kadar acıdır! Çünkü erkek de, bedensel yapısıyla ön planda tutulup; toplumsal cinsiyetçiliğe zemin hazırlayan otoritenin tarihsel bir malzemesine dönüşmektedir. Bundan dolayı hakikatte toplumsal cinsiyetçilik, erkek-kadın tartışmasından ziyâde sınıfsal bir sorundur; eşitlik meselesidir. Ataerkil sistem üzerinden çıkarlarını sağlayanlar ve bu maksatla statükolarını korumak isteyenler, toplumsal yaşamda, toplumsal cinsiyetçiliğin sürmesi için her türlü sınıfsal eşitsizliği büyütmeye devam etmektedirler.

Toplumsal cinsiyetin sosyokültürel olarak belirlenen cinsiyet rollerine karşılık gelmesi ve özünde bulunan sınıfsal eşitsizliğin her zaman iktidar lehine gelişmesi; kimliğimizi, davranış kalıplarımızı, paylaşım olanaklarımızı ve sorumluluklarımızı belirlemektedir. Benliğimizden başlayarak ulusal kimliğimizin inşa sürecine kadar etkili olan toplumsal cinsiyetçilik, insanlara biyolojik ve sosyolojik başlıklar altında devamlı cinsiyetçiliği aşılamaktadır. Böylelikle ortaya çıkan toplumsal etki ve tepkilerimiz, insanların sosyo-psikolojik reflekslerine ve içinde bulunduğumuz yönetim şekline göndermelerde bulunmaktadır. Bu gerçeklikler, toplumsal cinsiyetçiliği anlamlandırmanın ve tanımlandırmanın başlıca çıkış noktalarıdır.

Ekonomik, ideolojik ve politik kurumların oluşumunda belirleyici olan toplumsal cinsiyetçilik, hayatın işleyeyişini düzenleyen çok kapsamlı bir toplumsal organizasyona denk düşmektedir. Kadınlık ve erkeklik ekseninde çok yönlü temsiliyetin ve kendi bağlamında değişik yönetim modellerinin denenmesine imkânlar sağlayan toplumsal cinsiyetçilik, tarihsel süreç içerisinde daima sorunsallaştırılan bir olgudur. Bu yönüyle  toplumsal cinsiyetçilik tarihsel koşulları eril iktidarın problemleriyle katmanlaştırmıştır. Konumuz açısından Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” isimli eseri, babaerkil egemenliğin tarihsel koşullarının ortaya çıkardığı bir ürün olup toplumsal cinsiyet temasının aşk ve evlilik başlıkları altında incelendiği ve sosyo-psikolojik tahlillerin yapıldığı bir yapıttır.

Eserde, babası tarafından sabun üretimini öğrenmesi için Almanya’ya gönderilen Raif Efendi’nin, Almanya’da yaşadığı süreç içinde bir sanat galerisine gidişiyle, karşısına çıkan bir kadın portresine âşık olmasından sonraki evrenin gelişmeleri konu edinilmektedir. Sanat galerisinde kendi oto portresini çizen ve bu portresiyle Raif Efendi’yi kendisine âşık ettiren kişi Maria Puder’dir. Kısa bir süre sonra Maria Puder ile tanışan Raif Efendi, oto portrede “Kürk Mantolu” olan Maria ile bir gece kulübüne kadar uzanan bir diyalog yaşar. Çünkü bir ressam olan Maria; aynı zamanda annesine bakabilmek için gece kulübünde çalışmaktadır. Raif için yeni bir aşkın başlangıcı, Maria içinse iyi niyetli bir arkadaşlığın ilk aşaması olan “Kürk Mantolu Madonna” romanı, tanık olunmuş bir anlatıcının gözünden aktarılan ve iç içe geçmiş metinlerden oluşan bir eserdir.

Olaylara tanık olan anlatıcının diliyle okurlara sunulan yapıt; Ankara’dan, Berlin’e uzanan ve nihaî olarak Ankara’da sonuçlanan bir öykünün dramını bizlere aktarmaktadır. Romanın anlatım aşamaları mekândan mekâna değişiklikler gösteren bir uzama sahip olsa da, “Kürk Mantolu Madonna” yaratımı, eril toplumların cinsiyet anlayışını ve toplumdaki heteroseksüel algıyı göstermeye çalışmaktadır. Belirlenmiş toplumsal cinsiyetle birlikte rolü kararlaştırılmış Maria’nın özne olma savaşını, kadın sorunsalı etrafında anlatan Sabahattin Ali, kadın olma bilincinin toplum tarafından yok edildiğini Maria üzerinden ispatlamak istemektedir. Fakat Maria’yı yaşadığı sosyal düzen içinde farklı kılan kadınlığının bilincinde olmasıdır. Maria Puder, ataerkil toplumda erkeğin nesnesi olmuş kadının başkaldırmış kahramanıdır. Bu bakımdan Maria, çoğu zaman hemcinslerini eleştirmektedir. Kadınların kadınlıklarını idrak etmeden birer nesne olma tutkuları içinde olduklarını söyleyen Maria, bazı kadınlar için bu durumun daha cazip görüldüğünü ifade etmektedir.

Romanda, Maria’nın çocuk yaştan itibaren yalnız olması ve bu nedenle hayat kavgasına küçük yaşlarda iken başlaması, Maria’yı mücadeleci bir kadın ve eril iktidarın hüküm sürdüğü toplumda erkeksi bir insan yapmıştır. Olayların devamında ise Raif Efendi, Maria’nın aksine birçok yanıyla kadınsıdır. Raif, Maria’ya göre oldukça toydur. Toplumun geleneksel erkek karakterine göre başka olan Raif, Maria’ya göre eşi az bulunan güvenilir bir insandır. Çünkü Raif, erkek egemenliğinden kendini soyutlamış bir erkektir. Maria’nın aradığı erkek modeli tam da bu yüzden Raif’tir. Kibar, naif, kadını hor görmeyen ve toplumsal cinsiyetçilikten arınmış bir şahsiyettir Raif. Bu nedenle Maria, Raif’e olan şu duygularını itiraf etmekten kendisini alıkoyamamaktadır:

“(…) Sizde de biraz kadınlık var… Şimdi farkına varıyorum… Belki de bunun için ilk gördüğüm andan itibaren sizde hoşuma giden bir şey bulduğuma hükmettim… Siz de genç kızlara mahsusu bir hal var…(…)”

Maria’nın gözlemleri sonucunda Raif’e söylediği düşünceleri, sosyolojik olarak geleneksel erkek-kadın ilişkilerinin anlaşılması için önemli ip uçlarıdır. Toplumsal cinsiyetin izdüşümleri bakımından önemli bir veri kaynağı olan Maria’nın kanaatleri, toplumsal ve biyolojik cinsiyet hakkındaki kültürel hakikati deşifre etmektedir. Eserde aynı zamanda Maria Puder’in bazı davranışlarındaki ataerkil özellikler, yazar tarafından açığa çıkartılmakta; kadınlığın ve erkekliğin sınırları sorgulanarak toplumsal cinsiyetin normlarına dikkat çekilmektedir. Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” adlı çalışmasında okuyucunun dikkatine arz etmek istediği zaten budur: Erilleşmiş kadın-erkek kimliğine aykırı davranışlar sergileyen Maria ve Raif’i; feminen ve maskülen tavır ve tutumlarla öyküleştirip, toplumsal cinsiyetçiliğin bireyler üzerinde yarattığı toplumsal yabancılaşmayı okuyucularına kanıtlamaktır. Anlatıcının gözüyle Raif ve Maria’nın iç dünyalarını gözlemlememize imkân tanımış, toplumsal cinsiyetçiliği ruhsal çözümlemeler eşliğinde anlamamızı kolaylaştırmış Sabahattin Ali, birey ve toplum uyuşmazlığını; kadın-erkek ilişkileri üzerinden karakterize etmiş ve toplumsal cinsiyetçiliğin henüz farkına varamadığımız birçok gerçeğiyle bizleri yüzleştirmiştir.

Romanda, Raif ile Maria’nın yaşadıkları aşk, romantik bir sevgiden öte, toplumsal cinsiyetçilikten kaynaklı yaşanılan yabancılaşmanın, iki insan nezdinde aşılma mücadelesinin ve insanın öze dönüşün hikâyesidir. Ancak söz konusu olan aslına rücû, yalnızca toplumsal cinsiyetçiliğin ortaya çıkardığı kısmî olgular eşliğinde değil; bazen sosyolojik bazen de psikolojik olarak müellif tarafından irdelenmiştir. Raif’in, babası tarafından ihmal edilen bir genç oluşu ve kimseden gerçek anlamda bir sevgi görmeden yetişmesi ki, buna yaşadığı anne yoksunluğunuda eklediğimizde Raif’in ruh hâli daha yalın bir şekilde anlaşılacaktır. Bununla birlikte Maria’nın yaşadığı sevgisizlik, kadın olarak dışlanmışlığı, her iki karakterin kendilerine refakat edecek bir özneye duyduğu ihtiyacı açığa çıkarmaktadır.

Raif’in yuva olarak benimseyebileceği bir evinin olmaması, hayatını günübirlik pansiyonlarda geçirmesi; Maria’nın erkek tahakkümünün en iğrenç boyutlarda olduğu bir eğlence mekânında çalışması, iki insanında ruhsal bütünleşmeye ( bir hayat arkadaşlığına) ne kadar ihtiyaç duyduklarını gözler önüne sermektedir. “Kürk Mantolu Madonna” çalışmasıyla Sabahattin Ali, iki farklı cins üzerinden toplumsal cinsiyetçiliği, büyük bir çaba gerektirmeden anlayabileceğimiz kurgusal bir yapıyla bizlere armağan etmiştir. Kurguda, Raif Efendi ve Maria Puder bütün olayların odağında yer almaktadırlar. Raif ve Maria şahsında yozlaşmanın evrensel, bireysel ve ulusal boyutta etkilerini yansıtmış Sabahattin Ali, insanı hak ettiği yaşamdan alıkoyacak sebepleri o dönemin; Almanya’nın içinde bulunduğu savaş koşullarınıda ele alarak göstermesi romandaki olay örgüsüne ayrı bir fon kazandırmıştır.

Eserde, Birinci Dünya Savaşı sonrasının Almanya’sı örneğinden hareketle, savaşın toplumlar üzerindeki yıkıcı etkisine yer verilmektedir. Savaşın getirdiği sonuçlar ve uygarlığın kendi içinde barındırdığı çelişkiler, Batı uygarlığı denilen toplumsal yapıyı- Maria örneğinde görüldüğü gibi- toplumda egemen olan eril iktidarın karakteriyle çok net bir şekilde bizlere göstermektedir. Maria’nın toplumsal cinsiyetçi fikriyata sahip olan ülkesinde, erkek üstünlüğünün dürtüsel yaklaşımını reddetmesi; erkeğin kovaladığı, teslim aldığı ve tahakküm ettiği; kadının ise kaçtığı, teslim alındığı ve acziyet içinde olduğu geleneksel yapıyı; Maria’nın yaşadığı Almanya’daki toplumsal cinsiyet rollerini açıkça ortaya koymaktadır. Beraberinde, Maria Puder’in bu reddiyesi, cinsiyet ayrımı üzerinden kadının ontolojik açıdan yıpratılmasını uygun görmediğinin bir başka ifadesidir. “Kürk Mantolu Madonna” romanında toplumsal cinsiyetçilik, ontolojik bir sorun olarak varlığını anlatının sonuna kadar korumaktadır.

Romanda şahit olduğumuz gibi ontolojik bakımdan toplumsal cinsiyetçi fikre sahip çağdaş toplumlar, erkek cinsiyetine geniş bir hoşgörü duyarlar ve cinselliği erkeğin her alanda kendini güçlü hissetmesi için yorumlarlar. Bu bakımdan tarihsel, kültürel ve politik olarak geleceğe aktarılmak istenen düşünce kalıplarının, biyolojik olarak erkek cinsiyetinde temsil edilmesine dayalı bir kavram olan toplumsal cinsiyetçilik, uygar dünyamızda normlar tarafından yinelenerek inşa edilen bir müessesedir. Toplumsal cinsiyet algısında rol model olan erkeğin, bu konjonktürde hegemonik erkeklik bilinciyle iktidardan payını alarak sınıfsal üstünlüğe sahip olması, kamusal yaşamda söylem üstünlüğünün eril zihniyette olmasını ve kadının araçsallaşmasını doğallaştırmaktadır. Bu nedenle din, yasalar ve ahlak kurallarının tümü kadını denetim altına almak için standartlaştırılmaktadır.

Tarih yazımından, güncel hukukun işleyişine kadar süregelen bu yaptırımlar, düşünen bir varlık olan kadını sadece yaşayan bir bedenden ibaret saymaktadır. Bundan ötürü kadının özgürleşmesi, eril iktidar kurallarının hâkim olduğu toplumsal düzende, ataerkil güç için bir endişe ve tehdit kaynağıdır. Dikkat edersek “Kürk Mantolu Madonna” kitabında Raif, çocukken ailesi tarafından erkek gibi olmamakla suçlanmıştır ve kız gibi hareket ettiği için aşağılanmıştır.

Kadınların kibar, alçakgönüllü ve barışçıl olması, erkek egemen toplumun bir parçası olan Raif’in ailesi tarafından hep küçümsenmiştir. Bu tür dayatmalarla büyüyen Raif’in, eril kültürü hiç kanıksamadan yaşaması ileride aynı babaerkil tahakküm altında yetişmiş Maria’ya karşı hissedeceği aşkın sebebi olacaktır. Fakat romanın sonunda toplumsal cinsiyetçiliğe başkaldıran iki kahramanın, kaçınılmaz bir şekilde başkaldırdıkları topluma kurban olduklarına tanıklık edeceğiz.

Eserin sonunda hayal kırıklığına uğrasak da, Sabahattin Ali’nin bu muhteşem yapıtı, erkek egemen dünyasına karşı direnmek isteyenler için bir başucu romanıdır. Bu yönüyle Türkçe edebiyatımızın modern klasikleri arasında yer alan “Kürk Mantolu Madonna” romanı her okunduğunda hakkında farklı yazılar kaleme alınacak bir edebi üründür…

Ayrıca, yakın bir zamanda “Kürk Mantolu Madonna”yı sadece okumakla sınırlı kalmayacağız. Sinemada izleme fırsatına da sahip olacağız! Çekimleri hem Türkiye, hem de Almanya’da yapılacak filmin 31.10. 2025 tarihinde vizyona girmesi planlanıyor.

“Kürk Mantolu Madonna” Filmi, Fikri Harika Prodüksiyon, Tme Films ve Prt Films ile son olarak Grimme ödüllü Netflix orijinal dizisi German Genius‘a imza atan Alman yapım firması CAB Film ortaklığında beyaz perdeye aktarılacak. Filmde Raif Efendi’yi Salih Bademci canlandıracak. Alman ve Türk ortak yapımı filmin yönetmen koltuğunda Enes Ateş oturacak.

1920’lerin Almanyası ve 1940’ların Türkiye’si olmak üzere iki zaman diliminde geçen filmin Almanya sahneleri Babelsberg Studio’da çekilecek. Türk edebiyatımızın modern bir klasiği olan “Kürk Mantolu Madonna” şaheseri yazılı ve görsel uyarlamalarıyla, tarih içinde değişen bir kimliği ele alarak hayatımızda olmaya devam ediyor. Sabahattin Ali’nin ölümsüz eseri olan “Kürk Mantolu Madonna,” kadın-erkek ilişkilerini; geleneksel ve itaatkâr toplumsal davranışlar üzerinden bin yıllardır çözümlenemeyen bir hakikatle okuyucularına aktarmaktadır. Kadın cinsinin aşağılandığını erkek cinsinin ise uygarlık dünyasında barbarlığın vücût bulmuş hâli olduğunu “Kürk Mantolu Madonna” romanında sosyolojik ve psikolojik yönlerden ele alarak tahlil etmiş Sabahattin Ali, toplumsal cinsiyetçiliği, eserinde zamana ve mekâna yayarak yazmıştır.

Yazar, hiyerarşik toplumun kaynağında toplumsal cinsiyetçi kültürün olduğunu bu yapıtıyla ortaya koymuştur. Bireylerin kendilerini tanımlamadan önce toplumun sahip olduğu kodlarla insanı tanımladığını “Kürk Mantolu Madonna” isimli çalışmasıyla çarpıcı bir şekilde dile getirmiş Sabahattin Ali, Türk edebiyatına toplumsal gerçekçilik konusunda yeni bir anlayış getirerek, olaylara dışarıdan bakıp yazmak yerine; olayların içinde yaşayarak, roman kahramanlarını görerek ve onları eleştirerek kâğıda işlemiştir. Bu doğrultuda Sabahattin Ali, sosyal hayatta, toplumsal cinsiyetçiliğin tüm dışlayıcılığını, sosyolojik ve politik kavramsallaştırmalarını, edebiyat diliyle insanlara açıklamıştır.

Toplumsal yapımıza ve kültürel dinamiklerimize bağlı olarak ortaya çıkan toplumsal cinsiyetçi düzen, “Kürk Mantolu” eserinde ikiye ayrılan insanlığın karşıtlık ilişkisine sokulmasının hikâyesidir. Sabahattin Ali’nin, kaotik bir varoluştan bir toplumsal sistem çıkarma amacında olan aklı, işlevsel yalanlarıyla ortaya çıkaran “Kürk Mantolu Madonna” romanı, bireyleri kategorilere ayıran ve disipline eden ataerkil düzenin sunumudur.

Heybet AKDOĞAN

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.