Aydın Akyüz yazdı: ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR VE GEÇMİŞ ZAMAN EDİPLERİ ÜZERİNE – IV

İNCELEME

Aydın Akyüz yazdı: ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR VE GEÇMİŞ ZAMAN EDİPLERİ ÜZERİNE – IV
Yayınlanma: Güncelleme: 2.593 views

Yahya Kemal Beyatlı’ya Dair Hatıralar

Abdülhak Şinasi Hisar, 1949’da kaleme aldığı portre yazısında bu defa en iyi dostlarından Yahya Kemal’i anıyor. Aslında bu yazı hatıradan çok bir değini. Çok kısa bir yazı. Ona göre Yahya Kemal büyük bir şiir dehasıyla dünyaya gelmişti. Paris’e kaçtıktan sonra Batı’nın şiir tekniğini öğrenmişti. İstanbul’a dönmeden önden şöhreti gelmişti. Yahya Kemal, mükemmeliyetçi bir şairdi. Gençlik şiirlerini hep eksik görüyordu. Arayış içindeydi. Kendi hakikatini arıyordu. Zaman zaman Yunanperestlikle ve maziperestlikle suçlanıyordu. O, asla yılmadı. Kendi gerçeğini aramaya devam etti. Özellikle tarihe duyduğu ilgiyle milli hisli yazılar yazdı. Dergâh’ta kaleme aldığı yazılarla Millî Mücadele’ye destek verdi. Yeni mecliste vekil oldu. Sonrasında Avrupa şehirlerinde elçilik görevinde bulundu. Memleketten uzakta kalması sayesinde Türkiye tarihini keşfetme fırsatını buldu. Ömer Hayyam’ın rubailerini tercümeye başladı. İstanbul sevdasına tutuldu ve İstanbul şairi oldu.

Abdülhak Hamid’e Dair Hatıralar

Hisar, 1950 tarihli hatırasında zamanına üstün olan şiirleriyle ismini aldığı Abdülhak Hamid’i büyük şöhret olarak görüyor ve şair-i azam lakabını resmi rütbesi olarak niteliyor. Bütün ailesinin edebiyatçı olduğunu ve döneminde herkesin ona hayran olduğunu belirtiyor. Paris, Londra ve İran gibi şehirlerde bulunduğunu, Fransızca ve İngilizce öğrenerek yetiştiğini bildiriyor. Hamid’in en büyük özelliğinin şiirle felsefeyi yeniden kavuşturması olduğunu, vezninin ahengi, kafiyelerinin mucizesi yönü ve kelimeleriyle oluşturduğu büyü nedeniyle filozof seviyesinde üstün bir şair olduğunu düşünüyor. Şiirinde kara sevda, nazari sevgi, aşk, zamanın geçişi, ölüm karşısında insanın buhranı, insanın çektiği yalnızlık ve ıstırap karşısında doğanın ezeli kayıtsızlığı ve hissizliği gibi temaların ön plana çıktığını belirtiyor. Onun söz, ifade ve beyan kahramanı olduğunu, her his ve fikri, her felsefi mektebin inceliklerine kadar nazımla ve şiirle ifade edebildiğini söylüyor.

Halit Ziya’ya Dair Hatıralar

Abdülhak Şinasi Hisar, 1956 tarihli yazısına vaktiyle babası Mahmut Celalettin Bey’in neşrettiği Hazine-i Evrak mecmuasındaki Halit Ziya’nın ilk gençlik yazılarını anarak başlıyor. Halit Ziya’nın, muhakkak yazmak ve yazısının altında imzasını görmek, insanları duymak ve hikayelerini duyurmak ihtiyacıyla doğmuş bir yazıcı olduğunu düşünüyor. Ailesinin İzmir’den İstanbul’a göç ettiklerini, Halit Ziya’nın Eyüp Sultan’da doğduğunu, ailesinin ticaret için tekrar İzmir’e döndüklerini, Genç Halit’in ilk hikâye ve romanlarını orada yazıp yayınladığını, sonrasında İstanbul’a yerleştiğini, Tütün Reji İdaresi’nde işe girdiğini, iyi bir hesap adamı olduğunu, Edebiyat-ı Cedide hareketine katıldıktan sonra Recaizade Ekrem, Tevfik Fikret, Cenab Şehabeddin, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet, Saffeti Ziya, Hüseyin Siret gibi isimlerin muhitine katıldığını belirtiyor.

Halit Ziya’nın Edebiyat-ı Cedide’yi Kırk Yıl adlı hatıratında anlatmış olduğuna değiniyor Hisar. Ahmet Midhat’ın “dekadanlık” ithamına karşı Edebiyat-ı Cedide’yi savunucu cümleler sarf ediyor. Bu hareketin edebiyatımıza hayırlı bir aşama kaydettirdiğini, Avrupai bir görüşle şiir, hikâye, roman ve tenkit yazmak ihtiyacıyla doğan bir hareket olduğunu belirtiyor.

Hisar, Halit Ziya’nın, Reji İdaresi’nde çalıştığı günlere de değiniyor. İyi bir memur olduğunu, rutinlerine dikkat ettiğini, her akşam işten çıkınca, ilkbaharda Taksim ve yazın Tepebaşı bahçesine gidip müzik dinlediğini, tiyatroya gitmeyi sevdiğini ve dostlarıyla görüşmeyi alışkanlık haline getirdiğini aktarıyor. Hikâye ve romanlarında da bu Tepebaşı ve Taksim bahçelerinin izlerinin görüldüğünü belirtiyor. Halit Ziya, Yeşilköy’de bahçeli bir köşkte yaşıyormuş o zamanlar. Bu köşkü Mimar Vedat Tek’e yaptırdığı bilinir Halit Ziya Bey’in. Mimar Vedat Tek, Sultan Reşad tarafından sarayları restore etmekle görevlendirilmişti. Halit Ziya onunla o zamanlar tanışmıştı. Abdülhak Şinasi Hisar, Halit Ziya Bey’in Yeşilköy’deki bu köşküne sık sık uğrarmış. Burada edebiyatçılar belirli gün ve haftalarda toplanırlarmış. Misafirleri için ağır masraflar çekermiş Halit Ziya. Bi defasında kendisine, elçilik görevi beklediğini, verilmediği için de son derece üzgün olduğunu söylemiş. Halit Ziya Hisar’a Kırk Yıl adlı eserinin beş cildini de imzalayarak hediye etmiş. Hisar, yazılarında bu kitaba hiç değinmeyince Halit Ziya Bey dostlarına “Benim kitaplarından hiç bahsetmedi!” diye serzenişte bulunmuş. Halit Ziya, bu olay sebebiyle alınmış olmasına rağmen Hisar’ın da katıldığı bir roman yarışmasında jüri iken Hisar’ın eserinin lehinde çalışmış. Bundan dolayı Hisar son derece mahcup olduğunu dile getiriyor. Oysa Halit Ziya, Hisar’ın birkaç yazısı ile ilk romanı olan Fahim Bey ve Biz eseri hakkında övgü yazısı ve uzun bir makale yazmış, hatta bunları Sanata Dair kitabına almıştı. İşte Halit Ziya böyle bir baba dostu yazardı Hisar için. Yine bir gün Hisar’a, bütün yazmak istediklerini yazamamış olduğuna ve başladığı Nesl-i Ahir romanına devam edemediği için üzgün olduğunu söylemiş.

Halit Ziya, Edebiyat-ı Cedide dağıldıktan sonra Meşrutiyet’in tekrar ilanına kadar yazamamış. Meşrutiyet’ten sonra da Sultan Reşad’ın Mabeyn-i Hümayun Başkâtipliğine tayin olununca romanlarına devam edememiş bir süre daha. Bir yandan da İstanbul Darülfünun’da “Edebiyat-ı garbiye” ve “Hikmet-i bedayi” hocalığına tayin olunmuş. İttihat ve Terakki hükümetten düşünce bir süre işsiz kalmış. Memuriyetlerinde biriktirdiği servet de bu zamanlarda yavaş yavaş erimeye ve sıkıntılar çekmeye başlamış.

Hisar, Halit Ziya’nın Türk romanında bir merhale olarak gördüğü Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu ve Kırık Hayatlar romanları hakkında gayet müspet düşünceler besliyor. Beş ciltlik Kırk Yıl, üç ciltlik Saray ve Ötesi hatıratları hakkında Halit Ziya’nın her şeyi açıkça anlatmadığını, bilinçli olarak sustuğunu, hatırat diliyle değil resmi dille yazılmış olduğunu; eğer bunları yaşamının bütün ayrıntılarıyla yazsaydı romanlarının daha anlamlı olacağını düşünüyor.

Hisar, Halit Ziya’nın zaten küçük yaştaki iki çocuğunu kaybetmiş olmasının verdiği üzüntünün yükü üzerine büyük oğlu Vedat’ı intihar sebebiyle kaybetmesinin onu felakete sürüklediğini belirtiyor. Onu köşkünde bitik vaziyette görünce ıstırabını kemiklerine kadar hissetmiş. Ona büyük bir tükenmişlik ve ümitsizlik hali ile “Artık benim zamanım geçti. Vedad beni çağırıyor!.. Ben ona gidiyorum!” demiş. Ve anlamış ki; Halit Ziya Bey aslındaki boşluğa ermek istiyor ve ölümü bir korku değil, bir kurtuluş olarak duyuyor.

Aydın Akyüz

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız…

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.